PARTİZAN: 7Haziran'dan 1 Kasım’a değisen kosullar ve seçim tavrimiz
7 Haziran seçimleri bir nevi geçersiz sayılarak, 1 Kasım’a işaretlenen yeni bir seçim süreci başlamış durumda. 7 Haziran seçimi, sistemin politik krizine çare olmak bir yana yeni krizleri de yanına alarak “yeniden bir seçime” doğru evrilmiştir. 7 Haziran sonrası Türk hakim sınıflarının hükümetteki kliği AKP, seçimden istediği sonuçla çıkamamanın ve zayıf düşmesinin yarattığı sonucu bertaraf etmek için, kendi iç çelişki ve yarılmalarını da büyüterek, tam da 12 Eylül anayasasından aldığı yetkilerle seçimi yeniden örgütledi.
Bu süreci örgütlerken de Kürt ulusal mücadelesine ve halkına saldırıyı temel manivela haline getirdi. Tam bir savaş konseptiyle seçimin sonuçlarını ayaklar altına aldı. Suriye’ye ve Rojava’ya yönelik saldırganlık iştahını bu dönemde ABD ile IŞİD umacası üzerinden mide bulandırıcı bir pazarlık ve verdiği tavizlerle olgunlaştırmaya çalıştı. Düne kadar siyasal ve lojistik olarak desteklediği, arkasında durduğu Cihadist örgütlerle, mücadele adı altında yine esasta Kürt ulusunun kazanımlarına saldırıyı bir yönelim olarak belirledi.
Ayrıca bu süreçte “eğit-donat”, “İncirlik Üssü’nün kullanıma açılması” gibi olanakları ABD emperyalizmine sunarken karşılığında Kürtlere her cepheden daha rahat saldırma olanağını kazanmaya çalıştı. Bu hesapları yine yeniden kursağında kalırken de tekrar büyük bir terörle mücadele “torbası” oluşturarak başta Kürt Ulusal Hareketi olmak üzere tüm devrimci ve demokrat kurumlara karşı saldırıya geçti. Tersi bir tablo çizmeye çalışsa da aslında, korkak ve tedirgin bir ruh hali ile PKK ile ateşkesi bozarak hamlesini genişletti. Ancak tablo, PKK ile savaş değil Kürt halkı ile savaşa kilitlenerek sokak ortasında, evlerde silahsız insanları infaz etmeye dönüştü.
Hakim sınıf klikleri arasındaki dalaşın politik alanda yarattığı kriz ve devrimci olanaklar
Bu saldırı konsepti içinde Kürt düşmanlığı azgın ve hoyratça kabartıldı. HDP, açık tehditlerle yıldırılmaya, adeta siyaset yapması engellenmeye, yasaklanmaya çalışıldı. HDP’nin “Seni başkan yaptırmayacağız” şiarlı seçim kampanyasının savaşın gerekçesi olduğu dahi dillendirildi. Yine Türkiye Kürdistanı’nda onlarca seçilmiş belediye eş başkanı, yüzlerce siyasetçi ve faaliyetçi tutuklandı ve bazıları görevlerinden azledildi. Daha önce de uygulanan bildik senaryo, azgınca hayata geçirildi. Diğer yandan ise “barış süreci”nin iplerinin tümüyle koparılmaması için bir denge siyaseti izlenmesi gerekiyordu ve öyle de yapıldı. Kürt ulusal mücadelesi ve hareketinin, hak ve talepleri tümüyle gündem dışına itilirken, büyük bedeller ödenerek belli oranda kazanılan özgürce siyaset yapma vb. haklar hızla biçilmeye, baskı altına alınmaya çalışıldı. Bu süreç, hem fiili hem de psikolojik savaş hali eşliğinde sürdürüldü ve sürdürülmeye devam ediliyor.
Ancak hayata geçen bu senaryo; halkın şovenizme eskisi kadar kolay prim vermeyen tutumu, savaş halinin R. T. Erdoğan’ın hırs ve ihtirasıyla şekillenen bir gerçeklik olduğuna dair kanaati ve gösterilen tepkiyle bir açıdan geri tepti. Bu politik iklim, TC devleti açısından sürdürdüğü savaşın trajik hale bürünmesini de getirmiştir.
Bu dönemde seçimlerle düşürülen hükümet, fiilen aylarca görevde kalmış, oluşan yeni meclis çalışmaları kilitlenmiş, egemen sınıflar andaki uygulamalarıyla aslında parlamentonun gerçekten bir ahır olduğunu avazları çıktığı kadar bağırmıştır. AKP ve R. T. Erdoğan, yeni hükümet kurma sürecini bir oyalamaya taktiğine çevirmiş, istedikleri türden bir koalisyon için savaşı körüklemiş, mevcut teamüllere göre ana muhalefete verilmesi gereken hükümet kurma görevini dahi yerine getirmemiştir.
Meclis ve seçimler üzerinden “millet iradesi” demagojisi yapmaktan geri durmayan hakim sınıflar, kendileri açısından koşullar değiştiğinde tüm ifadelerini, teamülleri ayakları altına almaktan çekinmemektedirler. Bu durumun işaret ettiği nokta, hakim sınıflar arasındaki çelişkinin boyutudur. Elbette ki devrimci komünistler olarak bizler, hakim sınıf klikleri arasındaki dalaşta esas olarak bu kapışmanın politik alanda yarattığı kriz halinin oluşturduğu imkanlara yoğunlaşmalıyız. Çünkü süreç, bir anlamda kitlelerin burjuva kurumlarından neyi, ne kadar elde edebileceklerini yani sistem içi çözümlerin sınırını ve alternatif olma(ma) halini görmelerini sağlamıştır ve sağlamaktadır.
Dizginlerinden boşalan faşist saldırganlık
7 Haziran yenilgisinin acısını her alanda saldırganlaşarak çıkarma hedefi güden R. T. Erdoğan ve AKP’nin gözü adeta kararmış durumdadır. Oy oranını artırmak için yapmayacakları oyun, hırsızlık yok gibidir. Hatta kendi yasalarına göre “tarafsız” olması gereken Cumhurbaşkanı T. Erdoğan seçim çalışmalarına çoktan başlamış durumdadır. Katıldığı her etkinlikte, ağzından salyalar akıtarak, “müzakere sürecinin buzdolabına kaldırıldığı”dan, “tek bir terörist kalmayıncaya kadar savaşı sürdürmek”ten, “temizlikten” bahsetmektedir. Onun dışında kalan AKP kurmayları da aynı üslup ve dili kullanmaktan çekinmemekte, yandaş medya ise rezillikte zirve yaparak 90’ların “Anadolu’dan Görünüm” formatına bürünmüş psikolojik savaş aygıtı olmuştur. Faşist saldırganlık dizginlerinden boşanmış, halka yönelik saldırganlık artırılmıştır.
Bu kısa sayılabilecek zaman dilimi içinde nerede ise tüm demokratik eylemler engellenmiş, uzun yıllar ve mücadeleler sonucu kazanılmış eylem alanları fiili olarak yasaklanmış, Kürt halkının özyönetim ilan ettiği alanlarda sivillere yönelik katliamlar hayata geçirilmiş ve geçirilmektedir. Yüzlerce insan gözaltına alınmış, yüzlercesi tutuklanmıştır.
Sadece Cizre’de on gün içinde yaşananlar bile devletin faşizan ve intikamcı yüzünün berrak bir örneği durumundadır. Öz yönetim açıklamasının ardından belediye eş başkanı görevinden alınmış ve sonrasında görevden el çektirilmiş, sokağa çıkma yasağı ilan edilmiş ve faşist saldırılar eşliğinde halka abluka uygulanmış, bu süreç boyunca halkın hiçbir ihtiyacını gidermesine izin verilmemiş, onlarca insan saldırılarda yaralanmış, 23 kişi keskin nişancılar tarafından katledilmiştir.
Son olarak 6 Eylül tarihinde PKK tarafından Hakkari Yüksekova Dağlıca’da operasyona çıkan faşist kolluk güçlerine savunma temelinde örgütlenen ve onlarca kayıp verdirilen saldırının ardından devlet destekli linçi güruhlar tekrar sokaklara salınmış ve önlerine ne gelirse yakıp yıkmaya kodlanmış sivil faşistler tarafından sadece bir gecede 128 (toplamda ise 400’ün üzerinde) HDP il ve ilçe binası hedef alınmış, Kürtçe konuşan bir genç katledilmiş, mevsimlik Kürt işçileri saldırıya maruz kalmış, Kürt illerine giden araçlar taşlanmış, araçlarda kimlik kontrolü yapılmış, Irak Kürdistanı savaş uçakları ile bombalanmış ve Kürtler her yerde açık hedef haline getirilmiştir.
Eleştiri silahımız ve hakkımız devrimin çıkarları içindir!
Bu süreçte HDP aldığı oyun hakkını veren, halkın gelişerek büyüyen tepkisini seçim sonuçlarının meşruiyetini ve oluşan rüzgarın etkisini de arkasına alarak kullanan bir siyasal konumlanış içinde olmamıştır. Düşük profilli bir muhalefet hattı oluşturmuş ne parlamenter zemini ne de eylem ve sokak ayağını etkin şekilde kullanmamıştır. Liberal burjuva kesimlerin ve AKP ile çelişkisi olan egemen sınıfların diğer kliğinin “barış” söylemlerinin etkisi altında kalan bir kafa karışıklığı ve politik muğlaklık içinde olmuştur. Türk ve Kürt halkının ortaya çıkan çatışmada gayet sarih ve net bir şekilde tespit ettiği haklı ve haksız ayrımını, politik ve ideolojik bir cüretle güçlendirmek ve geliştirmek bir yana bu düzeyde bir netlikle ifade etmekten bile uzak bir duruş sergilemiştir. PKK’ye tek taraflı ateş kes çağrıları yapılmasını isteyen psikolojik savaş ikliminden kurtulamamış, halkın barış isteyen tutumunu adeta “üçüncü” bir taraf konumunda en fazla “çift taraflı ateşkes”, “seçim güvenliği” gibi muğlak barış politikasıyla karşılamaya çalışmıştır. Ancak ezilen kesimler bu savaşta her zamankinden farklı olarak Türk egemenlerinin haksız konumunu kavrayarak bir barış isteği içinde olmuştur. Bu süreçler demokratik-ilerici kesimler için üçüncü taraf konumunda durma gibi politik bir zaafı, liberal barış tutumlarını kaldıracak süreçler değildir. HDP, seçimde devrimci-demokrat söylemlerle elde ettiği başarıyı sistem içileşme, reformist çizgi kargaşası ve bunun doğurduğu muğlakla şekillenen siyasetten yana kullanmıştır. Sistemin kadim liberal unsurlarının psikolojik ablukasında kalmış, daha fazla başarı (daha büyük oy oranı) için geri olana daha fazla prim veren bir siyasal yönelim içinde olmuştur. Adeta seçim oyununa ve başarısına kilitlenmiş, bu anlamda halkın devrimci enerji ve iştahını bu oyunun hapishanesi içine sokma eğilimi oluşturmuştur.
HDP seçim hükümetine bakan vererek bu yaklaşımına son halkayı da eklemiştir. Karşı-devrimci dalgayı şiddet, silah ve baskıyla arttıran, bu noktada kararlılık beyan eden bir hükümet yapısının bileşeni olmuştur. Bu anlamda fiilen işlevsiz kalacağı bir yetkiyi eline almaya çalışmış, ancak halka karşı işlenecek suçların görünürdeki karar organında yer alarak ona meşruiyet katmıştır. HDP’nin “savaşı engellemek için”, “seçim güvenliği için” gibi gerekçe ve yaklaşımları tipik bir reformizmdir. Ancak daha önemlisi bu tablo demokratik-ilerici damarlardan kan kaybeden bir tutuma işarettir. Halkın değişim ve devrim isteyen talep ve isteklerini, bunu HDP aracılığıyla gerçekleştirme hevesini siyasal olarak geri bir politikaya eklemlemek anlamına gelecektir. Bu ve benzer yönelimler HDP’nin reformist, demokratik niteliklerinin parlamenter zeminde daha fazla güçlenmesine paralel aşındıracağını, halka yönelik saldırılar karşısında sistemde daha fazla yer edinerek bu süreci aşmayı esas kılacağına dair tehlikelere işaret etmektedir.
Bu eleştirilerimiz sınıfsal çizgilerle netleştirilmiş, halkın çıkarları, devrimci yönelim, devrimin yol ve yöntemleri gibi kesin ayrım çizgilerimizle belirlenmiş eleştirilerdir. Açık ve doğrudan eleştiriler yapmak hala ilerici, demokrat ve müttefik gördüğümüz bir güce yönelik olmazsa olmazımızdır. Bu bağlamda HDP’yi hala halk saflarında reformist bir oluşum ve demokratik halk devriminin müttefik gücü olarak tanımlamaya devam ettiğimizi belirtelim.
Gelişmeler bu yönde ilerlerken bir yandan devrimci durum olgunlaşıp gelişirken, diğer yandan reformizm, bu devrimci durumun sistem içine yedeklenmesinde ciddi bir tehlike ve tehdit olarak durmaktadır. HDP, bir yandan demokratik hak ve özgürlükler mücadelesinin esaslı bir dinamiği iken diğer yandan reformist dinamiğin de en güçlü damarını temsil etmektedir. Üstelik bu yeni bir olgu değildir. 7 Haziran seçimleri öncesinde de var olan bir gerçekliktir.
Nitekim HDP’nin 7 Haziran’ın sloganı olan “Bizler Meclis’e” şiarından “Bizler iktidara” şiarına evrilen iddia ve politik konumlanışı, aynı zamanda “devrimci” söylemlerle sistem içinde, meclis yoluyla toplumsal bir devrim yapılabileceğine ve değişim sağlanabileceğine dair yanılsama da yaratmaktadır.
Bu anlamda seçimler ve parlamento yoluyla sistemin demokratikleştirilebileceği, hatta ezilenlerin iktidar olabileceği vs. şeklinde hayallere sahip olanlarla aramızda kalın bir ideolojik çizgi olduğunu bir kez daha kaydetmemiz gerekir. Türkiye gibi ülkelerde devrimin meclis çoğunluğu sağlanarak, zor aygıtı kullanmaksızın, devletin bütün aygıtları parçalanmaksızın gerçekleştirilemeyeceğine dair dünya görüşümüz, politik tutumumuz ve ideolojik yaklaşımımızla, söz konusu bu tutumun tam bir sınıfsal karşıtlık içerdiğini ve de bu akımlara karşı ideolojik/teorik mücadelemizi kesintisiz bir şekilde vereceğimizi belirtiyoruz. HDP’nin iktidar olmayı gerçekleştirme ve iktidar anlayışı ile bizim iktidar olmayı gerçekleştirme ve iktidar anlayışımız arasında kalın, net ve uzlaşmaz bir çizgi vardır.
Kürt Hareketi’nin yanında yer alma tutumu ve seçimler
Ancak tüm bu belirleme ve eleştirilerimiz öteden beridir var olmakla birlikte; her türlü burjuva ayak oyunlarıyla yeniden örgütlenen 1 Kasım seçimlerinin, esas olarak faşist AKP kliğinin gerici, pervasız ve saldırgan politikalarının sınavdan geçeceği bir test durumuna dönüştüğünü de öngörmek gerekir. 7 Haziran seçimlerinin yenilenmesi anlamında böyledir bu. 1 Kasım seçimleri özellikle Kürt ulusal mücadelesinin ve hareketinin yoğun bir saldırıya maruz kaldığı ve -görünen o ki- kalacağı bir politik atmosferde gerçekleşecektir.
Kürt Ulusal Hareketi, önderlik ettiği Kürt ulusal haklarını kazanma mücadelesinde “özgürce siyaset yapma”, “demokratik haklarını geliştirme” perspektifi ve tutumunu güçlü bir şekilde korumaktadır. Bu reformcu ancak Demokratik Devrim süreci içindeki Türkiye koşullarında son derece haklı ve meşru talepler uğrunda ağır bedeller vermekte, can bedeli bir direniş sergilemektedir. Şurası açıktır ki, Kürt ulusunun legal siyaset yapma, barışçıl yollarla taleplerini dile getirme ve gerçekleştirme hakkı vardır ve son derece meşrudur.
Ezilen Kürt ulusu ve hareketinin bu talepleri, ilericidir, demokratiktir, meşrudur ve haklıdır.
Bu noktada -7 Haziran seçim sonuçlarının da gösterdiği üzere- Türk halkının hiç olmadığı kadar bu taleplere sıcak baktığı, hak olarak gördüğü bir dönem yaşanmaktadır. Bu “sıcak bakma” ve “hak olarak görme” durumu, HDP’de somutlanmaktadır. Bu noktada kat edilecek her mesafe, kazanılacak her hak hem siyasal hem de toplumsal bir gelişme ve ilerleme anlamına gelecektedir.
Partizan olarak 7 Haziran seçimlerinde olduğu gibi 1 Kasım’da da HDP’yi destekleme tavrımızı sürdüreceğiz. Meclis ve legal siyaset Kürt ulusunun özgürce siyaset yapma hakkının bir parçasıdır. Bizler elbette bu hakka karşı uygulanan faşist baskıya karşı dün olduğu gibi bugün de Kürt ulusunun ve onun legal alandaki siyasal temsilcisi HDP’nin yanında yer aldık/alıyoruz. Ancak Kürt ulusunun haklı ve meşru taleplerini desteklerken, bu taleplere omuz verirken, sorunun gerçek anlamda bu yöntemle çözülemeyeceğinin de bilincindeyiz. Bu bağlamda HDP milletvekili listesinde yer alarak aday göstermeyi yerinde ve doğru bir tutum olarak görmüyoruz. Bu dönemde 7 Haziran seçimlerinde olduğu gibi aday gösterme üzerinden bir faaliyet yürütmeyeceğiz.
Parlamentoyu -özellikle de- 7 Haziran seçimleri sonrası taktik olarak bir araç veya olanak olarak görmediğimizin altını çizmeliyiz. Öyle ki, sadece son süreçte yaşanan gelişmeler dahi meclisin göstermelik karakterini ve incir yaprağı rolünü çok daha fazla açığa çıkarmıştır. Parlamento kürsüsü bu süreçte taktik değerini ve önemini dünden daha fazla kaybetmiştir. Artık bizzat cumhurbaşkanının, başbakanın ve bilumum devlet kadro ve mekanizmasının üstünde tepindiği, meşruiyetini alaşağı ettiği ve bunu da politik krizi harlayarak yaptığı koşullarda bu kürsüden çıkacak sesten çok, ezilenleri bu ahıra mahkumiyetten kurtaracak bir taktik politik yönelim daha fazla hasıl olmuştur.
Kürt ulusunun, legal demokratik siyasetin önemli bir bölümünü meclis yoluyla yapmasının, üzerinde oluşmuş baskıyı buradan edineceği güç ve olanaklarla bertaraf etme yöneliminin, yeni demokratik haklar kazanmasının nesnel bir zemini olduğunu kabul ediyoruz. Bu gerekçe ve nedenle, Kürt sorununun toplumsal ve siyasal ağırlığını göz önüne alarak, Kürt Ulusal Hareketi’yle eleştirdiğimiz ve farklılaştığımız tüm yaklaşımlarına ve onun özellikle reformist hattına, bu eksendeki eğilim ve yönelimine rağmen, etrafını kuşatmış gerici çemberde mücadelenin bir parçası olan seçimlerin de sembolik değerini göz önüne alarak destekleyeceğiz.
Ancak asıl önemli ve kritik olanın mücadelenin her tür biçimiyle, en aktif ve en yıkıcı olanla, inşa edici ve önderleştirici biçimiyle, hakim sınıfları en zorlayan ve zora sokan silahlı, eyleme dayanan, meydanları, sokakları, tarlaları, fabrikaları, amfileri ve okulları hareketlendirmek olduğunun altını çizerek ve hayata geçirerek yapacağız bunu.
Partizan olarak devrimci sorumluluğumuzu her faaliyet sürecinde yetkinleştirerek ve geliştirerek hareket etmeye çalıştığımız gibi, bu süreçte de küçük büyük hiçbir devrimci sorumluluktan kaçınmayarak, Demokratik Halk Devrimi’nin esaslı görevlerine, anın görevlerini yedirerek hareket edeceğiz. Reformizm tehlikesiyle net ve açık bir mücadele örgütlerken, aynı zamanda Kürt ulusunun reform yoluyla gerçekleşecek hak ve özgürlüklerinin yanında yer alacak, yaşamın her alanında, meydanlarda, sokaklarda, dağlarda katledilen halkımızın yanında olarak; yine yaşamın her alanında, meydanlarda, sokaklarda, dağlarda tüm biçimlerle mücadeleyi yükselterek yapacağız bunu…
Tüm gücümüz, devrimci enerjimiz ve yaratıcılığımızla bu kritik sürecin bize yüklediği görevlere dört elle sarılarak, özgün çalışmalarımızı derinleştirip yaygınlaştırarak ve büyüterek yapacağız…
PARTİZAN
Eylül 2015