Çarşamba Nisan 24, 2024

"İnsanlık ölmüş " diyenlere güzel bir haber

Bin yıl geçti sanki cezaeviyle ilk tanışıklığımın üzerinden. Çok gençtim; çocukluğumda jandarma, falaka ve cezaevi  korkusuyla büyütülmüştüm. Konulduğum cezaevinin demir kapıları, beton duvarları ve göğün bağrına birer mızrak gibi saplanan nöbetçi kulelerinden ürkmüştüm.

Dışarıda akıp giden zaman o boğucu dört duvar arasında donup kalmıştı sanki. Girdiğim o mezardan çıkmak bana imkânsızmış gibi görünüyordu. Şimdi o günleri tebessüm ederek hatırlıyorum. Alıştım çünkü; başka bir kentteki evime gider gibi gidiyorum artık hapishaneye.

Kısa bir aradan sonra şimdi bir defa daha voltadayım dikenli teller altında. Bir kelebek zarafetiyle maltaya süzülen güz güneşinin altın sarısı saçlarından yayılan mest edici bir koku geliyor burnuma. Gökkuşağı renklerinin kaynaştığı serin bir yel ürperiyor yanaklarımda .

Üzeri dikenli tellerle çevrilen beton duvarın ardında, uzak bir yerden bir horozun coşkulu haykırışı yankılanıyor göklerde. Kulağımda horozun çığlıkları, bizim genç horoz geliyor gözümün önüne. Turkuaz yeşili, siyah ve kızıl renklerin ışıldadığı paltosuyla çevresinde gıdaklayan tavuklar arasında, “buranın kralı benim " dercesine kan kırmızısı ibikli başını kibirle arkaya atarak, bahçeyi uzun bacaklarıyla adımlayışını görür gibi oluyorum. Dışarıya gidiyor bir an düşüncelerim. Sevdiklerim güleç yüzleriyle gelip etrafımı sarıyorlar. Kalbimin kanatlanıp onları kucakladığını hissediyorum.

KADER DEĞİL GURBET MAHKUMLARI…

Koğuştan kopup gelen kahkaha sesleriyle uyanıyorum düşüncelerimden.  Koğuş arkadaşlarım neşeyle sohbet ediyorlar. Benim kendilerine katılmamı istiyorlar. Düşüncelerimi avluda bırakıp, onların yanına dönüyorum. Bol kahkahalı sohbete devam ediyoruz. Koğuşta on beş kişiyiz. Koğuş arkadaşlarım başka illerden getirilmişler buraya. Birkaçı daha çocuk… Bu koğuştakilere “gurbet mahkumları ”deniyor. Adli  mahkumlara  “kader mahkumları” dendiğini biliyordum; ancak gurbet mahkumları sözünü ilk defa burada duydum. Böylece cezaevi kültürüm bu koğuşla biraz daha zenginleşmiş oldu.

Bu gurbet mahkumları İstanbul, Kocaeli, Diyarbakır, Osmaniye, Gaziantep,Urfa , Ağrı ve Iğdır gibi uzak illerden gönderilmişler buraya. Burası dünyanın öteki ucu kadar uzak bir yer onlara. Hepsi yoksul aile çocukları. Zaten zengin çocuklarının burada ne işi var ki?

BURADAKİLER MEHMET AĞAR DEĞİL Kİ…

Aileleri bu uzak diyara nasıl gelip giderler, geldiklerinde nerede barınırlar, devletin umurunda değil. Bunlar Mehmet Ağar değil ki, devlet kendileri için villa tahsis eder gibi özel bir hapishane tahsis etsin! Tufan adında bir genç var ,Osmaniyeli ; Malatya’dan gönderilmiş buraya. Evli ve iki yaşında bir kızı var. 17 aydır cezaevinde. Bu zaman boyunca ne genç eşini ne de bebeğini görebilmiş. Yol uzak ve otobüse verecek paraları yok. Tufan’ın gök mavisi gözleri dalıp dalıp gidiyor uzaklara, eşi Nejla’yı ve kızı Suna’yı düşünüyor olmalı. Başka bir mahpus, “dört yıldır görüşçüm gelmedi” dedi. Neredeyse hepsi  aynı durumda.

Bu insanlık dışı uygulamayı , “Yaratılanı Yaratandan ötürü seviyoruz” , diyenlere ithaf ediyorum. E…ne de olsa yalan söylemek parayla değil !!! 

DEVLET SUÇ NEDENLERİNİ ORTADAN KALDIRMAK MECBURİYETİNDEDİR…

Devlet, ekonomik, sosyal, kültürel ve psikolojik tedbirler alarak, suçların nedenlerini ortadan kaldırıp cezaevlerinin kapısına kilit vuracakken, kendi kusurunun bedelini bu insanlara ödettiriyor.

Bir itirafta bulunmak istiyorum: Tarihe ve insanlığa beslediğim güçlü ümitler bu gurbetçi mahkumlar arasında daha da pekişti.

DÖRT DUVAR ARASINDAKİ MEDENİYET,  ANKARA SİYASET MECLİSLERİNDE YOK…

"İnsanlık ölmüş " diyenlere güzel bir haber vereyim: Dört duvar arasında da olsa insanlık burada zifiri karanlıkta ışıldayan bir yıldız gibi parıldamaya devam ediyor. Tek mesele ortak bir ruhun yaratılmasında… Gerisi kolay, insanlık yatağını bulan su gibi bulur kendi ışıklı yolunu…

Bazıları belki inanmayacak ve sözlerimi abartılı bulacaklar ama ben bu dört duvar arasında bulduğum medeniyeti ve insanlığı ülkeyi yöneten o Ankara’daki o siyasetçi meclislerinde görmedim. Onlar gibi torba dolusu laflar etmezler ama  burada kurdukları  örnek hayatla insanlık dersi veriyorlar.

Koğuşun demir kapısından içeri adımımı ilk attığımda nasıl bir manzarayla karşılaşacağımı bilmiyordum. İçeridekiler gaspçı, eroinci veya katil olabilirlerdi. Onlarla bir arada yaşamak bir mayın tarlasında yürümek kadar zor geliyordu bana.

KOĞUŞTA İLK ANLAR…

Hapishanede kalanlar bilirler, koğuş kapısı her açıldığında bütün başlar ümit  ve merakla o yöne çevrilir. Dış dünyaya, özgürlüğe açılan tek kapı budur çünkü.

İçeri girince “ Merhaba, iyi akşamlar” dedim, üstüme çevrilen gözlerle sıcak bir göz teması kurmaya çalışarak. İçeridekiler,  yanan kömür sobasını çembere almışlardı. Beni tanıyanlar oldu, adımla selamladılar beni. Koğuş kapısı ardımdan şangırdayarak kapanırken, hepsi oturdukları plastik sandalyelerden gürültüyle ayağa kalkarak etrafımı sardılar ve candan bir ilgiyle, “Hoş geldin” dediler. Tanıdıklar benimle öpüştüler, diğerleri ise elimi sıcak bir karşılamayla sıktılar. Üç dört genç sakıngan gözlerini üstümde tutarak arkada kaldılar. Onlara ayrıca merhaba diyerek adlarını ve memleketlerini sordum. Gözlerinde çocuksu bir masumiyetle isimlerini ve memleketlerini söylediler. Ayakta süren hoşbeşten sonra oturmam için bir sandalye verdiler, sonra misafir olan benim için sobaya bir çay koydular.

Koğuşta sigara içildiğini görünce –çünkü sigara içilebilecek başka bir yer yok- "Eyvah"! dedim kendi kendime. Kandıra F tipindeki rutubetten hasara uğrayan akciğerlerim bu ortamda bir gün bile dayanamazdı. Az sonra çayla süren sohbetimizi kafamın içinde matkap gibi uğuldayan bu endişeyle sürdürdüm. Bir an cesaretimi toplayıp yanımdaki mahpusun kulağına sigaradan rahatsız olduğumu fısıldadım. Bu harika insanlar, adeta bakışlarıyla konuşuyorlardı. Nasıl oldu, kaş göz hareketleriyle nasıl anlaştılar, anlayamadım: sigara tutan eller gizli bir komut almış gibi kül tablalarına uzandı ve sigaralar hemen söndürüldü..

Şimdi akşamları koğuş kapısı kapanınca, sigara için tuvaletin önünde kuyruğa giriyorlar. Böyle olunca da günlük içtikleri sigara sayısı yarıya indi. Hem sağlıklarından hem de paralarından tasarruf ettikleri için şimdi gözlerinin içi gülüyor.

CEZAEVİ TERBİYE Mİ EDER?

Sanılmasın ki, cezaevi hayatı bu insanları hizaya sokmuş. Bana göre bu düşünce gerçeği yansıtmaz. Bu insanlar burada sabrın öğretmenliğinde hoş görünün, olgunluğun, zarafetin, empati  kurmanın ve barış içinde kardeşçe yaşamanın sırrını keşfetmişler.

KOĞUŞTA HAYAT…

Koğuşun günlük işlerinde harika bir paylaşım var. Büyük küçük ayrımı gözetmeden herkes, her işe koşuyor. Gece saat  11’den sabah 8’e kadar koğuş nefesler tutulmuşçasına kıpırtısız bir sessizliğe bürünüyor. Uyku sorunu olan benim için huzurlu ve melankolik bir sessizlik bu. Sabah erken kalkanlar,  uyuyan arkadaşlarını rahatsız etmemek için parmak uçlarında gidip bir sandalyeye ilişir, sadece görüntüsüyle yetindikleri televizyonu izlerler. Sabah sayımından sonra birlikte kahvaltıya oturulur. Üstümdeki ranzada yatan genç arkadaşım geceleri yatakta dönerken beni rahatsız etmekten dertli. Oysa rahatsız olduğum yok. Ben de onun beni düşünüp  gerilmesinden dertliyim. İki dertli birbirimizi bulmuşuz!

DİYOJEN GİBİ İNSAN ARAYANLARDANSANIZ İÇİNİZ RAHAT ETSİN…

Hani Diyojen gündüz ortası sokakta fenerle dolaşırken, “ İnsan arıyorum”, demiş ya… Siz de Diyojen gibi insan arayanlardansanız, içiniz rahat olsun;  insanlık için hala ümit var. Gurbetçiler koğuşu, dört duvar arasında ümidi yeşertiyor, kötülere insanlık dersi veriyor. Size dünyalar dolusu selam ve sevgilerini gönderiyorlar.           

Mahmut ALINAK - Susuz Kapalı Cezaevi

78652

Mahmut Alınak

Eski kürt milletvekillerindendir.Çeşitli kitapları bulunmaktadır.Aralık 2011 yılına kadar sitemizde sürekli yazılar yazan Mahmut Alınak,Aralık 2011'de KCK tutuklamalarına maruz kalarak tutsak edilmiştir.Temmuz 2012'de tahliye edilmiş olup,zaman zaman yazıları ile okur kitlesine ulaşmaktadır.

alinakmahmut@hotmail.com

Son Haberler

Mahmut Alınak

TKP-ML MK: TKP-ML, 52 YAŞINDA!

“Daha Sıkı, Daha Sağlam, Daha Kararlı Bir Savaş” İçin Israr ve Sebatla!

Mao Zedung yoldaşın önderliğindeki Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin dünyayı sarsan fırtınaları içinde, coğrafyamız sınıflar mücadelesinin bir ürünü olarak doğan partimiz TKP-ML, 52 yaşında!

Emperyalizm Üzerine Notlar

Uzun bir zamandan beri emperyalizm üzerine makaleler yazıyorum, konferanslar veriyor, panellere katılıyorum. Bir de „Emperyalist Türkiye“ adlı kitabım yayınlandı. Bu kitapta'da Türk devletinin emperyalistleştiğini ve emperyalist bir devlet haline geldiğini; ekonomik, siyasi ve askeri olarak değerlendiriyorum.

Katıldığım seminer, panel, konferans ve çeşitli konuşma ortamlarında, yeni emperyalist ülkeler konusunda bana bir çok sorular soruldu, benim tezlerime karşı karşı tezler ileri sürüldü. Bir çoğu tezlerimi onaylarken, çoğunluk tezlerimi reddetti.

Patika, Politika mı Arıyor Yoksa..

"Başkası olma kendin ol

Böyle çok daha güzelsin"

Anasının kuzusu

Ciğerimin köşesi"

Marifet  solun sağıyla başarılı olmak değil ki.

Afyon, antalya, istanbul, ankara...

İmamoğulları, yavaşlar, böcekler... falanlar filanlar.

Sanki seçimleri kaybettiren  sol gibiymiş gibi

Sanki seçimleri kaybettiren de parlamentizm gibiymiş gibi

Hiç kimse zafer kazanan solun sağı karşısında solu ve parlamentizmi dahil ağzına almıyor.

Proletarya chp'nin sağını satın almış gibi.

Lenin’in Ölümünün 100. Yılı Anısına: Lenin’de Kararlılık ve İki Çizgi Mücadelesi SBKP’de İki Çizgi Mücadelesi*

Rusya’da Marksist gruplar ortaya çıkamadan önce “devrimci” çalışmayı Narodikler yürütüyordu. Narodniklerin Çar’a karşı verdikleri mücadelede temel aldıkları sınıf köylülerdi. Rusya’da kapitalizm geliştikçe işçi sınıfı da gelişip büyümesine rağmen Narodnikler işçi sınıfını değil köylülüğün temel alınmasını savunuyor ve ancak köylülüğün Çar’ı ve toprak ağalarını devirebileceğini savunuyorlardı. Narodnikler bireysel “terörü” savunuyor ve bunun geniş halk yığınları üzerinde büyük etkiler yaratacağını düşünüyorlardı. İşçi sınıfının partisinin kurulmasına karşı çıkıyorlardı.

Hepimiz Mazlum’a borçluyuz:Garabet Demirci

 

Devrimciliği Yaşam Tarzına Dönüştürelim

Bizim gücümüz, haklılığımız ve meşruluğumuzda; olayları, olguları diyalektik- materyalist bakış açısıyla ele almamızda yatıyor.

TKP-ML Merkez Komitesi : Newroz Piroz Be!

İmha, İnkar ve Asimilasyona; İşgal ve İlhaka; Sömürüye, Açlığa, Yoksulluğa, ve Faşizme Karşı

İsyan, Direniş, Serhildan!

Newroz, coğrafyamızda binlerce yıllık sınıflı toplumlar tarihinde sömürülen, ezilen, baskı gören halkların zalimlere, sömürücülere karşı isyanının simgesidir. Günümüzde de başta Kürt halkı olmak üzere bütün ezilen halkların, zalimin zulmüne karşı isyan ve direnişinin, Demirci Kawa’nın isyanının zalim ve katliamcı Dehaklar karşısında yükseltilmesinin, isyan ateşlerinin dört bir yanda yakılmasının adı olmuştur.

Oylar SADET'E.... Oylar DEVA'YA... Oylar İYİ PARTİ'ye....

"Bindik bir alamete gideyoz kıyamete."

Aklımızın sınırlarının zorlandığı günlerde geçiyoruz.

İlemde bir partiye oy verecekseniz....

Sanki iyi parti sizi öldürüyorda chp sizi öldürmüyorsa(?)...

Niye oy verdiğiniz millet ittifakı'nın parlamentizmden vaz geçmemiş paydaşlarından biri de olmaya.

Ve Bakırhan buyurdu: " İstanbul'da kent uzlaşısı sağladık" diye

Ve Sakık buyurdu: "CHP'ye oy yok." diye.

Ve ..

Kadınlar ve İşçiler

Kadınlar neden, niçin ve nasıl eziliyor, neden cinsiyet ayrımcılığın en temel ve en tepe noktasında yer alıyor, neden öldürülüyor neden erkek baskısı kadın üzerinde şiddetleniyor vb. soruların yanıtı ile; işçiler neden, niçin ve nasıl sömürülüyorsa verilecek yanıtlar aynı yerde arandığında, kadının kurtuluşu sorununa, daha genel anlamda ise işçi sınıfı ve emekçilerin kurtuluş sorununa daha doğru yaklaşılmış olacaktır.

Yerel Seçimler ve Proleter Tavır

 

 

Türkiye 31 Mart 2024 tarihinde yapılacak yerel seçimlere kilitlenmiş bulunuyor. Baskı, yasaklamalar, açlık, yoksulluk, pahalılık ve işsizlik en can alıcı sorun olarak ülke gündemindeki yerini korurken, tüm burjuva partiler 31 Mart’ta yapılacak yerel seçimlerde kazanacakları belediyelerin hesaplarını yapmakla meşguller.

Misak Manuşyan ve 23’ler Ölümsüzdür!

Misak Manuşyan (1.9.1906 – 21.2.1944) ve yoldaşlarını, Nazi kurşunları ile Paris’te katledilmelerinin 80. yılında saygıyla anıyoruz İnsanlığın düşmanı faşizmi ise bir kez daha lanetliyoruz.

İnsanlığın başına kara bulut gibi çöken, yıkımlar, savaşlar ve dahası onarılması mümkün olmayan felaketlere sebep olan Hitler Faşizmi, 1933 yılında Almanya’da iktidara gelmesiyle başladı. 1929 ekonomik ve sosyal bunalımını atlatamayan ve çözüm bulmakta zorlanan, kapitalist-emperyalist ülkeler, sorunlarını savaş yolu ile çözmek, pazarların yeniden paylaşma savaşına giriştiler.

Sayfalar