Çarşamba Mayıs 22, 2024

İSMAİL BULUT ve YILDIZ ÇİÇEK

Kity Genovese, Hüseyin Aslan, "çeşmeden çıkan gerçek" İSMAİL BULUT ve YILDIZ ÇİÇEK

Bir akşamüstü 1964 Mart ayında New York şehrinin pek de tenha olmayan caddelerinin birinde KityGenovese isimli bir kadın öldürülür. Katil, dakikalar boyunca kadına tecavüz etmeye çalışır, başaramayınca kadını zalimce döverek yaralı orada bırakır, kadın, bu tecavüz girişimi ve arkasından gelen şiddet boyunca çığlıklar atarak yardım ister, yardım yakarışlarına cevap bulamaz, katil çevreden bir tepki olmadığını görünce geri döner ve yaralı kadını öldürür. Kadın öldürüldükten 1 saat sonra birinin cesedi haber vermesiyle polis ancak durumdan haberdar olur. Polis çevreyi incelemeye başlar, o henüz havanın kararmadığı saatlerde ve işlek bir caddede bu olayın duyulmaması, görülmemesi mümkün değildir.Polis, araştırma sonucunda nerdeyse o caddede yaşayan herkesin olayı gördüğünü belirler, hatta bazılarının başından sonuna kadar olayı pencereden izlediğini tesbit eder. Her gün New York şehrinde yaşanan "sıradanlaşmış" cinayetlerden biri gibi görünmesine rağmen, bir gazetecinin halkın duyarsızlığını, tepkisizliğini dile getirdiği bir haber sayesinde sıradan olmaktan çıkarak tüm ülkede duyulur. Olay öylesine bir toplumsal travmaya dönüşürki Psikiyatristler, Sosyologlar, Kriminal uzmanları olayı bilimsel bir tartışmaya dönüştürürler, Tartışmalardan şöyle sonuçlar ortaya çıkar:Olaya şahit olanların hepsi "nasılsa bir başkası polise haber verir veya müdahale eder" düşüncesiyle tepkisiz kalarak cinayeti sadece seyretmekle yetinmişlerdir. “Nasılsa biri çözer!” diyerek sorumluluğu bir başkasına yükleme, başkasından bekleme, sorumluluktan kaçma diye özetlenebilecek duruma bilim insanları “KityGenoveseSendromu” adını verirler ve bu sendromu yaşayan toplumların haksızlığa, kötüye, yanlışa karşı tepkisizliği ve duyarsızlığı sonucu zorbalar, katiller, kötüler istediğini yapma özgürlüğüne kavuşur sonucu çıkartırlar.
6 Mayıs 2015 günü öğleden sonra 15.30 da Dersim’in Hozat ilçesine bağlı Taug(Kardelen) köyünde, önceden devletin zorla sürgününe maruz kalmış, inadı ve ısrarı sonucu tekrar köyünde yaşamaya başlamış ve bu tutumuyla köye dönüşlerde teşvik edici rol oynamış Devrimci ve Devrimci Babası, cezaevi kapılarının müdavimi Hüseyin Aslan, geçmişi ahlaksızlıklarla dolu, psikolojik sorunları olduğu iddia edilen bir akrabası tarafından av tüfeğiyle arkadan vurularak kalleşçe katledilir. Katil birçok yerde Hüseyin Aslan’ı öldüreceğini söylemiştir, hatta Hüseyin Aslan’ın kendisinede mülkiyet üzerine tartışmalarında söylemiştir. Köylülerin büyük bir kısmı, geçmişi ve hainliği gözönünde bulundurulduğunda katilin bu cinayeti işleyeceğini bilmektedir, sadece köylüler değil, Hüseyin Aslan’ın katline yolu açan mülkiyet sorunlarını ve katilin kişiliğini bölgedeki siyasi yapılarda bilmektedir. Zaten politik tutumu nedeniyle devletin doğrudan hedefi halinde olan Hüseyin Aslan mülkiyet paylaşımının nasıl bir açgözlülüğe ve yozlaşmaya yol açtığının farkında olarak, sorunlar karşısında "başkaları çözssün, başkaları yapsın" diyen GenoveseSendromu yaşayanların aksine "ben çözerim, ben yaparım" diyen biridir. Sanki herkes Marquez’in "Kırmızı Pazartesi" romanındaki köylüler gibi cinayet işleneceğini bilmekte ve cinayet saatini beklemektedir. Hüseyin Aslan, kendisinin oluştuğu, estetik, moral ve ahlaki değerlerinin ilk olarak şekillendiği toprağı kazmaktadır, ta yüzyıllar önce Mitra’nın ışığı ellerinde Abbasilerin katilllerine karşı gerçekliğin kavgasını veren ve bu yüzden sürgün yollarına düşmek zorunda kalmş, tekrar köklerine ulaşmaya çalışan Horasanlı ataları gibi kendini toprağını ekmeye çalışıyordu Hüseyin Aslan.Bahçesine vurduğu her bele acısı karışıyordu, o ektiği tohumu sürgünün gözyaşları büyütecekti, kendini ekiyordu toprağına. Yüzyıllarca yaşayacak, büyük dallarının altına evlatlarının sığınacağı belki bir okaliptüs, belki bir sekoya, belki bir çınar ağacı olacaktı o tohum. Insan kendini ve düşmanını en iyi hayal kurduğunda, umut ettiğinde tanır, kendinin ve düşmanının güçlü ve zayıf taraflarını bu anlarda görür, Bunu biliyordu Hüseyin Amca, o ektiği tohum büyümeye başlayınca, kola ile fanta ile zehirlenmiş köksüz ağaççıkların saldırısına uğrayacağını biliyordu. Dersim coğrafyası kayalıktır, iklimi zorludur, yüzeyde ve yakınında su bulamayan birçok ağaç türü suya ulaşmak için metrelerce kök uzatır, o yüzden temelleri çok sağlamdır vinçler bile sökemez. Birilerinin taşıma suyuyla sürekli suladığı ağaçlar, hiçbir çaba sarfetmeden suya ulaştığı için kök salamaz. Fırtınalı, rüzgârlı havalarda bu türden ağaçlar en tehlikeli olanlarıdır, kolayca devrilirler. Buağaçların en küçük rüzgârda bile üzerine düşeceğini biliyordu Hüseyin ASLAN. O yüzden kendini Munzur’un kayalıklarına kazıyordu, suyu bulmak için her yöne kök uzatan kayalık ağaçları en sağlam olanıdır. Çoğu zaman kökleri birbirine karışır, bazen aynı kaynaktan bazende birisinin türünün özelliğinden dolayı kökünün uzunluğu suya yetmeyince diğerinden su alır. Onun gibi kendini kayalıklara kazıyanlarla köklerinin birbirine sarılarak su vereceğini biliyordu Hüseyin Amca. Birileri tarafından sürekli hormonla, kimyasal sularla beslenen köksüz çalı çırpıda biliyordu. Hüseyin Amca gibileri kök salarak toprağa yayıldıkça bu köksüzlere yer kalmayacak, zayıflıkları açığa çıkacaktı. Güçsüzlerdi, birbirlerine sarılarak kasırgaları durdurabilen Hüseyin Amca gibilerin aksıne en küçük bir esintide önce birbirlerinin üstüne düşüyor, birbirlerini parçalıyorlardı. O yüzden her biri önce kendini kurtarma telaşındaydı. Efendileri zehirle besledikçe çoğalıyorlardı, ama kökleriyle zehiri temizleyen o koca çınarların, yerlerini daraltığı için sırtlarından kendi efendileri tarafından balta ile vurulacağını da biliyorlardı, vurdular, onlar vurulurken kendini kurtarma telaşında olan bu çalı çırpı sadece seyrettiler.

19. yüzyılın bir efsanesine göre "yalan" ve "gerçek" bir gün karşılaşırlar.Yalan, "Bugün çok güzel bir gün biraz birlikte vakit geçirelim mi?" diye sorar gerçeğe. Gerçek, tereddütlü bir şekilde gökyüzüne bakarak: "Evet, güzel bir gün, birlikte biraz vakit geçirebiliriz." diye cevaplar. Epeyce birlikte gezdikten sonra akşama doğru bir çeşmeye varırlar. Yalan "Su çok güzel birlikte yıkanalım mı?" diye sorunca Gerçek, şüphelenmesine rağmen suyun güzel ve çekici olması nedeniyle teklifi kabul eder. Birlikte biraz yıkandıktan sonra ansızın Yalan,Gerçek’in elbiselerini çalarak kayıplara karışır. Gerçek, çıplak bir şekilde çeşmeden çıkarak Yalan’ın peşinden elbiselerini aramaya koyulur. Gerçek’i bu çıplak haliyle gören Dünya küçümseyerek bakışlarını çevirir ve Gerçek sonuçsuz elbiselerini arama çabasından sonra Dünya’nın hor gören, küçümseyen bakışları arasında utancını saklamak için tekrar çeşmeye döner ve sonsuza dek ortadan kaybolur. Ta o zamandan beri toplumların Gerçek’e olan ihtiyacını tatmin etmek için Yalan, Gerçek’in elbiselerini giymiş bir şekilde Dünya’yı dolaşmaktadır. Çünkü Dünya hiçbir şekilde çıplak Gerçek’le karşılaşmak istememektedir.

Karanlıkta değil, açık havada, meydanda herkesin gözlerinin önünde vicdanımız, dalları altına sığındığımız insanlarımız katlediliyor. Yalan’ın elbiselerini çıkarmış çıplak ölüm Gerçek’se bu ölümlerin karşısında yaşıyormuş gibi yapmakta, çıplak yalandır, yalancılıktır. cinayeti gördüğü ve seyrettiği halde "başkaları müdahale etsin" diye vicdanlarını yitirenler, fırtınalara, kasırgalara yön vermesi ve önünde gitmesi gerekirken ardından giden ve Gerçek’i Yalan’ın elbiseleriyle görerek sorumluluktan kaçan öncüler, günde 17, 18 saat çalıştığından dolayı ayakta zor duran bir genç işçinin elinin yanmasına sebep olduğunda, o işçiyi tedavi ettirmek isteyenin ilgisini "aşırı" bularak merhametini yitirenler, semaver yanında olduğu halde "üst sınıfa" ait olduğunu göstermek için garsonu kaba bir hareketle çağırarak çay doldurmasını isteyen aşağılık kompleksi ile malül olup acıma hissini yitirenler bizleriz. ÇıplakGerçek bu olduğu halde "iyi olmanın, iyiyi savunmanın" iyi görünme çabasına evrilerek role dönüştüğünün gerçeğini görenler Yalan’ın elbiselerini parçalayarak "Ben yaparım!" demelidir.

Hüseyin Amca’nın katledildiği Taug(Kardelen) köyüne, -yol denirse tabi- karayoluyla 20 km, kuşbakışı 6 km, dağ yoluyla 12, 13 kilometre mesafede, karayolundan henüz Zankirek(Karaçavuş) köyüne inmeden yolun solunda oldukça yüksek bir tepe var, araba çıkmıyor, yaya yoluda oldukça zorlu, öyle her istediğin zaman tırmanılacak bir yer değil, bu tepede küçük bir aile mezarlığı var, bu tepenin tam karşısında kuşbakışı yaklaşık 3,4 kilometre mesafede silindir şeklinde bir gözetleme kulesi var, bu kulenin esas amacı Aliboğazı girişlerini gözetlemek ve kamerayla bu tepedeki mezarlığıda kim ziyaret ediyor diye 24 saat gözetlediği söyleniyor.Bu küçük aile mezarlığında İsmail BULUT adında bir adam yatıyor, mezar taşının üzerindeki ismin ve önceden kırmızı olduğu bilinen bir gül oymasının boyaları tamamen silinmiş, isimde gülde çok zor seçiliyor. Unutulmuş gibi sanki, ama Yalan’ın hizmetçileri, Yalan’ın elbiselerini Dersim’de, Şavşat’ta parçalayan adamı unutmadıkları için 24 saat gözetliyor. Nasıl bir adamdı İsmail Bulut? Büyük adamdı o, umutlarımızın, geleceğimizin "köylü" kabuğunu parçalamış sevgihaliydi, tüm yeryüzüne hâkim kılmaya çalıştığımız sevginin yaşayan haliydi, gelecekte "yeni insan nasıl olacak" sorusunun cevabıydı, bilincimizi dayadığımız dağlarımızın insan silüetiydi, isminin duyulması, esintisinin hissedilmesi dahi herkese güç verirdi, kurumaya yüz tutmuş ev çiçekleri canlanırdı, yürümekte, ayağa kalkmakta zorlanan yaşlılara takat gelirdi, gülmezdi fazla ama dokunduğu her şeye neşe ve yaşama sevinci getirirdi. ÇıplakGerçek’ti o, "ben yaparım" diyenlerin öncüsü olarak Yalan’ın karşısında, o Şavşat’tan yoldaşları Dersim’den gökyüzünün maviliklerini, Tokat’tan kırmızılara bürünmüş gerçeğin ta kendisini, Hüseyin Amca’nın başında yürek sızlatan ağıtlar yakan, çığlıklar atan Sultan Ana’nın ayaklarının önüne sereceklerdi. Yalan’ın en cafcaflı, afili elbisesi mülkiyetti, "ağız sulandıran" envai türlü şekerden yapılmıştı, Hüseyin Amca’nın üstüne devrilen köksüz ağaçlar bu şekerin tatlandırdığı sulardan besleniyordu, zehirliydi şeker, önce gözleri etkileyerek Yalan’ınGerçek gibi görülmesine neden oluyordu, sonra herkes bu zehirden daha çok alabilmek için birbirini ezdiğinde, sevgiyi vuruyordu, sevgi azaldıkça nefret artıyor ve Yalan sevgisizliği hâkim kılarak Dersim’i dize getiriyordu.Işin kötü tarafı Dersim yenildiğinin farkında bile değildi. İsmail Bulut ve yoldaşları diyorduki; "gökyüzünün maviliklerine çekilmiş sevgiyi analarımızın çığlıkla, ağıtla göğe kalkmış ellerine, avuçlarına indirmek için Yalan’ın zehirli elbisesi mülkiyeti parçalayarak yeryüzünden yokedeceğiz!" Sultan Ana’nın çığlığı Gerçek’in kavgasını veren adama ulaşmasın diye Yalan havayı, yeryüzünü alt ve üst duyma eşiğini aşan seslerle boğuyor, sularıda zehirliyordu.Ses havada saatte 1224 km, (dünyanın kendi etrafında dönüş hızı olan 1265 km.ye yakındır) suda 53424 km, ağaçta 169200 km, demirde 183600 km taşta 216000 km hızla yayılır. Ses maddenin içindeki birbirine yakın taneciklerin çarpışarak titreşim(frekans) yaratması sonucu oluşur, dolayısıyla tanecikleri birbirine yakın olan katı maddelerde daha hızlı yayılır. Tanecikler arasında çok mesafe olan gazda ve havada daha yavaş ilerler. Sesin önünde rüzgâr esiyorsa göğe doğru bir hareket izleyerek yavaşlar, arkasında esiyorsa yere, yani katı maddeye doğru bir hareket izleyerek hızlanır. Tiz seslerde bas seslere oranla titreşim sayısı fazladır, tersinden söylenirsede tiz sesler daha fazla titreşim üretir. Titreşimi fazla olan bu tiz sesler daha uzun erimlidir. Kadın sesleri tiz seslere ait olduğundan yüksek titreşimlidir, dolayısıyle düşük frekanslı erkek seslerine oranla daha çok duyulur ve daha uzun erimlidir. Acı ses tellerinin enerjisini arttırarak yüksek frekansa ulaşmasını sağlar. Evrimsel biyoloji kadın sesindeki titreşimin yüksek olmasını, tahminen 10, 12 bin sene önce sınıflı toplum ortaya çıkana kadar insanın milyonlarca yıl süren evrimi boyunca kadının iktisadi ilişkilerdeki öncü rolüne bağlar, avcı toplayıcı komünal topluluklarda yiyeceği elde etmeye yönelik faaliyeti organize eden kadın olduğu için işaretlerden sonra sesli iletişimin erkekten önce kadında başladığı tahmin edilmektedir. (Linguistik açıdan tüm dillerdeki "anadil" kavramı sınıflı toplumdan çok daha öncesine, yani kadının üretim ilişkilerinde otorite olduğu döneme aittir) Hal böyle olunca "anne soyu" üzerine örgütlenen bu topluluklarda doğaya karşı verilen varlığını devam ettirme mücadelesinde kavram haline getirilen bilgiler ilk önce kadın tarafından sağlanıyordu, bir hayvanı yakalamak için milyonlarca yıl boyunca aralarında iletişimi sağlamak veya hayvanı korkutmak için bağrışan kadınların sesi, sesindeki titreşim sayısı ve desibel oranı erkeğe nazaran daha yüksek hale geldi. Kadının üretimdeki bu öncü rolü ayrıca kadına başka üstün özelliklerde kazandırdı:Yiyeceğin nasıl elde edilebileceğine ve iktisadi ilişkilere öncelikle kadın "kafa yorduğu" için beyninin değil ama zekâsını kullanabilme, açığa çıkarma oranı erkeğe nazaran daha çok gelişti,(zeka ve beyin aynı şey olmadığından lütfen Lucy filmindeki anti bilimsel iddia ile karıştırılmasın, insan beyninin yüzde yüzünü kullanır. ) embriyoda ilk oluşan sinir sistemi milyonlarca yıl boyunca insan bedeninde varlığı tehdit eden tehlikelere karşı sürekli savunma genleri oluşturarak av peşinde koşan kadın bedenini daha dayanaklı hale getirdi; örneğin bilimsel deneylerinde kanıtladığı gibi kadın bedeni hem acıya hem soğuğa hemde sıcağa erkeğe nazaran daha dayanıklıdır. 10, 12 bin yıllık sınıflı toplum süreci, milyonlarca yıldır süregelen evrim sürecinde küçücük bir nokta olduğundan dolayı halen dahi genlerinde bu üstün özellikleri taşıyan kadın bedenini etkileyebilcek, değiştirebilecek önemde değildir. Başkan Mao "Göğün yarısı kadınların omuzunda yükselir" derken bu bilimsel gerçeğe vurgu yapmaktadır.

Kadının biyolojik varlığında taşıdığı bu üstün özelliklerinin açığa çıkarılarak insanlığın gelişimine katılması, sevdalandığı adamla, İsmail Bulut’la birlikte Şavşat’ta elleri gökyüzünün maviliklerine uzanan Yıldız Çiçek’in çığlıklarının, haykırışlarının Sultan Ana’nın çığlığının arkasında sadece rüzgâr değil, fırtınalar, kasırgalar oluşturması ile sağlanacaktı, yani kadının av peşinde, yiyecek kavgasında milyonlarca yılda oluşan o titreşimi yüksek güçlü sesiyle olacaktı. Rüzgâr, fırtına, kasırga sesin arkasında oluşursa yere doğru bir seyir izler, Dersim coğrafyası kayalıktır, Taug köyünde Hüseyin Amca’nın arkasından ağıtlar yakan Sultan Ana’nın acılı çığlığı, arkasından kopan fırtınanın etkisiyle kayalıklarda İsmail Bulut’un olduğu Zankirek’teki tepeye 0,1 saniyede ulaşır. (216000:60=3600:60=60:6=10 salise yani 0.1 saniye)

KityGenovese’nin yardım çığlıkları "nasılsa biri yardım eder" diye sorumluluktan kaçanların oluşturamadığı rüzgâr yüzünden havaya yükselerek duyulmamıştı.O bir kadındı, kadının çığlığı erkek için ürkütücüdür, erkeğin bilinçaltında kendi iktidarına isyanı çağrıştırır, o yüzden hiçbir erkek duymamıştı, duymak isteyen eşlerinide susturmuşlardı, sonrasında, oluşan "sendromu da bir kadın olan onun ismiyle adlandırdılar, Kassandra Sendromu gibi veya bir kadının kendini esir alana âşık olduğu Stockholm Sendromu gibi. Niye esir aldığı kadına âşık olan erkeğin sendromu değilde kadının. Toplumsal algı oluşturulurken bile kadın "zayıf" algılanmalıydı. (Bu yazıyı okuyunların aklında bile, erkeğin sorumsuzluğu değil bir kadın olan KityGenovese’nin "zayıflığı" kalacak) Erkek, kadının varlığında taşıdığı o üstün özelliklerin açığa çıkmasından korkar, öyle bir korku ki Yıldız Çiçek’i katletmekle yetinmez, cesedini işkence ederek paramparça eder, teşhir eder Şavşat köylerinde.Binlerce yıldır baskı altında tutulmasından dolayı büyük bir enerji biriktiren kadının varlığında taşıdığı gücün farkına varması korkutur erkeği. Kadının sesi güçlüdür, Sultan Ana’nın sesi gerçeğin kavgasını verenlere ulaşmasın diye Yalan’ının duyma eşiğini boğan seslerini, acıyla titreşerek 130 desibele ulaşabilen Yıldız’ın çığlığı yokedecekti, erkeğin korkusu buydu Gerçek’in utancının tasvir edildiği "Çeşmeden Çıkan Gerçek" adlı resmi yapan Fransız Jean-LéonGérôme neden Gerçek’i kadın olarak tasavvur etmiştir. Yalan ancak "zayıf kadını" kandırabilir, Gerçek’in toplum içindeki zayıflığı ile "kadının zayıflığı" algıda eşitlenmek istenmiştir. Tabloda "kadın" yerine erkek resmedilseydi algıda aynı etki yaratılmazdı, çünkü erkek kandırılamazdı.

Gölgesi altına sığındıkları Musa Abi, Hüseyin Amca gibi koca çınarları Yalan devirdiğinde "ben yaparım" basireti gösteremeyerek "kadının etekleri" altına gizlenen erkeklerin yaşadığı travmayı nasıl adlandırmalı, o Dersimin aman vermez kayalarına yeni çınarlar ekmek yerine bu gerici toplumun üretttiği "kadının zayıflığı" ve"kadının mağduriyeti" üzerinden kendini Yalan’a acındıran erkeklerin zayıflığına ne demeli?

Yalan’ın elbiselerini kendi gücünün bilincine ulaşmış, "ben yapacağım" diyen kadın parçalayacaktır, önce kadın ama Komünist Kadın. M.Gül, Ipsach, 25.11.2019

5749

Comment form

Plain text

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Web sayfası ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantıya çevrilir.
  • Satırlar ve paragraflar otomatik olarak bölünür.

M.Gül

M.Gül  sitemizin köşe yazarıdır. Teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır.

M.Gül

Rojava, Filistin, Karabağ: İşgal, Yıkım ve Direniş (Yorum)

Ortadoğu tarihi boyunca yer küremizin en çatışmalı bölgelerinden biri olmuştur. Bölgenin stratejik konumu, uygarlığın gelişim düzeyi, baskıya, sömürüye dayalı dış müdahaleler için güçlü zeminler sunmuştur. Kuşkusuz bölgedeki iç çelişkiler ve çatışmalar da her zaman dış müdahaleleri kolaylaştırmıştır. Özellikle dinsel ve mezhepsel çatışmalar hem çağdaş temelde toplumsal gelişmeleri frenlemiştir hem de bölgeyi dış saldırılara açık hale getirmiştir. Bu nesnel zemin üzerinde toplumsal çürümeler, işbirlikçi ilişkiler ve itaat kültürü bir yaşam tarzına dönüştürülmüştür.

“Hamas-İsrail Çatışmasında” İtidal Çağrısı Yapmak…(Polemik)

Filistinli 14 direniş örgütünün, 7 Ekim günü “Aksa Tufanı” adıyla İsrail devletine yönelik operasyonu, başta Ortadoğu olmak üzere tüm dünyada büyük bir yankı uyandırdı. Hamas gibi İslamcı örgütlerin yanısıra ve de Filistin Halk Kurtuluş Cephesi, Filistin Demokratik Halk Kurtuluş Cephesi gibi Marksist eğilimli hareketlerin de yer aldığı hamle, Siyonist İsrail’in tarihi boyunca aldığı en büyük darbelerden biri olarak kayıtlara geçti. Sözkonusu direniş, kısa sürede dünyanın dört bir yanında devrimci, ilerici güçler nezdinde çok ciddi saflaşmaları da beraberinde getirdi.

“Çizgimiz Nubar Ozanyan’dır!” (Deniz Aras)

7 Ekim sabahı Filistin Ulusal Direnişi’nin Siyonist İsrail işgalciliğine ve zulmüne karşı “Aksa Tufanı Operasyonu” başlatması başta siyonizm olmak üzere bölge gerici devletleri ve siyonizme koşulsuz destek veren emperyalistlerde şok etkisi yarattı.

Hamas öncülüğünde başlatılan ve aralarında Filistin Ulusal Hareketi’nin tarihsel öznelerinden Filistin Halk Kurtuluş Cephesi gibi devrimci örgütlerin de yer aldığı “Operasyon Odası” tarafından yönetildiği açıklanan bu hamle, tüm dünyada olduğu gibi coğrafyamızda da tartışmalara yol açtı.

Yerini Bulan Her Vuruş Acı Verir!

Komünist partileri yaptıkları eylemleri kamuoyuna açıkladıkları gibi, yanlış yaptıkları eylemleri de kamuoyuna açıklar ve özeleştirisini yaparlar. Yanlış eylemlerin özeleştirisinin yapılması, o partinin dürüstlüğünü gösterir ve bu tür özeleştiriler kitlelere ve parti kamuoyuna güven verir.

Arif Alıç, 1978 yılında Hıdır Aykır ile Bayrampaşa  Hapishanesinden kaçtı. Parti tarafından kırsal (Dersim) alana gönderildi. 1981 yılının ortalarında, TKP/ML üyesi bir kişi tarafından öldürüldü.

Bu makaleyi, yazarken ölüm haberini aldığım, sevgili yoldaşım Turan Talay'ın anısına adıyorum.

Türk Tekelleri Afrika'yı Çok Çooook Sevdi!

TKP-ML Ortadoğu Parti Komitesi:Faşizm Ve Siyonizm Kaybedecek, Filistin ve Rojava Kazanacak!

Ortadoğu ezilen halklarının ezeli düşmanları olan Faşist T.C. ve Siyonist İsrail devletlerinin halklara yönelik saldırıları ile ezilen Rojava ve Filistin halklarının direnişine şahit oluyoruz. Bu gerici güçler, tüm teknolojik üstünlük ve emperyalist devletlerden tam destek görmelerine rağmen, Filistin ve Rojava halklarının direncini, mücadele kararlılığını kıramıyorlar. Egemenlerin tüm saldırılarına rağmen belirleyici olan yine halkın öz direnişi ve kararlılığı oluyor. Filistin ve Kürdistan halkları; İsrail Siyonizmine, T.C.

Arstahk: “Biz Beyaz Bayrak Kaldırmayız!”

Ermeni halkının soykırım ve tehcir tarihine bir yenisi daha eklendi. 1915 bitmedi. Bu kez TC destekli Azeri faşizmi eliyle utanç dolu katliam gerçekleşti. 19 Eylül günü Karabağ’ın (Arstahk) Başkenti Istepanagerd başta olmak üzere Karabağ’ın dört bir yanına saldırılar başlatan Azeri işgalcileri, saldırının birinci günü tamamlanmadan aralarında kadın ve çocukların da olduğu 35 kişiyi öldürüp yüzlerce sivil insanı yaraladı.

Vurun Abalıya - Çaresizsen Güneşe Bak... Cızz....

Proletaryalarda öğren proletaryalara öğret.

Nolurrr.... nolurrr.... bir kez de kabahati....

Fakirlik güzel şey... fakirlik güzel şey..

Hele de birde seni deniz kampına götüren, yanacam diye de çakma (yoğurt) yağlarıyla, insanın midesini bulandıracak bir şekilde,  orasını burasını yakan o... fakir...  insanları bırakıpta deniz manzaralı villalarda sabah kahvaltısı yapabilecek dostlarınız varsa... gerçekten fakirlik güzel şey.... gerçekten fakirlik güzel şey...

Kılıçdaroğlu sadece Kılıçdaroğlu değildir! -2-

Burjuva-feodal politika yapmanın bazı “incelikleri”!

II. ABDÜLHAMİD MEVZUU[*]

 

“Gerçeği bilmeniz gerekiyor,

gerçeği aramanız gerekiyor.

Gerçek sizi özgür kılacak.”[1]

 

“ÖZELEŞTİRİ”NİN ELEŞTİRİSİ[*]

 

SİBEL ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER

 

“Sende, ben, imkânsızlığı seviyorum, 

fakat aslâ ümitsizliği değil.”[1]

 

Anlama/ ve kavramanın dünyayı değiştirmek için mücadele edenler için eleştirel bir “olmazsa olmaz” olması yanında; “Netlik [de] insanın en büyük gücüdür.”[2] Bu bir.

Sayfalar