Cumartesi Mayıs 18, 2024

"İnsanlık ölmüş " diyenlere güzel bir haber

Bin yıl geçti sanki cezaeviyle ilk tanışıklığımın üzerinden. Çok gençtim; çocukluğumda jandarma, falaka ve cezaevi  korkusuyla büyütülmüştüm. Konulduğum cezaevinin demir kapıları, beton duvarları ve göğün bağrına birer mızrak gibi saplanan nöbetçi kulelerinden ürkmüştüm.

Dışarıda akıp giden zaman o boğucu dört duvar arasında donup kalmıştı sanki. Girdiğim o mezardan çıkmak bana imkânsızmış gibi görünüyordu. Şimdi o günleri tebessüm ederek hatırlıyorum. Alıştım çünkü; başka bir kentteki evime gider gibi gidiyorum artık hapishaneye.

Kısa bir aradan sonra şimdi bir defa daha voltadayım dikenli teller altında. Bir kelebek zarafetiyle maltaya süzülen güz güneşinin altın sarısı saçlarından yayılan mest edici bir koku geliyor burnuma. Gökkuşağı renklerinin kaynaştığı serin bir yel ürperiyor yanaklarımda .

Üzeri dikenli tellerle çevrilen beton duvarın ardında, uzak bir yerden bir horozun coşkulu haykırışı yankılanıyor göklerde. Kulağımda horozun çığlıkları, bizim genç horoz geliyor gözümün önüne. Turkuaz yeşili, siyah ve kızıl renklerin ışıldadığı paltosuyla çevresinde gıdaklayan tavuklar arasında, “buranın kralı benim " dercesine kan kırmızısı ibikli başını kibirle arkaya atarak, bahçeyi uzun bacaklarıyla adımlayışını görür gibi oluyorum. Dışarıya gidiyor bir an düşüncelerim. Sevdiklerim güleç yüzleriyle gelip etrafımı sarıyorlar. Kalbimin kanatlanıp onları kucakladığını hissediyorum.

KADER DEĞİL GURBET MAHKUMLARI…

Koğuştan kopup gelen kahkaha sesleriyle uyanıyorum düşüncelerimden.  Koğuş arkadaşlarım neşeyle sohbet ediyorlar. Benim kendilerine katılmamı istiyorlar. Düşüncelerimi avluda bırakıp, onların yanına dönüyorum. Bol kahkahalı sohbete devam ediyoruz. Koğuşta on beş kişiyiz. Koğuş arkadaşlarım başka illerden getirilmişler buraya. Birkaçı daha çocuk… Bu koğuştakilere “gurbet mahkumları ”deniyor. Adli  mahkumlara  “kader mahkumları” dendiğini biliyordum; ancak gurbet mahkumları sözünü ilk defa burada duydum. Böylece cezaevi kültürüm bu koğuşla biraz daha zenginleşmiş oldu.

Bu gurbet mahkumları İstanbul, Kocaeli, Diyarbakır, Osmaniye, Gaziantep,Urfa , Ağrı ve Iğdır gibi uzak illerden gönderilmişler buraya. Burası dünyanın öteki ucu kadar uzak bir yer onlara. Hepsi yoksul aile çocukları. Zaten zengin çocuklarının burada ne işi var ki?

BURADAKİLER MEHMET AĞAR DEĞİL Kİ…

Aileleri bu uzak diyara nasıl gelip giderler, geldiklerinde nerede barınırlar, devletin umurunda değil. Bunlar Mehmet Ağar değil ki, devlet kendileri için villa tahsis eder gibi özel bir hapishane tahsis etsin! Tufan adında bir genç var ,Osmaniyeli ; Malatya’dan gönderilmiş buraya. Evli ve iki yaşında bir kızı var. 17 aydır cezaevinde. Bu zaman boyunca ne genç eşini ne de bebeğini görebilmiş. Yol uzak ve otobüse verecek paraları yok. Tufan’ın gök mavisi gözleri dalıp dalıp gidiyor uzaklara, eşi Nejla’yı ve kızı Suna’yı düşünüyor olmalı. Başka bir mahpus, “dört yıldır görüşçüm gelmedi” dedi. Neredeyse hepsi  aynı durumda.

Bu insanlık dışı uygulamayı , “Yaratılanı Yaratandan ötürü seviyoruz” , diyenlere ithaf ediyorum. E…ne de olsa yalan söylemek parayla değil !!! 

DEVLET SUÇ NEDENLERİNİ ORTADAN KALDIRMAK MECBURİYETİNDEDİR…

Devlet, ekonomik, sosyal, kültürel ve psikolojik tedbirler alarak, suçların nedenlerini ortadan kaldırıp cezaevlerinin kapısına kilit vuracakken, kendi kusurunun bedelini bu insanlara ödettiriyor.

Bir itirafta bulunmak istiyorum: Tarihe ve insanlığa beslediğim güçlü ümitler bu gurbetçi mahkumlar arasında daha da pekişti.

DÖRT DUVAR ARASINDAKİ MEDENİYET,  ANKARA SİYASET MECLİSLERİNDE YOK…

"İnsanlık ölmüş " diyenlere güzel bir haber vereyim: Dört duvar arasında da olsa insanlık burada zifiri karanlıkta ışıldayan bir yıldız gibi parıldamaya devam ediyor. Tek mesele ortak bir ruhun yaratılmasında… Gerisi kolay, insanlık yatağını bulan su gibi bulur kendi ışıklı yolunu…

Bazıları belki inanmayacak ve sözlerimi abartılı bulacaklar ama ben bu dört duvar arasında bulduğum medeniyeti ve insanlığı ülkeyi yöneten o Ankara’daki o siyasetçi meclislerinde görmedim. Onlar gibi torba dolusu laflar etmezler ama  burada kurdukları  örnek hayatla insanlık dersi veriyorlar.

Koğuşun demir kapısından içeri adımımı ilk attığımda nasıl bir manzarayla karşılaşacağımı bilmiyordum. İçeridekiler gaspçı, eroinci veya katil olabilirlerdi. Onlarla bir arada yaşamak bir mayın tarlasında yürümek kadar zor geliyordu bana.

KOĞUŞTA İLK ANLAR…

Hapishanede kalanlar bilirler, koğuş kapısı her açıldığında bütün başlar ümit  ve merakla o yöne çevrilir. Dış dünyaya, özgürlüğe açılan tek kapı budur çünkü.

İçeri girince “ Merhaba, iyi akşamlar” dedim, üstüme çevrilen gözlerle sıcak bir göz teması kurmaya çalışarak. İçeridekiler,  yanan kömür sobasını çembere almışlardı. Beni tanıyanlar oldu, adımla selamladılar beni. Koğuş kapısı ardımdan şangırdayarak kapanırken, hepsi oturdukları plastik sandalyelerden gürültüyle ayağa kalkarak etrafımı sardılar ve candan bir ilgiyle, “Hoş geldin” dediler. Tanıdıklar benimle öpüştüler, diğerleri ise elimi sıcak bir karşılamayla sıktılar. Üç dört genç sakıngan gözlerini üstümde tutarak arkada kaldılar. Onlara ayrıca merhaba diyerek adlarını ve memleketlerini sordum. Gözlerinde çocuksu bir masumiyetle isimlerini ve memleketlerini söylediler. Ayakta süren hoşbeşten sonra oturmam için bir sandalye verdiler, sonra misafir olan benim için sobaya bir çay koydular.

Koğuşta sigara içildiğini görünce –çünkü sigara içilebilecek başka bir yer yok- "Eyvah"! dedim kendi kendime. Kandıra F tipindeki rutubetten hasara uğrayan akciğerlerim bu ortamda bir gün bile dayanamazdı. Az sonra çayla süren sohbetimizi kafamın içinde matkap gibi uğuldayan bu endişeyle sürdürdüm. Bir an cesaretimi toplayıp yanımdaki mahpusun kulağına sigaradan rahatsız olduğumu fısıldadım. Bu harika insanlar, adeta bakışlarıyla konuşuyorlardı. Nasıl oldu, kaş göz hareketleriyle nasıl anlaştılar, anlayamadım: sigara tutan eller gizli bir komut almış gibi kül tablalarına uzandı ve sigaralar hemen söndürüldü..

Şimdi akşamları koğuş kapısı kapanınca, sigara için tuvaletin önünde kuyruğa giriyorlar. Böyle olunca da günlük içtikleri sigara sayısı yarıya indi. Hem sağlıklarından hem de paralarından tasarruf ettikleri için şimdi gözlerinin içi gülüyor.

CEZAEVİ TERBİYE Mİ EDER?

Sanılmasın ki, cezaevi hayatı bu insanları hizaya sokmuş. Bana göre bu düşünce gerçeği yansıtmaz. Bu insanlar burada sabrın öğretmenliğinde hoş görünün, olgunluğun, zarafetin, empati  kurmanın ve barış içinde kardeşçe yaşamanın sırrını keşfetmişler.

KOĞUŞTA HAYAT…

Koğuşun günlük işlerinde harika bir paylaşım var. Büyük küçük ayrımı gözetmeden herkes, her işe koşuyor. Gece saat  11’den sabah 8’e kadar koğuş nefesler tutulmuşçasına kıpırtısız bir sessizliğe bürünüyor. Uyku sorunu olan benim için huzurlu ve melankolik bir sessizlik bu. Sabah erken kalkanlar,  uyuyan arkadaşlarını rahatsız etmemek için parmak uçlarında gidip bir sandalyeye ilişir, sadece görüntüsüyle yetindikleri televizyonu izlerler. Sabah sayımından sonra birlikte kahvaltıya oturulur. Üstümdeki ranzada yatan genç arkadaşım geceleri yatakta dönerken beni rahatsız etmekten dertli. Oysa rahatsız olduğum yok. Ben de onun beni düşünüp  gerilmesinden dertliyim. İki dertli birbirimizi bulmuşuz!

DİYOJEN GİBİ İNSAN ARAYANLARDANSANIZ İÇİNİZ RAHAT ETSİN…

Hani Diyojen gündüz ortası sokakta fenerle dolaşırken, “ İnsan arıyorum”, demiş ya… Siz de Diyojen gibi insan arayanlardansanız, içiniz rahat olsun;  insanlık için hala ümit var. Gurbetçiler koğuşu, dört duvar arasında ümidi yeşertiyor, kötülere insanlık dersi veriyor. Size dünyalar dolusu selam ve sevgilerini gönderiyorlar.           

Mahmut ALINAK - Susuz Kapalı Cezaevi

78999

Mahmut Alınak

Eski kürt milletvekillerindendir.Çeşitli kitapları bulunmaktadır.Aralık 2011 yılına kadar sitemizde sürekli yazılar yazan Mahmut Alınak,Aralık 2011'de KCK tutuklamalarına maruz kalarak tutsak edilmiştir.Temmuz 2012'de tahliye edilmiş olup,zaman zaman yazıları ile okur kitlesine ulaşmaktadır.

alinakmahmut@hotmail.com

Mahmut Alınak

materyalist bilgi teorisi ve komünist partileri

 

“İnsan pratiği, materyalist bilgi teorisinin doğruluğunu tanıtlar.” Marks

 

İnsanın üretimdeki, üretim içindeki ilişkileri ve faaliyetleri, diğer tüm faaliyetlerinin üstünde ve onların üzerinde belirleyici bir rol oynama temel özelliğine sahiptir. Bu bağlamda, insanın bilgisi  üretimdeki faaliyetlerinden bağımsız değil, bizzat ona bağlı olarak gelişir ve şekillenir.

HER GÜN DÖRT İŞÇİ, BEŞ KADIN

“Son kötü günleri yaşıyoruz belki

İlk güzel günleri de yaşarız belki

Kekre bir şey var bu havada

Geçmişle gelecek arasında

Acıyla sevinç arasında

Öfkeyle bağış arasında//

Biz kırıldık daha da kırılırız/

Kimse dokunamaz bizim suçsuzluğumuza.”[1]

 

ÇİN: KARMAŞIK BİR SORU(N)…[1]

“ben hiç başlamamış bir dündeyim.

yağmur yağacak...

hiç başlamamış bir yarın çok var.

hiç bitmeyen bir dün de çok var...”[1]

 

Arif Dirlik’in, “Sadece bir ulus değildir; bir uygarlıktır,” notunu düştüğü Çin’in geneli veya özelde ise “bugünü” hakkında yazmak kolay değil.

Binlerce tarihsel bağıntı ve güncel referanslarıyla Çin, çoklu bir örnektir.

SINIF KONUŞMAZSA MEYDAN ÇAPULCULARA KALIR

EYLEM BIRLIKLERININ GÜNÜMÜZDEKI ÖNEMI VE DÜŞÜLMEMESI GEREKEN HATALAR ÜZERINE

 

EĞITIM NOTLARINDAN ULUSAL SORUN

 

ULUSAL SORUN

 

Ulusal sorun oldukça geniş bir konudur. Ulusal soruna ilişkin kapsamlı tartışmalar yapılmıştır. Doğru görüşler bu tartışmalar sonucu ortaya çıkmıştır MLM’lerin ulusal soruna yaklaşımları Leninizm döneminde şekillenen ulusal soruna ilişkin görüşlerden farklı değildir. Ulusal soruna ilişkin ülkemizde de farklı değerlendirmeler vardır. Bu farklılıklardı da öğrenmek önemlidir.

 

Faşizm

 

 Almanya’nın caddeleri ve şehirleri kanla sulandı. Viyana’nın işçi semtleri,askeri birliklerin ateşiyle yakılıp yıkıldı., harabeye döndü.Yoksulluk, yıkım, felaket ve acı. Üstünde insanlığın en ünlü beyinlerinin eserlerinin yakıldığı ortaçağa özgü odun yığınlarının alevleriyle aydınlatılmış kapitalist baskı ve uygarlığın batışı, giyotin ve cellat baltası. Faşizm işte bunları getirdi. Ayrıca dünyayı felakete, yeni bir korkunç katliama sürüklemek tehdidini de beraberinde getirmektedir.  Dimitrov

                  

Prometheus’un Torunları Ateşi Yeniden Harlıyor

Tarihte hep direnenler kazanmıştır. Haklı olanlar, düşmana karşı savaşta bir çok defa yenilmelerine karşın, direnmelerinin karşılığını eninde sonunda almışlardır. Bu kural, salt geçmişe ait olmayıp geleceğe de aittir. Yunanistan’da da olacak olan budur. İşçi ve emekçiler, alın terlerinin "borç” adı altında emperyalist tekellere peşkeş çekilmesini ve bu ağır sömürü dayatmasını asla kabul etmeyeceklerdir.

Hindistan İşçi Ve Emekçilerin Tarihi Mücadeleleri İle Enternasyonal Dayanışma Her Alanda Yükseltilmelidir

Emperyalist burjuvazinin ve gericiliğin "sosyalizm hayalleri öldü” yaygaraları, küçük burjuvazinin sosyalizmden öcü görmüş gibi kaçarak: ”işçi sınıfının devrimciliği bitti” söylemleriyle liberal burjuvazinin ideolojik ve siyasal güzergahında yerini almaları; dünyada işçi ve emekçilerin sosyalizme olan güvenini bütünüyle yıkmaya yetmediği gibi, onların sosyalizm için mücadele ateşini yükseltme savaşımının önünde de engel olamıyor.

Hindistan İşçi Ve Emekçilerin Tarihi Mücadeleleri İle Enternasyonal Dayanışma Her Alanda Yükseltilmelidir

Emperyalist burjuvazinin ve gericiliğin "sosyalizm hayalleri öldü” yaygaraları, küçük burjuvazinin sosyalizmden öcü görmüş gibi kaçarak: ”işçi sınıfının devrimciliği bitti” söylemleriyle liberal burjuvazinin ideolojik ve siyasal güzergahında yerini almaları; dünyada işçi ve emekçilerin sosyalizme olan güvenini bütünüyle yıkmaya yetmediği gibi, onların sosyalizm için mücadele ateşini yükseltme savaşımının önünde de engel olamıyor.

Merkel-Westerwelle ikilisiyle Alman Burjuvazisi Yeni Saldırılara Hazırlanıyor

Almanya’daki 27 Eylül genel seçimler öncesinde, nasıl bir hükümet kurulacağı, Alman tekelci burjuvazisi tarafından belirlenmişti. Kamuoyu anketleri de CDU-CSU ve FDP nin önde gittiğini teyit ederken, alman tekelci burjuvazisinin yeni hükümetini de onaylamış oluyordu. Emperyalist tekelci sermayenin, ülkeyi uzun bir süredir "büyük koalisyon” adını verdiği CDU-SPD ikilisiyle yönetmesi, onlara önemli kazanımlar kazandırmıştı.

Sayfalar