Cuma Nisan 19, 2024

Kürtlerin son savaşı mı?

Türk devletinin desteğinde İŞİD’in Kobane’ye yoğun saldırısı ve yaşanan insanlık dramı nedeniyle Türkiye’de, başta PKK taraftarları olmak üzere tüm ilerici kamuoyunu ayağa kaldırması önemli bir gelişmeydi. 

Özellikle, 7-8 Ekim tarihleri arasında her yerde kitlesel protesto gösterileri, devlet güçlerinin kitlelere saldırması sonucu yaşanan gelişmeler ve katliamlar, kitlelerin öfkesini daha da artırdı. Hemen hemen tüm Kuzey Kürdistan’daki Kürt şehirlerinde kitleler sokaklara çıktı ve devlet güçlerine karşı direndi. Devlet, bir çok Kürt ilinde ve ilçesinde sokağa çıkma yasağı uygulamasına karşın, kitleleri sokaklardan evlerine sokamadı. 

Batı’da benzeri direnişler oldu ve hala yer yer devam etmektedir. Bu aynı zamanda devrimci ve ilerici güçler ile Kürt hareketinin ortak hareket edişi açısından da önemliydi. Ve bu sınıfsal bir dayanışmaydı. Kürdistan, Türk devleti tarafından boğazlanırken, Batı sessiz kalmadı. Türk kitlesi de buna önemli bir destek sundu. Bu, Kürt ve Türk işçi ve emekçilerinin ortaklaşa hareketiydi. Ve özellikle Kürt illerinde yaşlısından gencine kadar çoğunluğun sokaklara çıkması ve devletin vahşetine karşı baş kaldırması, “edi bese!” (yeter artık) demesinin bir öfkesiydi. Devletin (ve önderliğin) oyalamalarına karşı da bir öfke seliydi. Hırpalanmalara, aşağılanmalara, katliamlara, sorgusuz sualsiz öldürme ve yargılamalara, işkencelere, kitlesel tutuklama ve ağır hapis cezalarına, linç edilmelere, kimliklerinin ve dillerinin yok sayılmasına karşı bir başkaldırıydı. Kobene olayı, bunu bir kere daha orta çıkmasının sadece kıvılcımı oldu. 

Ne var ki, bu gelişen hareket, Türk devletini (devletleşen AKP’yi) telaşlandırdı ve hareketin daha da büyüceğinden korkularak (ki büyüyecekti), bir taraftan direkt asker devreye sokulurken, öbür yandan ise, “müzakereci” MİT elemanları hemen İmralı’ya gönderilerek, artık, ne olduğu, herkesçe malum “derin müzakere”ye zarar gelmemesi için kitle hareketinin durdurulması istendi. Hükümet’in isteği doğrultusunda Öcalan HDP’ye bir açıklama yaptırdı. Basına da yansıyan HDP yöneticilerinin “basın toplantı”sında “terlemeleri” ve “sıkıntıları”, kitleyle Öcalan-Hükümet ikilisi arasında kalmaları ve onların (müzakarecilerin) isteklerini kamuoyuna açıklamalarıydı. Böylece hükümet derin bir soluk aldı ve bir kere daha "derin müzakere"nin yararını gördü. 

Oysa, kitlelerin sokaklara çıkmasının nedeni ortadan kalkmamıştı, üstelik en yetkili ağızlardan PKK terör örgütü görülürken, çıkarılan “tezker”de ise, amaç İŞİD değil, “PKK terör örgütü” tehlikesine dikkat çekiliyordu. Kobane’nin en büyük düşmanı İŞİD değil, onu destekleyen Türk devleti olduğu görülmelidir. Ölümüne ayağa kalkan kitleler bunu net olarak görüyor. 

Bütün bunlara karşın “derin müzakere”ye devam edilmesi, Türk devletinin isteklerinin Öcalan tarafından kabul edilmesi ve Öcalan vasıtasıyla da PKK ve Kürt ilerici kitlesine dayatılmasıydı. Bunlar olurken, Kobane yanmaya ve her geçen gün kan kaybetmeye ise devam ediyordu. Ve Türk devletini İŞİD’e desteği ise çok yönlü olarak devam ettiği ise bizzat PYD ve YPG’nin en yetkili ağızlarından, “görüntüleriyle” dünyaya açıklanıyordu. 

İlginç olan bir başka nokta ise; “bayrak yakma”, “Atatürk büstünü kırma” ve “kamu malı tahribatı”nın devlet tarafından bilinçli olarak öne çıkarılması ve bu karşı-devrimci propagandanın kitle hareketinin karşısına HDP yöneticeleri tarafından da bir engel olarak çıkarılması korkaklığıydı. 40’a yakın insanın katledilmesi, yaralamalar, gözaltılar ve devletin kendi yasalarını çiğneme pahasına saldırması ve vahşeti ise “yasal” gösteriliyordu. Ve öbür yandan ise sivil faşistlerin sokaklara polis koruması altında salınması ve göstericilere saldırtılması ise görünmezden geliniyordu. Varsa yoksa “bayrak yakma” hikayesi üzeriden kitle hareketi basıklanmaya, pasifleştirilmeye ve niteliksizleştirilmeye çalışılıyordu. 

Bu olaylar, bir kere daha gösterdi ki; HDP, Öcalan’ın gölgesinden kurtulamayacak ve bağımsız olarak hareket edemeyecektir. Bunu öncelikle HDP içinde yer alan devrimci hareketlerin (bunların bir çoğu kendilerine marksist diyor) düşünmesi gerekiyor. HDP, devrimci kitle hareketlerini, hükümetin isteği doğrultusunda pasifleştirme partisi mi, yoksa, kitle hareketlerini daha ileriye götürme ve hükümetin faşist baskılarına karşı koyma hareketi mi? Öncelikle buna karar vermeleri gerekiyor. 

HDP eş başkanlarından Demirtaş; “hükümetle ortak çalışarak olayları durduracağız” yönlü açıklaması ise, direkt Öcalan jargonlu bir açıklamaydı. PKK’yı terör örgütü gören ve bu yönlü sık sık açıklama yapan bir hükümet, yine kitlelerin en barışçıl yürüyüşlerini ve protestolarını kanlı bir şekilde bastıran ve insan katletmekten çekinmeyen bir hükümet var ortada. Ve böylesi bir hükümetle “ortak çalışma” açıklaması, olsa olsa faşist AKP hükümetini temize çıkarıp, sokaklarda haklarını arayan kitleleri “terörist” ilan etmeye kadar götüren bir yaklaşımı da, kitlelerin haklı öfkesinin üzerine ağır bir yük olarak bırakıyor. Devlet terörü karşısında kitlelerin haklı “terörü”nü öne çıkarmak, onu suçlayıcı yaklaşımlar sergilemek, aymazlıktan öte sınıfsal bir bakışın ürünü olabilir. 

Devrimci kitle hareketlerinin, toplumsal sınfların saflarını netleştirici bir özelliği vardır. Bu tür hareketler, küçük burjuvaların yüzünü daha net olarak ortaya çıkarır. HDP’nin kendi içindeki tutarsızlığı ve korkaklığı ise bu büyük kitle hareketinin gücü karşısındaki tavrıyla belirgin bir hal almıştır. Küçük burjuva sınıf uzlaşmacı bir siyesetle devrimci kitle hareketi ileriye taşınamaz. Olsa olsa, kitlelerin devrimci kalkışı karşısında korkaklığa kapılınır ve burjuvazinin sınıfsal çıkarlarına kurban edilir. Olan ve yapılmak istenen budur. 

Sosyal medyada,  son kitle hareketine “kürtlerin son savaşı” adı verildi. Ne yazık ki, hiç de “son savaş” olmayacak. Kitle, öncelikle önündeki engeleri görmesi gerekiyor. “Hükümet ile ortak çalışarak olayların önünü alacağız” diyen bir “müzakereci” anlayışı yıkması gerekiyor. Bu, sınıf uzlaşmacı “derin müzakere”ler sürdüğü sürece, Kürtler daha çok savaş görecek ve daha çok katledilecek. 

Kobane olayı ve son kitle hareketleri nedeniyle hükümet hem içte hem de dışta oldukça zor duruma düşmüştü. Böylesi bir durumda hükümete kol kanat germek anlamına gelen açıklamalar ve pratikler sergilemek, faşist AKP hükümeti ve devletine can simidi olmak demektir. 

Bir diğer nokta ise, nedense “müzakere” MİT üzerinden yapılıyor. MİT ise kriminal bir örgüttür. Varoluş nedeni ve tüm faaliyeti bu yöndedir. Hükümette başından itibaren PKK’yı siyasi bir hareket olarak kabul etmedi ve halen bu anlayışını açık-seçik olarak devam ettiriyor. PKK, öncelikle böylesi bir “müzakere” yöntemini reddetmelidir. Bundan PKK kazançlı çıkıp hükümet zor durumda kalacaktır. Hükümetin PKK ile “müzakere” yapıyor görüntüsünü vermesi boşuna değildir. Ancak, ortada gerçekten de bir “müzakere” yoktur. Sadece tek taraflı işleyen bir "müzakere" konsepti var denebilir. Bugüne kadar olan gelişmeler bunu net olarak gösterdi. Hükümetin amacı; PKK"yi önce zayıflatmak, eylemsel gücünü kırmak ve zaman içinde de tasfiye etmektir. En azından, PKK’yı Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da eylemsizleştirerek kendine siyala güç kazandırmasıdır. Ama, Rojava’ya karşı ise bütünüyle yüklenen bir Türk devleti var. Ayrıca bütün sınır karakollarını “kalekol” yaptıran bir Türk devleti var. Bütün bu önlemler ve hazırlıklar Türk devletinin PKK’ya yönelik hazırlıklarıdır.
Kandil  ise, (kendi deyimleriyle) "önderlik" ile kitlelerin ileri talepleri arasında sıkışıp kalmış gibi gözüküyor. PKK kitlesi, son serhildanıyla beraber "önderlik"ten daha ileri bir noktada olduğunu ortaya koydu.

Maalesef, Kobane’nin kuzeyinden gelen güçlü kitle desteğini pasifleştirme siyaseti, Kobane halkına ve elbette tüm Kürtlere, çok pahalıya mal olacak gibi gözüküyor.

11.10.2014


80005

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Yusuf Köse

“Hamas-İsrail Çatışmasında” İtidal Çağrısı Yapmak…(Polemik)

Filistinli 14 direniş örgütünün, 7 Ekim günü “Aksa Tufanı” adıyla İsrail devletine yönelik operasyonu, başta Ortadoğu olmak üzere tüm dünyada büyük bir yankı uyandırdı. Hamas gibi İslamcı örgütlerin yanısıra ve de Filistin Halk Kurtuluş Cephesi, Filistin Demokratik Halk Kurtuluş Cephesi gibi Marksist eğilimli hareketlerin de yer aldığı hamle, Siyonist İsrail’in tarihi boyunca aldığı en büyük darbelerden biri olarak kayıtlara geçti. Sözkonusu direniş, kısa sürede dünyanın dört bir yanında devrimci, ilerici güçler nezdinde çok ciddi saflaşmaları da beraberinde getirdi.

“Çizgimiz Nubar Ozanyan’dır!” (Deniz Aras)

7 Ekim sabahı Filistin Ulusal Direnişi’nin Siyonist İsrail işgalciliğine ve zulmüne karşı “Aksa Tufanı Operasyonu” başlatması başta siyonizm olmak üzere bölge gerici devletleri ve siyonizme koşulsuz destek veren emperyalistlerde şok etkisi yarattı.

Hamas öncülüğünde başlatılan ve aralarında Filistin Ulusal Hareketi’nin tarihsel öznelerinden Filistin Halk Kurtuluş Cephesi gibi devrimci örgütlerin de yer aldığı “Operasyon Odası” tarafından yönetildiği açıklanan bu hamle, tüm dünyada olduğu gibi coğrafyamızda da tartışmalara yol açtı.

Yerini Bulan Her Vuruş Acı Verir!

Komünist partileri yaptıkları eylemleri kamuoyuna açıkladıkları gibi, yanlış yaptıkları eylemleri de kamuoyuna açıklar ve özeleştirisini yaparlar. Yanlış eylemlerin özeleştirisinin yapılması, o partinin dürüstlüğünü gösterir ve bu tür özeleştiriler kitlelere ve parti kamuoyuna güven verir.

Arif Alıç, 1978 yılında Hıdır Aykır ile Bayrampaşa  Hapishanesinden kaçtı. Parti tarafından kırsal (Dersim) alana gönderildi. 1981 yılının ortalarında, TKP/ML üyesi bir kişi tarafından öldürüldü.

Bu makaleyi, yazarken ölüm haberini aldığım, sevgili yoldaşım Turan Talay'ın anısına adıyorum.

Türk Tekelleri Afrika'yı Çok Çooook Sevdi!

TKP-ML Ortadoğu Parti Komitesi:Faşizm Ve Siyonizm Kaybedecek, Filistin ve Rojava Kazanacak!

Ortadoğu ezilen halklarının ezeli düşmanları olan Faşist T.C. ve Siyonist İsrail devletlerinin halklara yönelik saldırıları ile ezilen Rojava ve Filistin halklarının direnişine şahit oluyoruz. Bu gerici güçler, tüm teknolojik üstünlük ve emperyalist devletlerden tam destek görmelerine rağmen, Filistin ve Rojava halklarının direncini, mücadele kararlılığını kıramıyorlar. Egemenlerin tüm saldırılarına rağmen belirleyici olan yine halkın öz direnişi ve kararlılığı oluyor. Filistin ve Kürdistan halkları; İsrail Siyonizmine, T.C.

Arstahk: “Biz Beyaz Bayrak Kaldırmayız!”

Ermeni halkının soykırım ve tehcir tarihine bir yenisi daha eklendi. 1915 bitmedi. Bu kez TC destekli Azeri faşizmi eliyle utanç dolu katliam gerçekleşti. 19 Eylül günü Karabağ’ın (Arstahk) Başkenti Istepanagerd başta olmak üzere Karabağ’ın dört bir yanına saldırılar başlatan Azeri işgalcileri, saldırının birinci günü tamamlanmadan aralarında kadın ve çocukların da olduğu 35 kişiyi öldürüp yüzlerce sivil insanı yaraladı.

Vurun Abalıya - Çaresizsen Güneşe Bak... Cızz....

Proletaryalarda öğren proletaryalara öğret.

Nolurrr.... nolurrr.... bir kez de kabahati....

Fakirlik güzel şey... fakirlik güzel şey..

Hele de birde seni deniz kampına götüren, yanacam diye de çakma (yoğurt) yağlarıyla, insanın midesini bulandıracak bir şekilde,  orasını burasını yakan o... fakir...  insanları bırakıpta deniz manzaralı villalarda sabah kahvaltısı yapabilecek dostlarınız varsa... gerçekten fakirlik güzel şey.... gerçekten fakirlik güzel şey...

Kılıçdaroğlu sadece Kılıçdaroğlu değildir! -2-

Burjuva-feodal politika yapmanın bazı “incelikleri”!

II. ABDÜLHAMİD MEVZUU[*]

 

“Gerçeği bilmeniz gerekiyor,

gerçeği aramanız gerekiyor.

Gerçek sizi özgür kılacak.”[1]

 

“ÖZELEŞTİRİ”NİN ELEŞTİRİSİ[*]

 

SİBEL ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER

 

“Sende, ben, imkânsızlığı seviyorum, 

fakat aslâ ümitsizliği değil.”[1]

 

Anlama/ ve kavramanın dünyayı değiştirmek için mücadele edenler için eleştirel bir “olmazsa olmaz” olması yanında; “Netlik [de] insanın en büyük gücüdür.”[2] Bu bir.

Kılıçdaroğlu sadece Kılıçdaroğlu değildir! (1ci bölüm)

Açıklama: Bu yazı, Kılıçdaroğlu’nun CHP’nin Genel Başkanlığına getirildiği dönemde, 2010 tarihli Partizan’ın 72. Sayısında yayımlanmıştır. Yazı eski olsa da, yazılanlar eski sayılmaz. Zira Mayıs 2023 seçimlerinde “halkın umudu” olarak önümüze konan Kemal Kılıçdaroğlu ve CHP’sinin burjuva-feodal sistemde oynadığı rol, özellikle de seçim sonuçlarının açıklanmasının ardından açık bir şekilde ortaya çıkmıştır. Ve ortaya çıkan bu gerçeklikler, Partizan makalesinde dikkat çekilen ve tespitleri yapılan gerçekliklerle uyumludur.

Sayfalar