Pazartesi Nisan 29, 2024

İslami görünümlü faşist yapılanma: TC

“Yeni Türkiye”nin bir özelliği de uzun toplantılar yapılması oldu.Milli Güvenlik Kurulu'nun 10 saat 20 dakika süreyle tarihinin en uzun toplantısını yaptığı, Bakanlar Kurulu toplantısının 8.5 saat sürdüğü açıklanıyor. Ancak işin ilginci AKP'nin “yeni Türkiyesi”nde bu toplantıların uzun sürmesi de (artık iyice kanıksandığı üzere) bir propaganda malzemesi olarak sunuluyor! Gerçekte toplantıların bu kadar uzun sürmesi iktidar partisinin içinde bulunduğu sıkışmışlığın ürünü olmakla birlikte, “havuz medyası” bu durumu bir başarı hikayesi olarak sunuyor! Ama öte yandan, bu ifadelerle muhaliflere, devrimci ve demokratlara yeni saldırı kararları alındığının da net bir mesajı veriliyor. Psikolojik saldırının daniskası yapılıyor. Tıpkı bir dönem, “Genelkurmay'ın ışıkları sabaha kadar yandı” haberleriyle yapılan darbe imalarında olduğu gibi! Bu açıdan hakim sınıfların temsilcisi olarak hükümet ve medyasının son dönemde sıklıkla kullandıkları “algı operasyonları”nda “usta”laştığı iyice ortada.

Yani sadece katliamcılıkta ve hırsızlıkta, yağma ve talanda değil aynı zamanda bunların üstünü örtmede ve halka yalan söylemede de ustalaşmışlardır. Bu durumu iktidar partisinin hemen hemen

her icraatında görmek mümkündür. Gezi'den 17-25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonlarına, Soma ve Ermenek'teki maden katliamlarına kadar hemen her gelişmede, büyük bir propaganda makinesi devreye girmiştir. Böylelikle doğru ile yanlış, ak ile kara, zalimle mazlum, iktidarla muhalefet yer değiştirmiştir. AKP iktidar partisi olarak sorumlu olduğu her gelişmeyi mağdur olmanın vesilesi yapmış, devlet aygıtında güçlerini tahkim ettikçe, rakip kliklerle dalaşını “mağduriyet” gerekçesi olarak göstermiştir.

Önce Kemalist faşistlerle yürüttüğü iktidar dalaşında Ergenekon ve “derin devlet”, şimdilerde ise “İslamcı” faşist Cemaat’le girilen iktidar dalaşı ve ortalıkta dolaşan “paralel yapı” bu pragmatizmin somut ifadeleri olarak ortaya çıkmıştır. Oysa bizzat R. T. Erdoğan bir dönem beraber yürüdüğü

Gülen Cemaati'ne yönelik “ne istediler de vermedik” diyordu. Yani “Kemalist-Türkçü” faşizme karşı “İslamcı-Türkçü” faşizmin devlet aygıtında mevzilerini tahkim ederken “beraber yürüdüğü” Cemaat’le olan dalaşını, devlette “paralel yapı” adı altında “mağduriyetinin” gerekçesi olarak propaganda ediyor, hırsızlıklarının ve yolsuzluklarının üzerini örtüyordu. Sanki beraber çalıp, yolsuzluk yapmamışlar, işçi sınıfı ve halkı katledip zulüm uygulamamışlar gibi bütün suç “paralel yapı” adı altında Cemaat’e atılmaktadır.

AKP'nin ve dolayısıyla devlet aygıtını elinde tutan hakim sınıfların bu politikasında değişmeyen tek olgunun, kendi aralarındaki dalaş da dahil olmak üzere her gelişmeyi işçi sınıfına ve halka saldırının bir aracı olarak kullanmaları olduğunu ifade etmemiz gerekir. Hakim sınıflar siyaseti zaten kendi sınıf çıkarlarını gözetmenin ve işçi sınıfı ve halkı yönetmenin bir aracı olarak kullanmaktadırlar.

Bu açıdan temel yönelimlerinin kendi sınıf çıkarlarını gözetmek olduğunu vurgulamalıyız. Dönem dönem kendi aralarında yaşanan iktidar dalaşı ise temsil ettikleri kliklerin paylarını artırmak içindir ve talidir. Söz konusu işçi sınıfı ve halk olduğunda bütün hakim sınıf klikleri birleşmektedir. Hatta rahatlıkla iddia edilebilir ki, hakim sınıflar kendi aralarındaki iktidar dalaşında bile esas olarak işçi sınıfına ve halka saldırmaktadırlar.

Bu durum yaşananlarla net olarak ortaya konulabilir. Örneğin MGK'nın “en uzun toplantısı”nın yapılmasının akabinde, işçi sınıfına ve halka saldırılar artmıştır. MGK'nın bir önceki “en uzun toplantısı” olan ve 28 Şubat kararlarının alındığı toplantıdan sonra, işçi sınıfına, halka ve özellikle de Kürt halkına yönelik artan devlet terörü ve faşist saldırganlık bilinmektedir. Benzer bir durum MGK'nın son “en uzun toplantısı”ndan sonra da yaşanmıştır. Hatırlanırsa toplantı sonrasında yapılan açıklamada “legal görünümlü illegal yapılanmalar” ifadesi kullanılarak faşist devlet aygıtının önüne mücadele edeceği bir hedef konulmuş ve bütün “havuz medyası” bunun “paralel yapı” olduğunu propaganda etmişti. Ama yaşananlar bir kez daha gösterdi ki asıl hedef Cemaat değil, başta Kürt Ulusal Hareketi olmak üzere; ilerici, demokrat, devrimcilerdi; Türk-Kürt uluslarından, çeşitli milliyet ve mezheplerden Türkiye işçi sınıfı idi.

 

“Üst akıl”dan Sevr paranoyasına: Vur halka!

TC devletinin ve AKP iktidarın varlık gerekçesinin işçi sınıfı ve halka saldırı olduğu “en uzun sürdüğü” açıklanan MGK toplantısından sonra yaşananlarla ortaya konulabilir. Geride bıraktığımız hafta başta R. T. Erdoğan'ın “sabrımızın bir sınırı var” deyip Kürt hareketini tehdit etmesi olmak üzere, sıraya giren bütün devlet erkanı açıklamalarda bulundu!

Hemen ardından da HDP'nin kapatılması söylemleri ortalıkta dolaştı. Bu gelişmeler, Selahattin Demirtaş'a yönelik sözlü ve HDP Genel Merkezi'nde gerçekleştirilen bıçaklı saldırıyla birlikte düşünüldüğünde “legal görünümlü illegal yapılanmalar”la mücadeleden ne kastedildiği daha net anlaşılmaktadır.

Aslında son süreçte yaşanan bütün gelişmeler TC devletinin ve AKP hükümetinin “çözüm süreci”nden ne anladığını fazlasıyla göstermektedir. Ancak Kürt hareketinin bir kesiminde ve kimi ilerici çevrelerde hükümetin “çözüm süreci”ni bozmaya çalıştığı, iktidarın kurduğu dil ve üslubun seçim sürecine yönelik olduğu değerlendirmeleri yapılmaktadır. Bu doğru ama eksik bir değerlendirmedir. Bu tür değerlendirmelerin yapılmasında “çözüm süreci” ne yüklenen “olumlu anlam” vardır. Diğer bir ifadeyle; Kürt hareketi TC devletinin Kürt sorununu demokratik temelde çözeceğine dair bir ön kabulle meseleye yaklaşmaktır. Oysa başından itibaren böyle bir hedefin olmadığı ortadadır.

Asıl amacın Kürt sorununu değil, Kürt hareketini çözmek olduğu, “çözüm süreci” denilen politikanın da bu amaçla ortaya konulduğu anlaşılmalıdır. Meseleye bu açıdan bakılmadığından, TC devletinin olağan/normal açıklamaları, süreci bozmaya yönelik açıklamalar olarak değerlendirilmekte, kullanılan faşist dil kaygıyla ve esefle karşılanarak kınanmaktadır! Oysa TC açısından asıl duruş budur. Üslup ve dilin yumuşak olması tali, taktik; saldırgan ve aşağılayıcı olması esas ve stratejiktir. Mesele böyle kavrandığında hakim sınıfların sözcülerinin son dönem açıklamaları ve yaşanan saldırılar daha iyi anlaşılır.

TC devleti Ortadoğu'da uğradığı dış politika hezimeti ve özellikle Kürt Ulusal Hareketi'nin Rojava’daki kazanımları karşısında yaşadığı paniği, bir “ulusal güvenlik sorunu” olarak algılamaktadır. Üstelik ABD öncülüğünde emperyalist koalisyonun, Kobane direnişine askeri yardımda bulunması, Türk hakim sınıflarını daha da panikletmiş ve Kürt meselesinde hem içeride hem de dışarıda manevra yapmalarını getirmiştir. Kobane'yi dışarıdan IŞİD'le düşüremeyen TC, bu kez koridora izin vererek KDP ve ÖSO kartlarıyla içten düşürme planını devreye sokmak zorunda kalmıştır.

Aynı anda da bizzat R. T. Erdoğan'ın ağzından bölgeyi düzenleyen “bir üst akıldan” ve bir dönemin Kemalist faşistlerinin ağzından duymaya alışık olduğumuz, “Sevr'i diriltmeye çalışıyorlar” söyleminden bahsetmeye başlamışlardır. Anlaşılan bu söylemlerle TC devleti bir yandan Kürt hareketinin “kendi aklının olmadığını” propaganda ederek yaşadığı mevzi kaybının nedenini emperyalistler olarak göstermekte ve “antiemperyalist bir duruş” sergilemektedir.

Tam bir zavallılık, çaresizlik içinde bir dönemin Kemalist faşistlerinin söylemi güncellenmektedir.

“Çözüm süreci” denilen politikanın gerçekte, Kürt hareketini çözme amaçlı olduğu, bu başarılamadığı oranda da AKP'nin politikasının yaldızlarının döküldüğü ve başta Kürt halkı olmak üzere, işçi sınıfına ve halka saldırılar için hazırlıklar yapıldığı anlaşılmaktadır.

Nitekim aynı günlerde gazetelerde yer alan “Askere MİT tipi izin” (5 Kasım, Milliyet) taleplerinden anlaşılmaktadır ki, faşizm sadece kara/kalekollar, barajlar, askeri amaçlı yol yapımlarıyla güçlerini tahkim etmemekte, aynı zamanda “yasal” olarak da kendini güvenceye almaktadır. Hatırlanırsa MİT görevlilerinin “işledikleri suçlardan ötürü yargılanmalarının başbakanlığın iznine tabi olması” yasalaştırılmıştı. Şimdi aynı talebin Genelkurmay tarafından Başbakana verilen brifingde kendileri için de gündeme getirildiğini öğrenmekteyiz.

Brifinginde sadece açıklandığı gibi “Genelkurmay'ın 2033 vizyonu”nun anlatılmadığı, aynı zamanda başta Ortadoğu olmak üzere bölgedeki gelişmeler ve Kürt Ulusal Hareketi’nin değerlendirildiği açıktır. Ve bir o kadar da açık olan askerin işleyeceği suçlar için “başbakanlığın idari zırhını” talep etmektedir.

Bu durum en uzun toplantılar ve diğer gelişmelerle birlikte düşünüldüğünde Kürt halkına yönelik yeni Roboskilerin hazırlıklarının yapıldığı anlamına gelmektedir. Önümüzdeki sürecin özellikle de 2015 Haziran seçimlerine kadar oldukça yoğun geçeceği; Türk hakim sınıfları açısından meselenin Cemaat değil, işçi sınıfı ve halk olduğu, Kürt halkı olduğu anlaşılmalı, buna uygun konumlanılmalıdır.

75015

Partizan'dan

Partizan'dan; Gündem ve güncel gelişmelere ilişkin politik açıklama ve yazılar. 

Son Haberler

Partizan'dan

Siyasi Tutsakların Tecridi Kırma Mücadelesinin Neresindeyiz? (Yorum)

Emperyalist kapitalist sisteme karşı mücadele eden devrimcilere, komünistlere karşı hemen her ülkede gözaltı ve tutuklama sistematik bir şekilde devam ediyor.

Bu sistematik durum, bu faşist devletler nezdinde tutuklananların her gün daha da derinleşen br şekilde tecrit altında bırakılması anlamına da geliyor.

Egemenler dünyanın dört bir yanındaki devrimci ve komünistlere dönük saldırılarını, katletmekle bitiremediğinde esir alma, tutsaklar üzerinden muhalif güçleri, toplumu sindirme, hapishaneleri bu sindirmenin en önemli aracı haline getirmek hedefiyle yürülüğe sokmaktadır.

Artsakh (Dağlık Karabağ) Tehciri: Stalin Düşmanlığı ve Sosyalizme Saldırı

Uluslararası alanda sömürü, baskı, saldırı ve ilhaklar son dönemlerde katbekat artmış ve katmerli boyutlara tırmanmıştır. Emperyalist devletler ve onların güdümündeki gerici devletlerin, tüm ezilen sınıflar ve toplumlar üzerindeki saldırı furyası, had safhaya ulaşmış durumda. Öyle ki, uluslararası hakim sistem bir taraftan mevcut sorunların bedelini giderek ezilen yığınlara ve mazlum uluslara daha fazla yüklerken diğer taraftan saldırılarını da daha acımasız ve daha şiddetli boyutlara tırmandırmış durumdadır.

Garod – “Hasret” (Nubar Ozanyan)

Halkların coğrafyaları suç ve cinayet örgütü gibi çalışan devletler tarafından zorla boşaltılıyor. Soykırım, işgal, tehcir zulmüyle toprakları cehenneme dönüşen halklar; belirsizliğe, bilinmezliğe, karanlığa doğru zorla sürülüyor. Boyunlarında geleceksizlik zinciriyle birlikte adına yaşamak denilen zulme mahkum ediliyor.

Gerilla, haktır ve halktır (Nubar Ozanyan)

Sınırları ateşten ordularla kuşatılmış her dört parça toprakta, yaşam ve var olma hakkı ellerinden zorla gasp edilmiş Kürt halkının, direnme ve isyan etmekten başka çıkış yolu var mıdır? Kürtlere, ezilenlere kıyamet yaşatılırken her bir karış toprağına ölüm yağdırılırken, en dezavantajlı koşullar altında gerilla, çıplak elleri ve cesur yürekleriyle özgürlükleri uğruna savaşmaya devam ediyor.

TURAN TALAY’IN ANISINA…

Onu maalesef ki çok erken denilebilecek bir yaşta, henüz 68’indeyken, 11.10.2023 tarhinde yitirdik. Bu ani ve erken ölümü tüm sevenlerini, yoldaşları ve dostlarını derinden sarstı ve acılara boğdu.

Akciğer kanserine yakalanmıştı. Hastalık, özelliklede ikinci kez nüksettikten sonra çok hızlı ve sinsi bir şekilde gelişti. Öyle ki doktorların her şeyin normal göründüğünü söylediklerinin kısa bir süre sonrasında yapılan muayende, kanserin kafaya sıçradığı ve de yayıldığı tespit edildi. Artık tıbben yapılabilecek bir şey de yokmuş. 

Emperyalist Kamplar Arasına Sıkıştırılmış Bir Halk: Filistin

Filistin-İsrail sorunu olarak bilinen ve esas olarak da Filistin topraklarında İsrail'in kurulmasının teorik ve politik temeli 1890'lı yılların sonunda atılıyor. 1. emperyalist paylaşım savaşıyla koşullar olgunlaştırılıyor. 2. emperyalist dünya savaşı sonrası ise emperyalist burjuvazi, Filistin'i parçalamayı ve orda İsaril devleti inşa etmeye karar veriyor ve bunu Filistin halkının soykırıma uğratma pahasına gerçekleştiriyorlar. Alman emperyalizmi tarafından soykırıma uğratılan yahudi halkı, bir başka ulusu (Filistinlileri) soykırıma uğratarak kendi ulusal varlığını inşa ediyor.

Hazan Ayının Şehitleri

Kasım, proletarya partisinin en değerli kadro, komutan ve savaşçılarının katledildiği aylardandır.  Hüzün ve öfkenin birlikte yaşandığı aydır. III. Konferans delegelerini, komünist önder Mehmet Demirdağ’ı ve Aliboğazı şehitlerini hep bir hazan ayında kaybettik. Zafere açılan kapıyı adım adım aralayan, özgürlüğe giden yolu damla damla döşüyen Kasım ayı şehitlerimiz tarihin yüceliğine kavuşanlardır. Onlar, yarınların mutlak yenenleri olarak yazılacaktır parti ve devrim notlarımıza.

“Durum İyidir, Gerçekler Devrimcidir”

Yaşadığı dönemin özelliklerini anlayarak, savaşın hükmüne, zorun değiştirici rolüne inanan, sınırlı yaşamını sınırsız davaya adayan önder yoldaş Mehmet Demirdağ ölümsüzdür! Özgürlüğü ve kurtuluşu herkesten ve her şeyden daha fazla isteyen bu uğurda emeğin eğittiği bilinçle savaşarak şehit düşen proletarya partisinin dördüncü genel sekreteri Mehmet Demirdağ yoldaşı üstlendiği öncü pratik ve önder duruşuyla tanırız.

Yalım Nubar’dan Ozanyan Nubar’a Süren Hikaye Bizim!

Botan’dan Yozgat’a dek uzanan toprakların bağrından çıkıp İstanbul Ermeni yetimhanelerinde okumaya gelip, orada bilge önder İbrahim Kaypakkaya yoldaşın devrimci görüşleriyle tanışan ve tutkuyla bağlanan yoksul Ermeni çocukların hikayeleridir, Ermeni devrim şehitlerimizin hikayeleri.

Onları doğdukları topraklardan koparıp buruk ve sancılı bir şekilde İstanbul yollarına düşüren tarihsel gerçeklerin yanında yokluk ve yoksulluktur da. Onları İstanbul yolculuğuna çıkaran çaresizlik, yalnızlık, sahipsizliktir.

Mısır'ı Mesken Tutan Türk Tekelleri

Deutsche Welle (DW)'de Aram Ekin Duran'ın, „Türk Şirketleri Mısır'a Kaçıyor“ adlı bir haberi yayınlandı. Sıradan bir haber gibi gözüküyor, ama, Türkiye ekonomisinin ve Türk devletinin niteliğini araştıranlar, sorgulayanlar için küçük bir haber olmaktan öte bir anlam taşıyor. Özellikle de kendine ML ve Maoist diyen komünist örgütler için daha fazla önem taşıması gerekiyor.

Hesaplaşma mı? Kutlama mı?

Faşist TC devleti hem ülke içinde hem de bölgesel düzeyde, resmi ve sivil militarist güçleriyle başta Kürt halkı olmak üzere demokrasi ve özgürlükten yana olan herkesi yok etmek ve devlet terörüyle susturmak için çalışmaya devam ediyor. Bu süreç aynı zamanda TC’nin kuruluşunun da yüzüncü yıl dönümüdür.

TC, yüz yıl önce Osmanlı yıkıntıları üzerinde tekçi bir zihniyetle kuruldu. Ermeni soykırımında, diğer azınlık halkların yok edilip sindirilmesinde aktif rol alan ittihatçı birçok ırkçı kadro da kuruluş sürecinde rol aldı.

Sayfalar