Pazar Mayıs 5, 2024

Kentsel dönüşüm

Kentsel dönüşüm, kentin tarihince oluşan denetim dışı alanların düzenlenmesi ve yaşayan insanları bu düzenlenmeye göre biçimlendirme ereğidir. Kentin, sistemin ve geleceğinin planlanmasının bir adımı olarak sunulan bu yaklaşım; egemenlerin ideolojik, politik, ekonomik ve idari ihtiyaçlarının karşılanmasını hedefler. Bu hedefin gerçekleşmesi için öncelikli olarak bunun bir ihtiyaç haline gelmesi yada ihtiyaç olduğunun ön kabulünü koşul lamasıdır. Bu ön koşullar dizisi olmadan süreç başlatılamamaktadır. Bu süreç ülkemizin üretici güçleri ve üretim ilişkilerince tarihsel olarak hakim sınıflar (komprador burjuvazi ve büyük toprak sahipleri) çıkarınca şekillenmiştir. Bu şekillenme yakın tarihte 1950’lerde kırsal alana makinanın girmesi ile hızlanmış, 1960-1970 yıllarında kente göç yoğunlaşmıştır. Kırdan kente sürülen yığınlar kendi kaderine bırakılmıştır. Göç fazlasını “gelişmiş batı” ülkelere ‘davul ve zurna sesleriyle’ hakim sınıflar, kent merkezlerine yığılan kır yoksullarını, sanayii bölgelerine, fabrika, işlik, üretim atölyesi, çevrelerine serpiştirmiştir. Sadece sanayii yoğunluklu alanlara değil, büyük toprak sahiplilerinin olduğu tarımsal faaliyetin yoğunlaştığı Adana, Mersin, Aydın, Muğla vb. illere de sürülmüşlerdir.


Kentsel dönüşüme konu olan bu alanların ‘hukuk’a ve ‘plan’a uydurulması için çeşitli yasal düzenlemeler yapılmış ve ‘mülkiyet’ sorunlarının çözümleneceği ‘vaadiye’, ‘Kentsel dönüşüm modeli’ geliştirilmiştir. Ama ne oldu da bu dönüşüm tamda 2000lerin ortalarında görünür ve 2016larda belirgin hale gelmiştir. Konunun tarihselliğine bakmadan yapılacak değerlendirmeler sübjektif kalarak metafiziğin kurbanı olacaktır.


Kente 1950,1960,1970’li yıllarda yığılan emekçiler, geçimlik ihtiyaçlarını karşılama için ‘her işte’ çalışmış, yaşamını idame ettirmek için ‘gecekondular’ yapmış, yol, su, elektrik vb. ihtiyaçları için mücadele vermiş ve kursağından kıstıkları ile yaşam alanları olan gecekondu mahallelerini ‘yaşanacak hale’ getirme mücadelesi vermişlerdir. Vermeye devam etmektedirler.


Bu yaşam alanlarında “kentsel dönüşümün” ön kabulü için burjuvazi tarafından öne sürülen şartlardan bazıları şunlardır:
-Afet, Sel vb. riski bulunan alanlar olması
-Konutların depreme dayanıksız olması
-Alt yapı hizmetlerinin yürütülememesi
-Ulaşım Sorunları
-Fiziki ve Sosyal Donatı Yetersizliği
-İmar ve mülkiyet sorunları
-Çevresel Problemlerdir.
Bu sorunların çözümünü içerdiği ‘iddia’ edilen kentsel dönüşüm modellerinin bazıları da şunlardır:
Yenileme(Konutların yenilenmesi)
Soylulaştırma
Koruma
Yeniden Geliştirme
Düzenleme
Boşlukları doldurmadır
Bu modelleri Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, TOKİ, İnşaat Firmaları, Bankalardan oluşan üst yapı ile planlamakta, yukarında aşağıya doğru bir uygulama gerçekleştirmeye çalışmaktadır.


Kentsel Dönüşümün bu yönetimsel biçimi bile sorunun tarihselliği açısından bakıldığında sahte olduğu anlaşılmaktadır. Bankalar ve İnşaat Firmaları ekonomik yönünü işaret ederken, Çevre ve Şehircilik  Bakanlığı idari yönünü,, TOKİ ise ideolojik yönünü ifade etmektedir. İnşaat Firmaları Toprak rantını, Bankalar uzun vadeli faiz gelirini, TOKİ işçi ve emekçiler apolitik yetiştirecek konut bina çevre tasarımını, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı bu alanların yönetilebilirliğini planlayarak, ucuz işgücü depoları olan gecekondularının yatay kendiliğinden biçimini dikey denetlenebilir hale getirerek ezilenleri kuşatmak istemektedir. Kır ve Kent yoksullarının birikimlerini gasp etmek ekonomik yönüyken, yaşayış ve düşünüş biçiminin feodal içeriğini (milliyetçik ve dindarlık görünümlü gericilik) genişletmektedir.


Kentsel tasarımdaki donatı alanlarının içini kendi gerici ideolojisi ile doldurarak(gerçekte içini boşaltarak) yoksullaşmayı, ‘yoksun kalma’ ile bir kat daha artırarak, işçi köylü emekçileri, küçücük, havasız, iletişimsiz ortamlarda yabancılaşma ve yalnızlaşma içine sürüklemektedir. Kentsel dönüşüm modeli ile borç ödeme zincirine bağlanan işçi ver emekçiler kitlece büyütülerek, düşük ücret, sağlıksız, sigortasız ve eğitimden uzak, kültür sanat vb. düşünsel ilerlemeden yoksun insanlar haline getirilerek; ‘Kentsel Dönüşüm’, kentsel yaşama katılmalarını değil, kentsel yaşamın dışına atılmak anlamına gelir.
Kentsel Dönüşüm modeli zincirine yeni zincirler eklenen ezilenlerin ‘sesini’ kısmakta, idari, ekonomik, çevresel ve ideolojik olarak sistemin görünürdeki yanlışlıklarına dahi ‘suskun’ kalmasının bir yönünü oluşturmaktadır.


Kentsel Dönüşüm; ezilenlere ne yeni bir ‘yaşam’ sunmaktır ne de ‘değişim değeri’ içeren değerli konutlar sunmaktır. O ezilenlerin borçlarla bağlanmış çaresizliğinin ‘zenginleşme’ gibi sunulmasıdır.
Kentsel Dönüşüm ile hedeflenen şeylerin ezilenlerin çıkarına uygun hale getirilmesi mümkün müdür?
Bu soruya cevabımız evet mümkündür. Mevcut koşullar altında ve sınırları içerisinde bunun ekonomik temeli; Kentsel Rantın kentsel dönüşüm alanındaki hak sahipleri insanların yararına kullanılması ve dönüşümün finansmanında fon olarak kurulması, kullanılması sağlanabilmelidir.


Planlama yönünün Kentsel dönüşüm alanında kurulan dernek ve örgütlerin katılımı zorunlu hale getirilmeli ve bu dernek ve örgütlerin denetimine bırakılması sağlanmalı, hak sahipliğinin belirlenmesi ve hak sahiplerinin çıkarını içerek hale gelmesi sağlanmalıdır.


Unutulmamalıdır ki; bu koşullar sağlanmış olsa dahi ‘ev sahibi’ olmak ne geçmişte ne kırda ne de kentte barınma-konut sorununu çözmekten uzaktır.Tarih göstermiştir ki konut sahipliğinin arttığı yerlerde ücret ve maaşlarda bir düşme eğilimi(azalma) vardır. Buda Çalışanlara verilen ücretten ‘kira için’ ödenen kısmın kesilmesini ifade eder.


Kentsel Dönüşüm ile gerçekleştirileceği iddia edilen sorunların çözümünün şu anki örgütlenme yapısının, üst yapısının(Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, TOKİ, İnşaat Firmaları, Bankalar)  anlattığı şey bunun bir ‘iktidar’ olma sorunu olduğudur.


Kentsel Dönüşüm ile belirginleşen barınma hakkı ve konut sorunu, üretim ilişkilerindeki ‘konumumuzu’ belirlemektedir. Bunun kavranmaması; iki nesil önce “mal, mülk, para, servet, toprak” sahibi olan dedelerimiz ve ninelerimizin; günümüzde kurtlar sofrasında ‘işçi, emekçi, gündelikçi’ olan torunları olduğumuz gerçeğinin bilince çıkarılmamış olmasıdır. Burjuvazinin ve büyük toprak sahiplerinin egemenliği altında dünyanın her yerine sürüldüğümüz, çileli onlarca yıllık tarihsel gerçekliğimiz ışığında ‘kentsel dönüşüm’ zorbalığına karşı çıkmak, birlik ve birliktelikler kurmak, bu birliklere katılmak bugünü ve geleceğimizi savunmaktır.

47802

Taner özcan

Taner Özcan sitemizin köşe yazarıdır. Kültürel ve politik konularda yazılar yazmaktadır

Taner özcan

Halka Nasıl Yaklaşacağız?

Milyonlar açlık ve yoksulluk içinde, demokratik haklardan yoksun, özgürlük kırıntılarına bile muhtaç bir durumda yaşıyor. Haksızlık, hukuksuzluk ve adaletsizlik karşısında kitleler ya seslerini yeterince yükseltememekte ya da sınırlı sayıda insanla zulüm karşısında direnmeye çalışmaktadır. Birbirinden bağımsız, sınırlı direniş güçlerinin mücadele ettiği süreci yaşıyoruz. Damlaların derelere, derelerin nehirlere, nehirlerin bendlerini yıkacak duruma gelme ihtiyacı var.

“Kuruluşunun 100. Yılında TC’nin Diğer Yüzü Türkiye’de Ulusal Azınlıklar Sorunu”*

Türkiye’de ulusal sorun ve azınlıklar meselesini incelerken nasıl bir ülkede yaşadığımız, ülkeyi hangi sınıfların yönettiği, ulusların hangi tarihi koşullarda ortaya çıktığı, ulusal sorunun ekonomik ve politik nedenlerini açıklamak durumundayız.

Ulus, tarihsel olarak meydana gelmiş, ortak bir dil, ortak bir pazar, ortak bir kültür birliği ve ortak bir ruhi şekillenmende ifadesini bulan istikrarlı bir insan topluluğudur. Ulus, sadece tarihi bir kategori değil bir çağın, yükselen kapitalizm çağının ortaya çıkardığı bir olgudur.

Yüz yıllık çakma Türk devleti (Nubar Ozanyan)

Aradan bir asır geçmesine, tarihin yaprakları değişmesine karşın Türkiye Cumhuriyeti temelde bir değişime gitmeden dün olduğu gibi imha ve inkar zihniyetiyle yaşamaya, Orta Çağ’ın karanlığında kalmaya devam ediyor.

Fetih ve işgallerden, zulüm ve soykırımdan başka övünülecek bir tarihi, Hitler faşizmine örnek olmaktan başka bir başarısı olmayan TC, ceberut devlet olma niteliğinden hiçbir şey kaybetmeden yüzüncü yılını kutluyor.

Aşk Her Şeyi Affeder mi - Partiler Neden Diktatör / ERGÜN ASLAN

Klasik emperyalizmle modern emperyalizm arasında çeşitli proletaryaların ve (komprador) sınıfların olduğu bir memlekette modern proletaryaların partisinin birliğinin ve özgürlüğünün yegane (ve yegane) güvencesinin yerel yönetimlerin özerkliğe varabilecek kadar geniş demokratik haklara sahip olmaları olduğu bilgisini kim inkar edebilir ki.

Üüüü.... üüüü....

Ya.... ya...

Bir insan aldığı görevden başka her şeyi konuşur mu.

Hom... hom.. hom...

Bunlar... bunlar... daha çok....

 Filelerin sultanlarını karşımıza çıkarırlar.

 Daha çok...

Rojava, Filistin, Karabağ: İşgal, Yıkım ve Direniş (Yorum)

Ortadoğu tarihi boyunca yer küremizin en çatışmalı bölgelerinden biri olmuştur. Bölgenin stratejik konumu, uygarlığın gelişim düzeyi, baskıya, sömürüye dayalı dış müdahaleler için güçlü zeminler sunmuştur. Kuşkusuz bölgedeki iç çelişkiler ve çatışmalar da her zaman dış müdahaleleri kolaylaştırmıştır. Özellikle dinsel ve mezhepsel çatışmalar hem çağdaş temelde toplumsal gelişmeleri frenlemiştir hem de bölgeyi dış saldırılara açık hale getirmiştir. Bu nesnel zemin üzerinde toplumsal çürümeler, işbirlikçi ilişkiler ve itaat kültürü bir yaşam tarzına dönüştürülmüştür.

“Hamas-İsrail Çatışmasında” İtidal Çağrısı Yapmak…(Polemik)

Filistinli 14 direniş örgütünün, 7 Ekim günü “Aksa Tufanı” adıyla İsrail devletine yönelik operasyonu, başta Ortadoğu olmak üzere tüm dünyada büyük bir yankı uyandırdı. Hamas gibi İslamcı örgütlerin yanısıra ve de Filistin Halk Kurtuluş Cephesi, Filistin Demokratik Halk Kurtuluş Cephesi gibi Marksist eğilimli hareketlerin de yer aldığı hamle, Siyonist İsrail’in tarihi boyunca aldığı en büyük darbelerden biri olarak kayıtlara geçti. Sözkonusu direniş, kısa sürede dünyanın dört bir yanında devrimci, ilerici güçler nezdinde çok ciddi saflaşmaları da beraberinde getirdi.

“Çizgimiz Nubar Ozanyan’dır!” (Deniz Aras)

7 Ekim sabahı Filistin Ulusal Direnişi’nin Siyonist İsrail işgalciliğine ve zulmüne karşı “Aksa Tufanı Operasyonu” başlatması başta siyonizm olmak üzere bölge gerici devletleri ve siyonizme koşulsuz destek veren emperyalistlerde şok etkisi yarattı.

Hamas öncülüğünde başlatılan ve aralarında Filistin Ulusal Hareketi’nin tarihsel öznelerinden Filistin Halk Kurtuluş Cephesi gibi devrimci örgütlerin de yer aldığı “Operasyon Odası” tarafından yönetildiği açıklanan bu hamle, tüm dünyada olduğu gibi coğrafyamızda da tartışmalara yol açtı.

Yerini Bulan Her Vuruş Acı Verir!

Komünist partileri yaptıkları eylemleri kamuoyuna açıkladıkları gibi, yanlış yaptıkları eylemleri de kamuoyuna açıklar ve özeleştirisini yaparlar. Yanlış eylemlerin özeleştirisinin yapılması, o partinin dürüstlüğünü gösterir ve bu tür özeleştiriler kitlelere ve parti kamuoyuna güven verir.

Arif Alıç, 1978 yılında Hıdır Aykır ile Bayrampaşa  Hapishanesinden kaçtı. Parti tarafından kırsal (Dersim) alana gönderildi. 1981 yılının ortalarında, TKP/ML üyesi bir kişi tarafından öldürüldü.

Bu makaleyi, yazarken ölüm haberini aldığım, sevgili yoldaşım Turan Talay'ın anısına adıyorum.

Türk Tekelleri Afrika'yı Çok Çooook Sevdi!

TKP-ML Ortadoğu Parti Komitesi:Faşizm Ve Siyonizm Kaybedecek, Filistin ve Rojava Kazanacak!

Ortadoğu ezilen halklarının ezeli düşmanları olan Faşist T.C. ve Siyonist İsrail devletlerinin halklara yönelik saldırıları ile ezilen Rojava ve Filistin halklarının direnişine şahit oluyoruz. Bu gerici güçler, tüm teknolojik üstünlük ve emperyalist devletlerden tam destek görmelerine rağmen, Filistin ve Rojava halklarının direncini, mücadele kararlılığını kıramıyorlar. Egemenlerin tüm saldırılarına rağmen belirleyici olan yine halkın öz direnişi ve kararlılığı oluyor. Filistin ve Kürdistan halkları; İsrail Siyonizmine, T.C.

Arstahk: “Biz Beyaz Bayrak Kaldırmayız!”

Ermeni halkının soykırım ve tehcir tarihine bir yenisi daha eklendi. 1915 bitmedi. Bu kez TC destekli Azeri faşizmi eliyle utanç dolu katliam gerçekleşti. 19 Eylül günü Karabağ’ın (Arstahk) Başkenti Istepanagerd başta olmak üzere Karabağ’ın dört bir yanına saldırılar başlatan Azeri işgalcileri, saldırının birinci günü tamamlanmadan aralarında kadın ve çocukların da olduğu 35 kişiyi öldürüp yüzlerce sivil insanı yaraladı.

Sayfalar