Pazar Mayıs 19, 2024

Kaypakkaya, Ortadoğu meselesine yaklaşım ve Oryantalizm

Emperyalistler arası gerilimlerin en net sahası olan Ortadoğu bugün sınıfsal durumun en verili halini ortaya koymaktadır. Bu açıdan Ortadoğu merkezli bir bakış emperyalistlerin uzun vadeli politikalarını ortaya koyacağı gibi hem de sınıf hareketleri açısından verili bir örgütlenme zemini ortaya koymaktadır. Mao Zedung’un bilimsel katkılarını daha net şekilde göreceğimiz bu coğrafyada buradaki sosyal-sınıfsal örgütlenmeye dahil olmak katkı sunmak en net haliyle MLM’yi kitle pratiği içerisinde geliştirmek anlamına gelecektir.

Bu açıdan bu zamana kadar yapılan Ortadoğu analiz ve değerlendirmeleri esas olarak MLM tarzda okunmalı ve pratiğe hizmet edecek bir perspektiflerle donatılmak zorundadır. Bu açıdan Ortadoğu’da konumlanmış olan Maoistlerin analiz ve sentezleri kıymetlidir. Bu açıdan bunların sistemleştirilmesi gerekmektedir. Bunun bu kadar elzem olması devrim denilen o büyük altüst oluşun buna ihtiyaç duymasıdır. Bunlar yapıldığı oranda hem kültürel hem ideolojik hem de savaşçı profilde gelişim sağlayacaktır.

Tarih boyunca Ortadoğu eksenli araştırmaların hemen hepsi batı merkezli yaklaşımlara mazhar oldu ve bu oryantalist yaklaşımlar genel olarak gelinen aşamada akademik alandan sosyal alana ve hatta devrimci cenaha kadar düşünsel tabloyu etkilemektedir. Ortadoğu araştırmaları hem kuramsal açıdan hem de özü itibari ile diğer birçok bölgelere dair yapılan araştırmaların gerisinde kalmaktadır. Kuşkusuz bu durum bölgedeki sınıfsal hareketlerin gelişim düzeyine bağlıdır. Ancak bununla paralel olarak esasta emperyalistler tarafından bölgenin geri bıraktırılması, kültürel ve akademik alanın feodal ilişkiler ağında hapsolmasındandır. Bunun en büyük örneği ise bu bölgeye dair bütün incelemelerin sınıfsal değil dini eksenli olmasıdır. Bölgedeki bilimsel alanın geri bıraktırılmışlıkla almış olduğu boyut bugün bölgeye dair yabancılaşmayı da beraberinde getiriyor. Mao’nun tespitlerinin dikkatle incelenmesi ve bunların soyutlanarak bilimsel sahada gözlemlenmesi bizlere verili imkanı sunacaktır. Bu yabancılaşmanın panzehiri Maoizm’in kavranması ve Ortadoğu’nun Maoist çerçeveden okunmasıdır.

Yukarıda belirttiklerimiz olması gerekenin ve ihtiyacın sadece bir mesajıdır. Bu noktada ortaya koyulacak tespitler genel manada hem ülkemiz açısından hem de dünya komünist hareketleri açısından kıymetlidir.  Ancak ne var ki Ortadoğu değerlendirmelerinin çoğunda ortaya çıkan burjuva aydınlanmacı, oryantalist yaklaşımlar bizleri yanlışlara sürüklemektedir. Son yıllarda Filistin’den Yemen’e kadar bir dizi yaşanan olaylar dizisine dair mevcut sessizlik ya da Arakan’da yaşanan katliama dokunmama çabası esasta bir politikasızlığın ve sınıfsal duruştan uzaklaşmaktır. Yaşanan her şey sınıfsaldır ve bunun altın damarı bulunun kitlelerin çığlığı haline getirilmelidir. Bu yapılmadığında bu çelişki gericiler tarafından doldurulmaktadır. Bu konuda komünist önder İbrahim Kaypakkaya’nın yaklaşımları dikkate değerdir. Sınıfsal olanın tespiti ilerici olan ile gerici olanın salt analizi değildir. Bugün burjuva aydınlanmacılar dinsel olgunun insanlığın önündeki en büyük engel olarak görmektedir. Bu açıdan Ortadoğu’da yaşanan hemen her şeye dinsel bir algıyla yaklaşıldığı için yaşananlara kayıtsızlık ortaya çıkmaktadır. MLM, meselenin özünü yakalamaktır. Ve bu noktada Kaypakkaya ülkemiz sınıflar tahlilinde meselenin özünü yakalamıştır. Bunu yaparken de birçok meseleyi görmüş ancak yanıltıcı algılardan ayrılarak sorunun özüne varmıştır. Kimi kesimler Şeyh Said İsyanı’nı İngilizlerin bir planı, kimisi ise dini gerici bir hareket olarak görürken o bunları görmekle beraber onun özündeki ulusal meseleye odaklanmıştır. Bu onun en berrak yaklaşımı ortaya koymasına sebep olmuştur. Yine aynı şekilde politik olarak Kemalizm’in ve Kemalistlerin eleştirisi, Kemalizm’in ve Kemalistlerin İslam’a ve İslamcılara karşı olan tutumu esas alınarak yapmamıştır. Kemalizm eleştirisi esas olarak sınıf tahlili üzerinden yükselmiştir. Kemalistleri komprador burjuvaların ve büyük toprak ağalarının politik temsilcisi olarak tahlil etmiş ve Kemalizm’i de bu sınıfların ideolojisi olarak değerlendirmiştir. Kaypakkaya Kemalistlerde savunulması ve sahiplenilmesi için ilerisi sürülen hiçbir tarihsel belge ve delili (hilafet ve Saltanat’ın lağvedilmesi, şeriat kanunları yerine medeni kanunların benimsenmesi, medrese, tekke ve zaviyelerin kapatılması, Arap alfabesinin yasaklanması bütün bu kurumların yerine “modern eğitim” kurumlarının kurulması ve Latin harflerinin benimsenmesi “kılık-kıyafet devrimi”, “kadına seçme-seçilme hakkının verilmesi” vb. vb. gibi bir dizi…) tartışma konusu dahi yapmamıştır. Onu bir ideoloji olarak ele almış ve bu noktada onun sınıfsal kökeninin analizini yapmıştır. Kaypakkaya yoldaşın bu inceleme ve analiz tarzı Marksizm adına Marksizm’e yıpratan revizyonistlere sert bir tokat olmuştur. Marksizm adına Kemalizm’de savunulacak ve sahiplenilecek şeylerin olduğunu iddia edenlere Kaypakkaya MLM silahı ile yaklaşmıştır. Buradan çıkaracağımız sonuç Kaypakkaya yoldaş somut koşulların somut tahlili ilkesine sımsıkı sarılarak “Marksistler” karşı Marksizm silahını kullanmıştır.

“Öncelikle Kemalizm konusunda orta burjuvazinin gerçeklere aykırı idealist yargıları beyinlere öylesine yerleşmiş, kafalara öylesine tekel kurmuştur ki, Kemalizm’in komünistçe değerlendirilmesi, sanki olanaksız hale gelmiştir. Şimdi iyi biliyoruz ki bizim Kemalizm konusundaki yargılarımız, Ç. Altan, D. Avcıoğlu, İ. Selçuk’tan tutun da TİP, M. Belli, H. Kıvılcımlı, TKP, THKP-C, THKO ve Şafak Revizyonistlerine kadar bütün burjuva ve küçük-burjuva örgüt ve akımlarını öfkeyle ayağa fırlatacaktır…” (İbrahim Kaypakkaya Bütün Eserler, Nisan Yayımcılık, s. 405) diyerek kendini Marksist addedenlerin şaşkınlığını ifade etmiştir. Zira belirttiğimiz gibi onun tespitleri Türkiye coğrafyasında Marksizm’in temsiliyetini taşıdığını bilimsel olarak ilan etmiş ve diğer kesimlerinin ideolojik politik kimliklerini de ilan etmiştir.

Güncele geldiğimizde ise bugün toplum ve kimi cenahlarda AKP iktidarının baskı ve saldırıları karşısında sistem partilerinden herhangi birinin alternatif olarak görülmesi sınıfsal bakıştaki sakatlanmanın ifadesidir. Yine aynı şekilde Ortadoğu meselesine yaklaşım, Kürt ulusal hareketi ile olan ilişkiler noktasında ortaya çıkan sorunlar Marksizm’den uzaklaşmak anlamına gelmektedir.

Şurası bir gerek ki Kaypakkaya yoldaş kimsenin dokunmadığı damarlara dokunmuştur. Bu dokunuş ona bilimsel veriler sunmuştur. Kürt ulusal sorunu bunun başında gelmektedir. Onun Kürt ulusal sorununa yaklaşımı birçok meseleye yaklaşımı kadar berraktır. Öyle ki Kürt ulusal burjuvazinin din ile olan ilişkisi Kaypakkaya için bir veri değildir. Onun için mesele ulusal meseledir. Bu yüzden Kürt ulusal sorunu karşısında ezilen din insanlarını dahi gündeme getirmiş, zindanlar “Kürt burjuvalarının ve küçük toprak ağalarının sözcüsü demokrat Kürt aydınlarıyla, gençleriyle doldurmuştur(*). Bugün küçük toprak ağaları ve bir kısım Kürt din adamları da zindanlardadır. Veya zindanlara tıkılmak için aranmaktadır.” (İbrahim Kaypakkaya, age, s. 226) diyerek sorunun dini yanını değil ulusal yanını ortaya koymuştur. Ona göre çeşitli olgularla çevrili olan öz ancak ve ancak Marksizm ile anlaşılabilinir. Marksizm kavranmadıkça bu olgulara takılır.

Bugün Ortadoğu’da açığa çıkan gelişmelere yabancılıkta Marksizm’den uzaklaşmanın en yalın ifadesidir. Kaypakkaya yoldaşı andığımız bugünlerde tartıştığımız ve tartışacağımız tüm konuların gelişimi hedef alması şarttır. Özellikle Ortadoğu incelemelerine ağırlık vermek, oryantalist bakış açısının ürettiği zaafiyetlerden arınmak için bu bölgelerdeki pratik ağırlığın ideolojik politik donanımla geliştirilmesidir. Kuşkusuz yapı güçlendirme pratiklerimiz gerçeğin içerisinde şekillenecektir. Şovenizm gibi safları sarıp sarmalamış bir zafiyet ancak ve ancak somut koşulların somut tahlili ile mümkündür. Ortadoğu’ya yaklaşım bizim şovenizm karşısındaki konumlanışımızı ifade etmektedir. Zira oryantalist bakış açısı kitle ruhuna aykırıdır ve bu noktada şovenizmi ve ırkçılığı da üretir.

Bu konuya ilişkin Edward Said’in şu örneği anlatmak istediğimizi açıklar sanırız: “Filistinli Arabın siyasal açıdan var olmadığına, var olmasına izin verildiğinde de ya bir baş belası ya da bir Şarklı olarak var olduğuna dair neredeyse tam bir mutabakat var. Irkçılıkla, kültürel klişelerle, siyasal emperyalizmle, Arapların ya da Müslümanların maruz kaldıkları insandan sayılmama ideolojisiyle oluşan ağ gerçekten çok güçlü; her Filistinlinin benzersiz, cezalandırıcı bir yazgı olarak duyumsadığı şey de bu ağdır zaten…” (Edward Said Şarkiyatçılık, Metis Yayınları, s. 36) Said bu örneği verirken yazısının devamında bu duruma dair yaklaşımların “Kültür ve siyaset bakımından Araplarla içtenlikle özdeşleşmemiş olduğunu görmek, Filistinli için durumu daha da beter kılar” der. Filistinli için bu yazgı ülkemiz açısından da Kürt ulusu için geçerlidir. TDH içerisinde Kürt ulusunun maruz kaldığı milli baskıya kimsenin dokunmaması ve bunu sadece Kaypakkaya’nın yapmış olması Kürt ulusu nezdinde Kaypakkaya’yı önemli bir yere koymaktadır. Öyle ki onun analizleri bugün Kürt ulusunun gerçek kurtuluşunu ifade etmektedir ve bugün de bu soruna eğilmek daha fazla düşünmek önem arz etmektedir.

Kuşkusuz bugün AKP karşıtlığı nezdinde “sol”da oluşan Kemalizm hayranlığı ile mücadele etmek onun ideolojik ayağı ile hesaplaşmak gerekmektedir. Bunun için somut bir örgüt aramak doğru değildir. Bunun yansımaları olan düşünsel akımları içerde ve dışarıda mahkum etmek gerekmektedir. Dolayısıyla bugün sadece Kürt meselesinde değil Ortadoğu meselesinde konumlanış şovenizm karşısında konumlanış, Marksizm saflarında konumlanış ve ülkemiz şartlarında Kaypakkaya ihtilalci çizgisinde konumlanıştır.

(Bir Partizan)

44234

Partizan'dan

Partizan'dan; Gündem ve güncel gelişmelere ilişkin politik açıklama ve yazılar. 

Partizan'dan

Emperyalist Kamplar Arasına Sıkıştırılmış Bir Halk: Filistin

Filistin-İsrail sorunu olarak bilinen ve esas olarak da Filistin topraklarında İsrail'in kurulmasının teorik ve politik temeli 1890'lı yılların sonunda atılıyor. 1. emperyalist paylaşım savaşıyla koşullar olgunlaştırılıyor. 2. emperyalist dünya savaşı sonrası ise emperyalist burjuvazi, Filistin'i parçalamayı ve orda İsaril devleti inşa etmeye karar veriyor ve bunu Filistin halkının soykırıma uğratma pahasına gerçekleştiriyorlar. Alman emperyalizmi tarafından soykırıma uğratılan yahudi halkı, bir başka ulusu (Filistinlileri) soykırıma uğratarak kendi ulusal varlığını inşa ediyor.

Hazan Ayının Şehitleri

Kasım, proletarya partisinin en değerli kadro, komutan ve savaşçılarının katledildiği aylardandır.  Hüzün ve öfkenin birlikte yaşandığı aydır. III. Konferans delegelerini, komünist önder Mehmet Demirdağ’ı ve Aliboğazı şehitlerini hep bir hazan ayında kaybettik. Zafere açılan kapıyı adım adım aralayan, özgürlüğe giden yolu damla damla döşüyen Kasım ayı şehitlerimiz tarihin yüceliğine kavuşanlardır. Onlar, yarınların mutlak yenenleri olarak yazılacaktır parti ve devrim notlarımıza.

“Durum İyidir, Gerçekler Devrimcidir”

Yaşadığı dönemin özelliklerini anlayarak, savaşın hükmüne, zorun değiştirici rolüne inanan, sınırlı yaşamını sınırsız davaya adayan önder yoldaş Mehmet Demirdağ ölümsüzdür! Özgürlüğü ve kurtuluşu herkesten ve her şeyden daha fazla isteyen bu uğurda emeğin eğittiği bilinçle savaşarak şehit düşen proletarya partisinin dördüncü genel sekreteri Mehmet Demirdağ yoldaşı üstlendiği öncü pratik ve önder duruşuyla tanırız.

Yalım Nubar’dan Ozanyan Nubar’a Süren Hikaye Bizim!

Botan’dan Yozgat’a dek uzanan toprakların bağrından çıkıp İstanbul Ermeni yetimhanelerinde okumaya gelip, orada bilge önder İbrahim Kaypakkaya yoldaşın devrimci görüşleriyle tanışan ve tutkuyla bağlanan yoksul Ermeni çocukların hikayeleridir, Ermeni devrim şehitlerimizin hikayeleri.

Onları doğdukları topraklardan koparıp buruk ve sancılı bir şekilde İstanbul yollarına düşüren tarihsel gerçeklerin yanında yokluk ve yoksulluktur da. Onları İstanbul yolculuğuna çıkaran çaresizlik, yalnızlık, sahipsizliktir.

Mısır'ı Mesken Tutan Türk Tekelleri

Deutsche Welle (DW)'de Aram Ekin Duran'ın, „Türk Şirketleri Mısır'a Kaçıyor“ adlı bir haberi yayınlandı. Sıradan bir haber gibi gözüküyor, ama, Türkiye ekonomisinin ve Türk devletinin niteliğini araştıranlar, sorgulayanlar için küçük bir haber olmaktan öte bir anlam taşıyor. Özellikle de kendine ML ve Maoist diyen komünist örgütler için daha fazla önem taşıması gerekiyor.

Hesaplaşma mı? Kutlama mı?

Faşist TC devleti hem ülke içinde hem de bölgesel düzeyde, resmi ve sivil militarist güçleriyle başta Kürt halkı olmak üzere demokrasi ve özgürlükten yana olan herkesi yok etmek ve devlet terörüyle susturmak için çalışmaya devam ediyor. Bu süreç aynı zamanda TC’nin kuruluşunun da yüzüncü yıl dönümüdür.

TC, yüz yıl önce Osmanlı yıkıntıları üzerinde tekçi bir zihniyetle kuruldu. Ermeni soykırımında, diğer azınlık halkların yok edilip sindirilmesinde aktif rol alan ittihatçı birçok ırkçı kadro da kuruluş sürecinde rol aldı.

Halka Nasıl Yaklaşacağız?

Milyonlar açlık ve yoksulluk içinde, demokratik haklardan yoksun, özgürlük kırıntılarına bile muhtaç bir durumda yaşıyor. Haksızlık, hukuksuzluk ve adaletsizlik karşısında kitleler ya seslerini yeterince yükseltememekte ya da sınırlı sayıda insanla zulüm karşısında direnmeye çalışmaktadır. Birbirinden bağımsız, sınırlı direniş güçlerinin mücadele ettiği süreci yaşıyoruz. Damlaların derelere, derelerin nehirlere, nehirlerin bendlerini yıkacak duruma gelme ihtiyacı var.

“Kuruluşunun 100. Yılında TC’nin Diğer Yüzü Türkiye’de Ulusal Azınlıklar Sorunu”*

Türkiye’de ulusal sorun ve azınlıklar meselesini incelerken nasıl bir ülkede yaşadığımız, ülkeyi hangi sınıfların yönettiği, ulusların hangi tarihi koşullarda ortaya çıktığı, ulusal sorunun ekonomik ve politik nedenlerini açıklamak durumundayız.

Ulus, tarihsel olarak meydana gelmiş, ortak bir dil, ortak bir pazar, ortak bir kültür birliği ve ortak bir ruhi şekillenmende ifadesini bulan istikrarlı bir insan topluluğudur. Ulus, sadece tarihi bir kategori değil bir çağın, yükselen kapitalizm çağının ortaya çıkardığı bir olgudur.

Yüz yıllık çakma Türk devleti (Nubar Ozanyan)

Aradan bir asır geçmesine, tarihin yaprakları değişmesine karşın Türkiye Cumhuriyeti temelde bir değişime gitmeden dün olduğu gibi imha ve inkar zihniyetiyle yaşamaya, Orta Çağ’ın karanlığında kalmaya devam ediyor.

Fetih ve işgallerden, zulüm ve soykırımdan başka övünülecek bir tarihi, Hitler faşizmine örnek olmaktan başka bir başarısı olmayan TC, ceberut devlet olma niteliğinden hiçbir şey kaybetmeden yüzüncü yılını kutluyor.

Aşk Her Şeyi Affeder mi - Partiler Neden Diktatör / ERGÜN ASLAN

Klasik emperyalizmle modern emperyalizm arasında çeşitli proletaryaların ve (komprador) sınıfların olduğu bir memlekette modern proletaryaların partisinin birliğinin ve özgürlüğünün yegane (ve yegane) güvencesinin yerel yönetimlerin özerkliğe varabilecek kadar geniş demokratik haklara sahip olmaları olduğu bilgisini kim inkar edebilir ki.

Üüüü.... üüüü....

Ya.... ya...

Bir insan aldığı görevden başka her şeyi konuşur mu.

Hom... hom.. hom...

Bunlar... bunlar... daha çok....

 Filelerin sultanlarını karşımıza çıkarırlar.

 Daha çok...

Rojava, Filistin, Karabağ: İşgal, Yıkım ve Direniş (Yorum)

Ortadoğu tarihi boyunca yer küremizin en çatışmalı bölgelerinden biri olmuştur. Bölgenin stratejik konumu, uygarlığın gelişim düzeyi, baskıya, sömürüye dayalı dış müdahaleler için güçlü zeminler sunmuştur. Kuşkusuz bölgedeki iç çelişkiler ve çatışmalar da her zaman dış müdahaleleri kolaylaştırmıştır. Özellikle dinsel ve mezhepsel çatışmalar hem çağdaş temelde toplumsal gelişmeleri frenlemiştir hem de bölgeyi dış saldırılara açık hale getirmiştir. Bu nesnel zemin üzerinde toplumsal çürümeler, işbirlikçi ilişkiler ve itaat kültürü bir yaşam tarzına dönüştürülmüştür.

Sayfalar