Salı Mayıs 14, 2024

İslami görünümlü faşist yapılanma: TC

“Yeni Türkiye”nin bir özelliği de uzun toplantılar yapılması oldu.Milli Güvenlik Kurulu'nun 10 saat 20 dakika süreyle tarihinin en uzun toplantısını yaptığı, Bakanlar Kurulu toplantısının 8.5 saat sürdüğü açıklanıyor. Ancak işin ilginci AKP'nin “yeni Türkiyesi”nde bu toplantıların uzun sürmesi de (artık iyice kanıksandığı üzere) bir propaganda malzemesi olarak sunuluyor! Gerçekte toplantıların bu kadar uzun sürmesi iktidar partisinin içinde bulunduğu sıkışmışlığın ürünü olmakla birlikte, “havuz medyası” bu durumu bir başarı hikayesi olarak sunuyor! Ama öte yandan, bu ifadelerle muhaliflere, devrimci ve demokratlara yeni saldırı kararları alındığının da net bir mesajı veriliyor. Psikolojik saldırının daniskası yapılıyor. Tıpkı bir dönem, “Genelkurmay'ın ışıkları sabaha kadar yandı” haberleriyle yapılan darbe imalarında olduğu gibi! Bu açıdan hakim sınıfların temsilcisi olarak hükümet ve medyasının son dönemde sıklıkla kullandıkları “algı operasyonları”nda “usta”laştığı iyice ortada.

Yani sadece katliamcılıkta ve hırsızlıkta, yağma ve talanda değil aynı zamanda bunların üstünü örtmede ve halka yalan söylemede de ustalaşmışlardır. Bu durumu iktidar partisinin hemen hemen

her icraatında görmek mümkündür. Gezi'den 17-25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonlarına, Soma ve Ermenek'teki maden katliamlarına kadar hemen her gelişmede, büyük bir propaganda makinesi devreye girmiştir. Böylelikle doğru ile yanlış, ak ile kara, zalimle mazlum, iktidarla muhalefet yer değiştirmiştir. AKP iktidar partisi olarak sorumlu olduğu her gelişmeyi mağdur olmanın vesilesi yapmış, devlet aygıtında güçlerini tahkim ettikçe, rakip kliklerle dalaşını “mağduriyet” gerekçesi olarak göstermiştir.

Önce Kemalist faşistlerle yürüttüğü iktidar dalaşında Ergenekon ve “derin devlet”, şimdilerde ise “İslamcı” faşist Cemaat’le girilen iktidar dalaşı ve ortalıkta dolaşan “paralel yapı” bu pragmatizmin somut ifadeleri olarak ortaya çıkmıştır. Oysa bizzat R. T. Erdoğan bir dönem beraber yürüdüğü

Gülen Cemaati'ne yönelik “ne istediler de vermedik” diyordu. Yani “Kemalist-Türkçü” faşizme karşı “İslamcı-Türkçü” faşizmin devlet aygıtında mevzilerini tahkim ederken “beraber yürüdüğü” Cemaat’le olan dalaşını, devlette “paralel yapı” adı altında “mağduriyetinin” gerekçesi olarak propaganda ediyor, hırsızlıklarının ve yolsuzluklarının üzerini örtüyordu. Sanki beraber çalıp, yolsuzluk yapmamışlar, işçi sınıfı ve halkı katledip zulüm uygulamamışlar gibi bütün suç “paralel yapı” adı altında Cemaat’e atılmaktadır.

AKP'nin ve dolayısıyla devlet aygıtını elinde tutan hakim sınıfların bu politikasında değişmeyen tek olgunun, kendi aralarındaki dalaş da dahil olmak üzere her gelişmeyi işçi sınıfına ve halka saldırının bir aracı olarak kullanmaları olduğunu ifade etmemiz gerekir. Hakim sınıflar siyaseti zaten kendi sınıf çıkarlarını gözetmenin ve işçi sınıfı ve halkı yönetmenin bir aracı olarak kullanmaktadırlar.

Bu açıdan temel yönelimlerinin kendi sınıf çıkarlarını gözetmek olduğunu vurgulamalıyız. Dönem dönem kendi aralarında yaşanan iktidar dalaşı ise temsil ettikleri kliklerin paylarını artırmak içindir ve talidir. Söz konusu işçi sınıfı ve halk olduğunda bütün hakim sınıf klikleri birleşmektedir. Hatta rahatlıkla iddia edilebilir ki, hakim sınıflar kendi aralarındaki iktidar dalaşında bile esas olarak işçi sınıfına ve halka saldırmaktadırlar.

Bu durum yaşananlarla net olarak ortaya konulabilir. Örneğin MGK'nın “en uzun toplantısı”nın yapılmasının akabinde, işçi sınıfına ve halka saldırılar artmıştır. MGK'nın bir önceki “en uzun toplantısı” olan ve 28 Şubat kararlarının alındığı toplantıdan sonra, işçi sınıfına, halka ve özellikle de Kürt halkına yönelik artan devlet terörü ve faşist saldırganlık bilinmektedir. Benzer bir durum MGK'nın son “en uzun toplantısı”ndan sonra da yaşanmıştır. Hatırlanırsa toplantı sonrasında yapılan açıklamada “legal görünümlü illegal yapılanmalar” ifadesi kullanılarak faşist devlet aygıtının önüne mücadele edeceği bir hedef konulmuş ve bütün “havuz medyası” bunun “paralel yapı” olduğunu propaganda etmişti. Ama yaşananlar bir kez daha gösterdi ki asıl hedef Cemaat değil, başta Kürt Ulusal Hareketi olmak üzere; ilerici, demokrat, devrimcilerdi; Türk-Kürt uluslarından, çeşitli milliyet ve mezheplerden Türkiye işçi sınıfı idi.

 

“Üst akıl”dan Sevr paranoyasına: Vur halka!

TC devletinin ve AKP iktidarın varlık gerekçesinin işçi sınıfı ve halka saldırı olduğu “en uzun sürdüğü” açıklanan MGK toplantısından sonra yaşananlarla ortaya konulabilir. Geride bıraktığımız hafta başta R. T. Erdoğan'ın “sabrımızın bir sınırı var” deyip Kürt hareketini tehdit etmesi olmak üzere, sıraya giren bütün devlet erkanı açıklamalarda bulundu!

Hemen ardından da HDP'nin kapatılması söylemleri ortalıkta dolaştı. Bu gelişmeler, Selahattin Demirtaş'a yönelik sözlü ve HDP Genel Merkezi'nde gerçekleştirilen bıçaklı saldırıyla birlikte düşünüldüğünde “legal görünümlü illegal yapılanmalar”la mücadeleden ne kastedildiği daha net anlaşılmaktadır.

Aslında son süreçte yaşanan bütün gelişmeler TC devletinin ve AKP hükümetinin “çözüm süreci”nden ne anladığını fazlasıyla göstermektedir. Ancak Kürt hareketinin bir kesiminde ve kimi ilerici çevrelerde hükümetin “çözüm süreci”ni bozmaya çalıştığı, iktidarın kurduğu dil ve üslubun seçim sürecine yönelik olduğu değerlendirmeleri yapılmaktadır. Bu doğru ama eksik bir değerlendirmedir. Bu tür değerlendirmelerin yapılmasında “çözüm süreci” ne yüklenen “olumlu anlam” vardır. Diğer bir ifadeyle; Kürt hareketi TC devletinin Kürt sorununu demokratik temelde çözeceğine dair bir ön kabulle meseleye yaklaşmaktır. Oysa başından itibaren böyle bir hedefin olmadığı ortadadır.

Asıl amacın Kürt sorununu değil, Kürt hareketini çözmek olduğu, “çözüm süreci” denilen politikanın da bu amaçla ortaya konulduğu anlaşılmalıdır. Meseleye bu açıdan bakılmadığından, TC devletinin olağan/normal açıklamaları, süreci bozmaya yönelik açıklamalar olarak değerlendirilmekte, kullanılan faşist dil kaygıyla ve esefle karşılanarak kınanmaktadır! Oysa TC açısından asıl duruş budur. Üslup ve dilin yumuşak olması tali, taktik; saldırgan ve aşağılayıcı olması esas ve stratejiktir. Mesele böyle kavrandığında hakim sınıfların sözcülerinin son dönem açıklamaları ve yaşanan saldırılar daha iyi anlaşılır.

TC devleti Ortadoğu'da uğradığı dış politika hezimeti ve özellikle Kürt Ulusal Hareketi'nin Rojava’daki kazanımları karşısında yaşadığı paniği, bir “ulusal güvenlik sorunu” olarak algılamaktadır. Üstelik ABD öncülüğünde emperyalist koalisyonun, Kobane direnişine askeri yardımda bulunması, Türk hakim sınıflarını daha da panikletmiş ve Kürt meselesinde hem içeride hem de dışarıda manevra yapmalarını getirmiştir. Kobane'yi dışarıdan IŞİD'le düşüremeyen TC, bu kez koridora izin vererek KDP ve ÖSO kartlarıyla içten düşürme planını devreye sokmak zorunda kalmıştır.

Aynı anda da bizzat R. T. Erdoğan'ın ağzından bölgeyi düzenleyen “bir üst akıldan” ve bir dönemin Kemalist faşistlerinin ağzından duymaya alışık olduğumuz, “Sevr'i diriltmeye çalışıyorlar” söyleminden bahsetmeye başlamışlardır. Anlaşılan bu söylemlerle TC devleti bir yandan Kürt hareketinin “kendi aklının olmadığını” propaganda ederek yaşadığı mevzi kaybının nedenini emperyalistler olarak göstermekte ve “antiemperyalist bir duruş” sergilemektedir.

Tam bir zavallılık, çaresizlik içinde bir dönemin Kemalist faşistlerinin söylemi güncellenmektedir.

“Çözüm süreci” denilen politikanın gerçekte, Kürt hareketini çözme amaçlı olduğu, bu başarılamadığı oranda da AKP'nin politikasının yaldızlarının döküldüğü ve başta Kürt halkı olmak üzere, işçi sınıfına ve halka saldırılar için hazırlıklar yapıldığı anlaşılmaktadır.

Nitekim aynı günlerde gazetelerde yer alan “Askere MİT tipi izin” (5 Kasım, Milliyet) taleplerinden anlaşılmaktadır ki, faşizm sadece kara/kalekollar, barajlar, askeri amaçlı yol yapımlarıyla güçlerini tahkim etmemekte, aynı zamanda “yasal” olarak da kendini güvenceye almaktadır. Hatırlanırsa MİT görevlilerinin “işledikleri suçlardan ötürü yargılanmalarının başbakanlığın iznine tabi olması” yasalaştırılmıştı. Şimdi aynı talebin Genelkurmay tarafından Başbakana verilen brifingde kendileri için de gündeme getirildiğini öğrenmekteyiz.

Brifinginde sadece açıklandığı gibi “Genelkurmay'ın 2033 vizyonu”nun anlatılmadığı, aynı zamanda başta Ortadoğu olmak üzere bölgedeki gelişmeler ve Kürt Ulusal Hareketi’nin değerlendirildiği açıktır. Ve bir o kadar da açık olan askerin işleyeceği suçlar için “başbakanlığın idari zırhını” talep etmektedir.

Bu durum en uzun toplantılar ve diğer gelişmelerle birlikte düşünüldüğünde Kürt halkına yönelik yeni Roboskilerin hazırlıklarının yapıldığı anlamına gelmektedir. Önümüzdeki sürecin özellikle de 2015 Haziran seçimlerine kadar oldukça yoğun geçeceği; Türk hakim sınıfları açısından meselenin Cemaat değil, işçi sınıfı ve halk olduğu, Kürt halkı olduğu anlaşılmalı, buna uygun konumlanılmalıdır.

75353

Partizan'dan

Partizan'dan; Gündem ve güncel gelişmelere ilişkin politik açıklama ve yazılar. 

Son Haberler

Sayfalar

Partizan'dan

Sosyalizm/Komünizm Nedir? (MLPD Programı)

Sosyalizm ve komünizm hakkında düşündüklerinde birçok insanın aklından geçen sorulara bazı yanıtlar.

Sosyalizm nedir ki?

 Sosyalizm, kapitalizmin toplumsal alternatifidir. Günümüzün devlet-tekel kapitalizminde, uluslararası tekeller kendilerini tamamen devlete tabi kılmış ve tekelci sermayenin organları devlet aygıtının organlarıyla birleşmiştir. Tüm toplum üzerinde çok yönlü egemenliklerini kurmuşlardır. Aynı zamanda, hakim olan uluslararasılaşmış üretim tarzı, dünyanın birleşik sosyalist devletleri için maddi hazırlığı tamamlamıştır.

Dinci-Faşist Gericiliğin Merkezi: Emperyalist Türk Devleti

Özellikle son 15 yıldır dinci (müslüman) gericiliğin merkezi olduğu rahatlıkla söylenebilir. ABD'nin Afganistan ve Irak'ı işgali ve peşinden Kuzey Afrika ülkelerindeki 2010 ayaklanmaları ve Mısır'da geçici olarak Müslüman Kardeşler örgütünün iktidara gelmesi ve peşinden Suriye'de geliştirilen olaylar, Türk devletine, dinci AKP'nin de iktidarda olması, yeni bir emperyalist yayılma politikasını benimsetmiştir.

KAYPAKKAYA’DAN KALAN…[*]

SİBEL ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER

 

“Türkiye’nin geleceği çelikten yoğruluyor;

belki biz olmayacağız ama

bu çelik aldığı suyu unutmayacak.”[1]

 

18 MAYIS | Umudu Büyütmeye Devam Ediyoruz

"Kaypakkaya'nın kurduğu parti ve oluşturduğu program etrafında elli yıldan fazla bir süredir kavgasını sürdüren yoldaşları büyük bir mücadele ve direniş geleneği yarattılar. Kaypakkaya'nın görüşlerini büyük bedeller ödeyerek bu günlere taşıdılar, taşımaya devam ediyorlar..."

 

Tam 50 yıl önce 1973’ün 18 Mayıs’ında 1971 silahlı devrimci çıkışının “komünist yüzü” İbrahim Kaypakkaya, Amed Hapishanesi’nde Kemalist faşist diktatörlük tarafından katledildi.

“Cabbar”laşan Ermeni (Nubar Ozanyan)

Sonu gelmez Ermeni-Kürt düşmanlığı üzerinden yaratılan büyük korku, bilinçleri kuşatıp yürekleri tutsak almaya devam ediyor. Aradan 108 yıl geçmesine karşın Ermenilerin baskı görme, işini kaybetme vb. korkularından dolayı kendilerini inkar ederek kimliklerini gizlemelerinin trajik hikayeleri yazılmaya devam ediyor. Her an baskı görecekleri endişesiyle güvercin tedirginliği içinde yaşamaya devam ediyorlar.

Soykırımlara Karşı Direnişi Büyütelim!

 

Seçim Tavrı(Mız): Oyumuz Devrime![*]

SİBEL ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER

 

“Vekil inançların

raf ömrü kısadır.”[1]

 

Umudun Adı ve Devrime Çağırıydı Yılmaz Güney[1]

“Bir pratik,

bir ideolojinin aracılığıyla

ve bir ideolojinin içinde vardır.”[2]

 

Reis Çelik’in, “Düzene başkaldırmış korkusuz bir devrimci”[3] diye betimlediği Onu; hayatının her alanında uçlarda yaşayan korkusuz, sahici insanı; hakikât savaşçısı komünist Yılmaz Güney’i nasıl anlatabiliriz? Bunu çok düşündüm. Sorumun yanıtını da yine Yılmaz Güney’in üç karesindeydi…

‘ÜMÜŞ EYLÜL KÜLTÜR-SANAT’A YANITLAR[*]

 

“Kâğıda dokunan kalem,

kibritten daha çok yangın çıkarır.”[1]

 

Ümüş Eylül Kültür-Sanat/ Hasan Şahingöz (HS): Sizce yazarlık nedir? Yazarlığın ayırt edici özellikleri nelerdir? Kime, neden yazar denir?

Temel Demirer (TD): “11. Tez”ci eyleminin saflarında, “Yazmak eylemdir; yazarlık ise son saatin işçiliği,” diyenlerden ve elime her kalem alışımda Friedrich Engels’in, “El yalnızca emeğin organı olmayıp, aynı zamanda emeğin ürünüdür,” uyarısını anımsayanlardanım.

 

Ben Ölüyorsam Sizde Ölün: Seçimleri (Kılıçdaroğlu'nu Boykot)

Proletaryalar faydacıdır; yararlanmasını bilene.

Seçimler ilginç bir şey.

Herkes seçimlerin neler değiştirip değiştirmeyeceğini tartışıyor.

Ama kime göre neye göre?

Devrimcilere göre mi proletaryalara göre mi?

Şayet tartıştığımız seçimlerin sisteme karşı devrimcilerin yaşamlarında neler değiştirip değiştirmeyeceği  ise...

İnanın dün olduğu gibi bu günde seçimlerin devrimcilere karşı sistemin davranışlarında herhangi bir şey değiştirmeyeceğini herkesbiliyor..

Sistem yine devrimcileri gördüğü her yerde katletmeye çalışacak.

Nisan Güneşi Yolumuzu Aydınlatmaya Devam Ediyor

Nisan’ın 24’ü çeşitli milliyetlerden ve inançlardan işçi sınıfının, emekçilerin, ezilen yığınların öncü müfrezesi proletarya partisinin kuruluş günüdür. Aynı zamanda Marks ve Engels tarafından 1848 yılında ilan edilen Komünist Manifesto’nun Türkiye ve Türkiye Kürdistanı topraklarında yeniden yaşam suyuna kavuştuğu tarihi ifade etmektedir.

Sayfalar