Pazar Mayıs 19, 2024

Rojava’da İşgal ve Direniş Ekseninde Yeni Olasılıklara Dair…

Savaşın içinde politik sürecin gidişatına dair belirleme yapmak pek kolay olmayabilir. Ancak bu yapılmadığında da ortaya yanlış taktiksel hamlelerin çıkması kaçınılmaz olur.

Savaşın seyrini belirleyecek esas yönün direniş olduğundan hareketle, buna destek sağlayacak tali durumdaki taktiksel adımların belirlenmesi için nesnel zeminde gelişen değişimlerin, zamanında analizi ve bu analize uygun adımların zamanında atılması, ittifak güçlerinin de yeniden şekillendirilmesini bir elzem haline getiriyor.

Dün düşman olan bugün ittifak gücü, yarın yine karşı güç haline gelebilmektedir. Bu karşıtlığın seyrini belirleyen en temel faktörün ise sınıf çelişkisinin olduğunu belirtelim.

Savaşın doğası gereği stratejiye hizmet edecek taktiksel adımların belirlemesinde ilk yapılması gereken şey andaki nesnel durumun analizini güncellemek, dost ve düşman güçlerinin pozisyonlarını ve karşı hamlelerini hesaplamaktır.

Bu temelde Rojava’da süren direnişe, taktiksel hamlelere ve olası gelişmelere dair birkaç söz söylemek önemli hale geliyor.

Beklenen oldu ve TC faşist diktatörlüğü Rojava/Kuzey Suriye topraklarına 9 Ekim tarihinde işgal harekatını başlattı. Kuruluş doktrini olarak gayrimüslim halkların soykırımları ve onlardan gasp ettiği sermaye ile gelişmeyi esas alan faşizmin, Kürt soykırımına kaldığı yerden devam etmesi tarihsel açıdan şaşılası olmasa gerek. En uzun ülke sınırını Rojava/Suriye Demokratik Özerk Yönetimi ile paylaşması son yıllarda faşist devlet aygıtını ve ona hükmeden komprador Türk burjuvazisinin kliklerini önemli oranda rahatsız etmekteydi.

Öyle ki “terörden arındıracağız!” söylemlerini fetih surelerinin okunması ile pekiştirmeleri işgalin bir fetih mantığı ile yapıldığının en önemli kanıtı haline geliyor.

Yüz yıl önce başta Kürtler olmak üzere Ortadoğu’da yaşayan halklar arasında çizilen sınırlar bugün yeniden çiziliyor. Birçok kadim halkın soykırıma uğraması, toprakları terk etmek zorunda kalmaları bugün Kürtleri TC devleti ile karşı karşıya getiriyor. Yüz yıldan fazla bir zamandır soykırımlara uğrayan ve yok olma ile karşı karşıya kalan Ermeniler, Asuriler, Süryaniler de sürüldükleri topraklarda aynı kaderi tekrar yaşama ile karşı karşıyalar.

İşgal harekatı ve Onur Direnişi 8. gününü devirirken tüm dünya halklarının ve egemenlerin gözlerini bu savaşa çevirdiklerine şahit oluyoruz. Dünya ezilen halkları büyük umutlarla adım adım gelişen direnişte büyük heyecan yaşarken, egemenler ise her gelişmede ezen-ezilen ve kendi aralarında ki çelişkilerden kaynaklı yeni taktiksel hamleler atmaktan geri durmamaktadırlar. Durum o kadar ileri gidiyor ki, ABD’nin başkan sıfatındaki kişinin attığı günü birlik çelişkili tweetleri durumu ortaya koyması bakımından önemli bir örnek.

Karışık olarak görülen hamlelere karşılık Rusya cephesinden de hamleler gelmekte, on iki yıl sonra Arap yarımadasında yeni olanaklar peşinde koşmaktadır. Ortadoğu, emperyal güçlerin yeni güç dengeleri oluşturma temelinde halkların daha fazla karşı karşıya getirildiği yöne doğru hızla evrilmektedir. Emperyalist güçlerin yoğun siyasetinin en merkezinde ise Rojava/Kuzey Suriye Demokratik Özerk toprakları bulunuyor.

Rojava ile Elde Edilen Demokratik Yönetim Modeli

Anti demokratik, gerici, siyonist ve faşist sistemlerle yönetilen Ortadoğu coğrafyasında demokratik kazanımların yaşandığı, komünal yönetim nüvelerini barındıran, kadının önemli oranda özgürlüğü ve hakları ile buluştuğu bir coğrafya olan Rojava’ya ne emperyalist güçler ne de onların uşakları olan bölge devletlerinin sıcak bakması düşünülemezdi.

Bundan dolayı ne ABD-AB-Türkiye-Katar kutbu ne de Rusya-Çin-İran-Suriye Rejimi Rojava’da filizlenen demokratik sistemi kabul etmektedirler. Emperyalizm doğası gereği bağımlı kıldığı ülkelerde en gerici kliklere dayandığından kaynaklı, Rojava’nın bu hali ile emperyalist güçlere bağımlı kılınması oldukça güç bir durum olacaktı.

Diğer yanıyla Rojava’da farklı ulus, inanç ve etnik kesimlerden halkların bir arada yaşama pratikleri, emperyalistlerin böl-parçala-yönet ilkesinin başarısızlığının simgesi halindedir. Ulusal ve dini çelişkilerin Ortadoğu’da yoğun bir şekilde yaşandığı bir coğrafyada özerk yönetim bu halkların bir arada yaşayabileceklerini göstermiş oldu. Halkın yönetime katılımının önemsendiği, teşvik edildiği bir toplumsal modele emperyalist güçler sıcak bakmayacak, sonuç olarak DAİŞ’e karşı mücadelede QSD ile ortak hareket eden ABD böylesi bir sistemin Ortadoğu’da yeşermesine sessiz kalmayacaktı.

Nitekim bu durum faşist Erdoğan ağzından “ABD de komünizme karşı!” şeklinde ifadesini bulacaktı. Rojava’ya saldırının en temelinde devrim ve demokrasinin yaşanılır kılınması gelmektedir.

Emperyalizme, faşizme, şovenizme, ataerkiye ve her türden gericiliğe karşı ezilenlerin/halkların kendi kendilerini örgütlemesi, egemen güçlerin katiyen görmek istemedikleri bir durumdur. YPG/YPJ güçlerinin PYD etrafında örgütlenmesi, DAİŞ güçlerine karşı mevzi kazanarak öz güçlerini geliştirmeleri ve farklı halk kesimleri ile birleşmeleri, egemenlerin en korktukları olgu olsa gerek.

Birbirleri ile ilgili çelişmelerde antlaşma yolu bulabilen egemen güçler, ezilen halk kesimleri ile olan çelişmelerinde antagonist çelişmeyi görmektedirler ve bu çelişkinin devrim ile sonuçlanma korkusunu her gün yaşamaktadırlar. Bu durum yeniden bölgede emperyalizm ile ezilen halk yığınları arasındaki çelişkinin andaki somut halini yansıtması bakımından önemli bir veridir.

ABD’nin çekilme hamlesi

DAİŞ’in bastırılması sonrasında koalisyon güçleri adı altında bölgeye yerleşen ABD emperyalizminin kısa süre öncesine kadar dost olarak nitelendirdiği Rojava Kürtlerini bir gecede terk etmesi herhalde en şaşılacak adım olarak tarihe geçecek. Üstüne üstelik ayrıldığı alanları Rusya/Suriye Rejiminin denetimine bırakarak terk etmesi ilk etapta emperyalist kutuplar arası dalaş ortadan kalktı olarak görülebilir.

ABD bu hamlesi ile Ortadoğu stratejisinde yeni bir değişime gideceğinin önemli işaretini vermiş oldu.

ABD emperyalizminin bu adımını, Rojava sahasından çekilmesi ile TC ordusunu, Suriye Rejim güçleri ile karşı karşıya bırakması olarak okunması gerekir. Böylece Rojava sahasında savaş; deyim yerindeyse vekalet savaşlarında bir üst aşama olarak algılanabilir. “Örgütlerin” savaşından, bölge devletlerinin savaşına doğru bir evrilme görülmektedir.

Rejimin bu savaşı kaybetmesi demek, ABD’nin Türkiye üzerinden Suriye topraklarında daha kalıcı hale gelmesi, Rusya’nın ise mevzi kaybetmesi anlamına gelecektir. Türkiye’nin Rusya’ya yakınlaştığı vs. söylemleri ile TC devletinin kutuplar arası dalaşta ABD ekseninden kayma yaşadığı algısı bir yanılgı durumudur. Kısa vadede birtakım ilişkiler geliştirilse de TC devleti esas olarak hala ABD’nin etki alanında olan bir ülkedir.

Her şey bir yana NATO üyesidir! ABD’nin İncirlik üssünde tuttuğu nükleer silahlar dahi bunu kanıtlar niteliktedir. Bu hamle ile ABD, dümeni yeniden TC’ye doğru kırarak bir sonraki daha saldırgan tutumunda TC’yi kendisine tam olarak yedeklemek isteyecektir.

Rusya ve Rejimin Hamleleri… QSD ile yapılan antlaşma…

Rojava/Kuzey Suriye topraklarının TC tarafından işgal edilme girişimi ve ABD güçlerinin alandan ayrılma hamleleri ile Suriye Rejim güçleri, Rusya ile birlikte bölgeye yerleşme anlamında iyi bir şans yakaladığını görmüş oldu. Eşitsiz koşullarda süren savaşın QSD’yi Rejim ile bir antlaşma yapmaya zorlamasıyla birlikte Rejim güçleri sınıra doğru hareket etmeye devam ediyor. (Antlaşma şimdilik sınır güvenliğini kapsamaktadır).

Ancak görülen odur ki, Rejim’in -bu Rusya olarak okunmalı- işi ağırdan alması, geçtiği yerlerde kendi lehine halka gösteriler yaptırması ve ilk olarak birkaç kentte iç asayişi denetimi altına alması direnişte QSD güçlerinin daha fazla yıpranmasını beklediğini ortaya koymaktadır. Rejim, daha zayıf bir QSD’nin anlaşmada daha fazla ödün vereceğini, hatta bölgeyi tümden Rejim’e terk edeceğini ummaktadır.

Bu politikaya tamamen Arap milliyetçiliğinin vücut bulduğu BAAS politikası ve Rusya yön vermektedir.

Rusya bir yandan Türkiye ile görüşürken, bir yandan da Rejimi ve QSD güçlerini koz olarak kullanmanın derdindedir. Tüm aktör devletlerin en temel isteği zayıflamış, yıpranmış ve kitle desteği gerilemiş bir QSD oluşumudur. Daha net ifade etmek gerekirse, ortaya çıkan demokratik ve Kürt ulusal kazanımlarının yok edilmesi ve bastırılması her iki kesimin deyim yerindeyse işine gelmektedir.

Bu temelde QSD taktiksel olarak Rejim ile bir anlaşma yoluna gitmiştir ancak durumun farkında olarak faşist işgale karşı direnişte kendi öz gücüne yaslanması gerektiğinin de farkındadır.

TC Devletinin İşgaldeki Amaçları…

Rojava işgalinin TC devleti açısından birçok yönü bulunmaktadır. Kesin olan şudur ki, Rojava’nın işgal edilmesinin, onun varlık gerekçesinin bir ürünü olarak görülmesi gerekir. Sınırların hemen ötesinde bir Kürt realitesinin devletleşmesi, demokratik kazanımlarını geliştirmesi, Suriye topraklarına girerek bölgede hegemonik güç olma arzusu gibi sebeplerden dolayı TC devleti bu işgal hareketine girişmiş oldu.

Kuzey Suriye topraklarından koparabildiği toprak parçasında yeni bir Arap kemeri projesinin adımlarını atacaktır.

Bu politika, Rejimin ve AB’nin de işine gelmektedir. Mültecilerin geçişleri engellenmekte, Kürtler arasına yeni bir Arap kuşağı adeta bir hançer gibi saplanmak istenmektedir. Bu durum yeni bir demografik saldırı olacak ve Kürt-Arap çelişkisinin daha fazla derinleşmesini beraberinde getirecektir. TC devletinin işgalden bir başarı elde etmesi durumunda içte muhalefeti daha fazla bastıracak ve Kürt katliamlarına hız verecektir. Dolayısı ile siyasi arenada AKP/MHP iktidarı bir dönem daha nefes almış olacaktır. İşgal hamlesi aynı zamanda ekonomik dar boğaza doğru sürüklenen Türkiye’de olası karşı çıkışların bastırılmasında da kullanılacak önemli bir politik araç olarak kullanılabilecektir.

Bu hesapları bozacak tek yol: İşgale ve Faşizme karşı direnmek!

Her kutbun ve devletin ince hesaplar üzerinden yürüdüğü bu süreçte, bu hesapları alt üst edecek olan şeyin ezilenlerin isyanı ve direnişi olduğu gerçeği Rojava’da bir kez daha yaşanmaktadır. TC’nin ve desteklediği çetelerinin bu topraklardan sökülüp atılmasıyla birlikte QSD ve Kürt halkı yeni bir mevzi elde etmiş olacaktır.

DAİŞ’e karşı mücadele ve Afrin süreciyle birlikte direniş geleneğini büyük oranda yaşatan Kürt halkı, QSD güçleri ve devrimci güçler; TC’nin işgal girişimi sonrası yeni bir irade savaşımı ile karşı karşıyadır. Rojava, son 6 yıldır kesintisiz bir şekilde savaş durumunu yaşamakta, TC’nin ve bölge gerici güçlerinin tehditleri altında sitemini oluşturma adımları atmaktaydı.

Faşizmin saldırısıyla birlikte 9. gününe giren direnişin en fazla yoğunlaştığı kentler Serekaniye ve Gire Spi’dir. TC, bu iki kent arası koridora sahip olmak istemekte, bir mızrak ucu şeklinde içe doğru işgal alanını geliştirme arzusundadır.

Böylece özerk yönetimin toprak bütünlüğünü büyük oranda bozmuş olacaktır. Direnişin, 9. günde bastırılamamış olması TC devlet katında yeni homurdamaları beraberinde getirecek ve klikler arası çelişkilerin derinleşmesini sağlayacaktır.

R.T.Erdoğan kliğinin en büyük korkusu da burada yatmaktadır.

Suriye Rejimi, TC ve İran esasta Kürt oluşumlarının yok edilmesi konusunda hem fikir olan devletlerdir. Bu anlamda Kürt halkının gösterdiği direnişin kırılması için belli bir zaman diliminden faydalanmak isteyeceklerdir. Her gelişmeyi birbirlerine karşı koz olarak kullanmaktan da geri durmayacaklardır. Dün QSD’ye “ayrılıkçı terör örgütü” diyen Rejim’in bugün sınırların korunması noktasında antlaşması, ancak hareket anlamında oldukça yavaş davranmasının altında bu mantık yatmaktadır.

Bu oyunları bozacak taktiksel hamlelerin QSD tarafından da atılması elbette süreçten en iyi faydalanma anlamında önemlidir. Ancak direnişten güçlü çıkmayan bir QSD’nin taktiksel hamleleri de zayıf bir etki yaratacaktır. Bu bilinçle bakıldığı içindir ki günlerce süren bombardımanlara rağmen Serekaniye’de muazzam bir direniş sergilenmekte, mevzi terk edilmemektedir. TC ele geçirdiği alanları koruyamamakta sürekli bir adım ileri, bir adım geri durumu yaşamaktadır.

Devrimci güçlerin pozisyonu

Dünya genelinde devrimci güçlerin zayıf olması, direnişin olduğu Rojava alanında da kendisini göstermektedir. Bu savaşta yer alarak tarihsel misyonunu yerine getirmeye çalışan devrimci hareketin taktiksel hamlelerde yer alacak pozisyonu bulunmamaktadır. Devrimci Hareket, tarihsel açıdan egemenlerin yok etmeye çalıştığı ileri toplumsal dinamiğin korunmasında ve şovenizme karşı mücadelede önemli adımlar atmasına rağmen güçlü bir çıkış yakalamaktan henüz uzak bir durumdadır.

Ancak güçsüz olmak, yanlış konumlanmanın bir sebebi olarak sayılamaz. Doğru konumlanma ve doğru taktiksel açılımlarla çıkış yakalayacak olan devrimci güçlerin kısa sürede özellikle Türkiye’de halkla ve sınıfla buluşma potansiyeli oldukça diridir. Başta TC olmak üzere egemen güçler bu durumun farkındadırlar.

Bozkırların yanmaya en elverişli olduğu anda yapılacak tek şey bir kıvılcım olabilmektir.

Rojava halkının TC’nin işgaline karşı yükselttiği direnişin içinde olmak, bulunduğumuz her alanda bu direnişi yükseltmek, tüm mücadele yöntemleri ile TC faşizmine darbe indirmek her devrimcinin andaki görevidir. İşgalin boşa çıkarılmasıyla birlikte bölgede önemli emperyal hesaplar alt üst olacak, halkların yeniden birbirlerine boğazlatılmalarının önüne bir müddet geçilmiş olacaktır.

Devrimci hareket, Ortadoğu’da yeni savaşların olacağı bilinci ile hareket etmektedir.

Önümüzdeki kısa ve orta vadede sınıfın biriken öfkesini örgütlemek, faşizme karşı mücadeleyi büyütmek ve emperyalist politikaları boşa çıkarmak için birleşik mücadelenin daha fazla büyütülmesi gerekir. Kısa vadede Kürt halkı emperyalist politikaları boşa çıkarmak için büyük bedeller ödemektedir.

Orta ve uzun vadede ise emperyalizmi Türkiye’den kovma görevi Proletarya Partisi başta olmak üzere devrimci ve yurtsever güçlerin omuzlarında olacaktır. Türkiye’de devrim olmadığı sürece ne Rojava devrimi ve demokratik kazanımları güvende olacak ne de bölge halkları özgürlüklerine kavuşabilecektir.

Sonuç olarak

Savaş alanında sürecin detaylı tahlilini yapmak zor görülebilir ancak en başta yapılması gerekendir. Ki savaşın değişken gidişatında esas ve tali taktiksel hamleler açığa çıkabilsin.

QSD’nin Rejimle iş birliği tali bir taktiksel hamledir, esas durum direnişin örgütlenmesidir.

Savaşın içinde yer alan TKP-ML TİKKO savaşçıları olarak andaki devrimci görevimizin bu işgal saldırılarını boşa çıkarmak için cephede yer almak olduğunun bilincindeyiz.

Türkiye devrim görevimizin yerine getirilmesi için Rojava kazanımlarını savunmak ve faşizme karşı mücadele etmek bir zorunluluktur. Yarın TC faşist iktidarını alaşağı etmek için bugün Rojava devrim kazanımlarını savunuyoruz.

Bugün devrimci görevi yerine getirenlerin yarına dair perspektifi Demokratik Halk Devrimi’dir. Bugünkü görevini yerine getirmeyenler yarına dair halka umut olamazlar.

Andaki devrimci görevimizi yerine getirmek ve faşist kuşatmayı kırmanın şimdi tam zamanı…

O zaman Rojava’yı savunalım! Rojava için ayağa kalkalım!

(Rojava’dan bir TİKKO savaşçısı) 

3214

Proletarya Partisi

 Proleterya Partisi'nden gundeme iliskin yazilar

Son Haberler

Proletarya Partisi

“Hamas-İsrail Çatışmasında” İtidal Çağrısı Yapmak…(Polemik)

Filistinli 14 direniş örgütünün, 7 Ekim günü “Aksa Tufanı” adıyla İsrail devletine yönelik operasyonu, başta Ortadoğu olmak üzere tüm dünyada büyük bir yankı uyandırdı. Hamas gibi İslamcı örgütlerin yanısıra ve de Filistin Halk Kurtuluş Cephesi, Filistin Demokratik Halk Kurtuluş Cephesi gibi Marksist eğilimli hareketlerin de yer aldığı hamle, Siyonist İsrail’in tarihi boyunca aldığı en büyük darbelerden biri olarak kayıtlara geçti. Sözkonusu direniş, kısa sürede dünyanın dört bir yanında devrimci, ilerici güçler nezdinde çok ciddi saflaşmaları da beraberinde getirdi.

“Çizgimiz Nubar Ozanyan’dır!” (Deniz Aras)

7 Ekim sabahı Filistin Ulusal Direnişi’nin Siyonist İsrail işgalciliğine ve zulmüne karşı “Aksa Tufanı Operasyonu” başlatması başta siyonizm olmak üzere bölge gerici devletleri ve siyonizme koşulsuz destek veren emperyalistlerde şok etkisi yarattı.

Hamas öncülüğünde başlatılan ve aralarında Filistin Ulusal Hareketi’nin tarihsel öznelerinden Filistin Halk Kurtuluş Cephesi gibi devrimci örgütlerin de yer aldığı “Operasyon Odası” tarafından yönetildiği açıklanan bu hamle, tüm dünyada olduğu gibi coğrafyamızda da tartışmalara yol açtı.

Yerini Bulan Her Vuruş Acı Verir!

Komünist partileri yaptıkları eylemleri kamuoyuna açıkladıkları gibi, yanlış yaptıkları eylemleri de kamuoyuna açıklar ve özeleştirisini yaparlar. Yanlış eylemlerin özeleştirisinin yapılması, o partinin dürüstlüğünü gösterir ve bu tür özeleştiriler kitlelere ve parti kamuoyuna güven verir.

Arif Alıç, 1978 yılında Hıdır Aykır ile Bayrampaşa  Hapishanesinden kaçtı. Parti tarafından kırsal (Dersim) alana gönderildi. 1981 yılının ortalarında, TKP/ML üyesi bir kişi tarafından öldürüldü.

Bu makaleyi, yazarken ölüm haberini aldığım, sevgili yoldaşım Turan Talay'ın anısına adıyorum.

Türk Tekelleri Afrika'yı Çok Çooook Sevdi!

TKP-ML Ortadoğu Parti Komitesi:Faşizm Ve Siyonizm Kaybedecek, Filistin ve Rojava Kazanacak!

Ortadoğu ezilen halklarının ezeli düşmanları olan Faşist T.C. ve Siyonist İsrail devletlerinin halklara yönelik saldırıları ile ezilen Rojava ve Filistin halklarının direnişine şahit oluyoruz. Bu gerici güçler, tüm teknolojik üstünlük ve emperyalist devletlerden tam destek görmelerine rağmen, Filistin ve Rojava halklarının direncini, mücadele kararlılığını kıramıyorlar. Egemenlerin tüm saldırılarına rağmen belirleyici olan yine halkın öz direnişi ve kararlılığı oluyor. Filistin ve Kürdistan halkları; İsrail Siyonizmine, T.C.

Arstahk: “Biz Beyaz Bayrak Kaldırmayız!”

Ermeni halkının soykırım ve tehcir tarihine bir yenisi daha eklendi. 1915 bitmedi. Bu kez TC destekli Azeri faşizmi eliyle utanç dolu katliam gerçekleşti. 19 Eylül günü Karabağ’ın (Arstahk) Başkenti Istepanagerd başta olmak üzere Karabağ’ın dört bir yanına saldırılar başlatan Azeri işgalcileri, saldırının birinci günü tamamlanmadan aralarında kadın ve çocukların da olduğu 35 kişiyi öldürüp yüzlerce sivil insanı yaraladı.

Vurun Abalıya - Çaresizsen Güneşe Bak... Cızz....

Proletaryalarda öğren proletaryalara öğret.

Nolurrr.... nolurrr.... bir kez de kabahati....

Fakirlik güzel şey... fakirlik güzel şey..

Hele de birde seni deniz kampına götüren, yanacam diye de çakma (yoğurt) yağlarıyla, insanın midesini bulandıracak bir şekilde,  orasını burasını yakan o... fakir...  insanları bırakıpta deniz manzaralı villalarda sabah kahvaltısı yapabilecek dostlarınız varsa... gerçekten fakirlik güzel şey.... gerçekten fakirlik güzel şey...

Kılıçdaroğlu sadece Kılıçdaroğlu değildir! -2-

Burjuva-feodal politika yapmanın bazı “incelikleri”!

II. ABDÜLHAMİD MEVZUU[*]

 

“Gerçeği bilmeniz gerekiyor,

gerçeği aramanız gerekiyor.

Gerçek sizi özgür kılacak.”[1]

 

“ÖZELEŞTİRİ”NİN ELEŞTİRİSİ[*]

 

SİBEL ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER

 

“Sende, ben, imkânsızlığı seviyorum, 

fakat aslâ ümitsizliği değil.”[1]

 

Anlama/ ve kavramanın dünyayı değiştirmek için mücadele edenler için eleştirel bir “olmazsa olmaz” olması yanında; “Netlik [de] insanın en büyük gücüdür.”[2] Bu bir.

Kılıçdaroğlu sadece Kılıçdaroğlu değildir! (1ci bölüm)

Açıklama: Bu yazı, Kılıçdaroğlu’nun CHP’nin Genel Başkanlığına getirildiği dönemde, 2010 tarihli Partizan’ın 72. Sayısında yayımlanmıştır. Yazı eski olsa da, yazılanlar eski sayılmaz. Zira Mayıs 2023 seçimlerinde “halkın umudu” olarak önümüze konan Kemal Kılıçdaroğlu ve CHP’sinin burjuva-feodal sistemde oynadığı rol, özellikle de seçim sonuçlarının açıklanmasının ardından açık bir şekilde ortaya çıkmıştır. Ve ortaya çıkan bu gerçeklikler, Partizan makalesinde dikkat çekilen ve tespitleri yapılan gerçekliklerle uyumludur.

Sayfalar