Pazar Mayıs 19, 2024

Hasta iken tutsak olmak!

AKP hükümeti ve yargısının düşman hukuku nedeniyle hasta tutsaklar sorunu hala gündemdeki yerini korumaya devam ediyor. Hemen hemen her gün yapılan basın açıklamaları, HDP milletvekillerince meclise soru önergelerinin verilmesi, konunun özgür basın tarafından her gün haber yapılması ve bir bir hastaların zindandaki tükenişleri dahi hasta tutsakların dünya tarafından görülmesi ve bırakılmalarına yetmiyor.

Ben, hastayken tutsak olmanın ne olduğunu çok iyi bilenlerdenim. Bizler şuan dışarıda yeterince oksijen alırken o’nlar dört duvar arasında, göğü daraltsın diye olduğundan da yükseltilmiş duvarlar içerisinde oksitlenmiş demir, nem ve rutubet kokusuyla yaşama tutunmaya çalışıyorlar. Bizler dışarıda her türlü çirkinliği yaşar ve aldığımız solukları anlamlandıramaz ve günü birlik yaşarken o’nlar, aldıkları her nefesi anlamlandırmak durumundalar çünkü bizim kadar ucuza alamıyorlar ciğerlerine soludukları oksijeni.

Ben her akşam havalandırma kapıları kapandıktan sonra nefes almak için paslı parmaklıkların dışına dudaklarımı dayayıp nefes almaya çalışıyordum. Nefes alabilmek için ağır ağır ilaçlar kullanıyordum.

Hasta tutsakların mevcut hastalıkları dışında zindan koşulları nedeniyle başka birçok virüs doğallığında ve bazen de idare tarafından çeşitli yöntemlerle vücudumuza enjekte edilebiliyor. Sağlıklı bir insanın bile zor nefes aldığı bir ortamda hastaların yaşama tutunabilmeleri inanın ki çok fazla sürmez ki sürmüyor.

Halil Güneş arkadaşla Amed zindanında aynı kısımda kalma şansım oldu. Arkadaşımız sırf arkadaşları rahatsız olmasın diye ağrı kesicilerin faydasız kaldığı an’larda dahi inlemiyor, öksürüğünü dahi tutmaya çalışıyordu. Serum takılması için vücudunda delinmedik tek yer dahi kalmamıştır arkadaşımızın. Her gün aldığı serum ve ağır ilaçlar ağrılarını dindirmeye ve yaralarını iyileştirmeye yetmiyordu; çünkü bir hastalığın ağrısı geçip diğeri başlıyor, bir yara kapanıp bir diğeri açılıyordu. O’ndaki inanç, irade, yaşama bağlılık ve özgürlük aşkı hastalıkları nedeniyle inanın tıpta çığır açmıştır. Halil Güneş’in Sayın Öcalan ve halka olan aşkı bugün, onu yaşama bağlayan tek ilaçtır diyebilirim.

Hasta tutsaklar ölüme terk edilmiş durumda

Namı diğer Apê Dedo kalp krizi geçirmiş ve tedavisi yarıda kesilerek ameliyat elbisesiyle benim de için de olduğum ring aracına konularak hastaneden cezaevine götürülmüştü. Seksene merdiven dayamış kalp ve astım hastalıkları olan Mehmet Emin Özkan (Apê Dedo) ve Sıdık Güler (Apê Sıdık), genç yaşına rağmen ayakları günden güne çürüyen ve baston ile bile zor yürüyebilen Selahattin Aytek, kanser, kalp ve beyin damar rahatsızlıkları olan Şemsettin Kargılı ismini hatırlayabildiğim hasta tutsaklardan yalnızca bir kaçı. Ayakları olmayan, eli ve kolları olmayan arkadaşlarımız tek kişilik odalarda tutuluyorlar. Bu arkadaşlar şuan Amed zindanında ve günden güne eri(tili)yorlar.

Hükümet yetkilileri ve kamuoyunun onları anlayabilmesi için illa ağır hastalıklarının olması ve el-kol ve ayaklarının olmaması mı gerekiyor?

Emin olun ki Hasta tutsaklar çözüm sürecini ve seçimi bekleyemezler.

Hasta tutsakların hastane sevki bazen 3 ay bazen 6 ay sürebiliyor. Bazen de bilerek sevke çıkarılmayıp muayeneye götürülmüyorlar. Böylelikle hastalıkları da ilerlemiş oluyor. Revirden tam teşekküllü bir hastaneye sevk izni revir doktoru ve cezaevi idaresinin insafına bırakılıyor. Her şikâyete ağrı kesici ve merhem veriliyor. Cezaevine bir şekilde getirilen virüs, ortamdan kaynaklı kısa sürede bütün cezaevini sarabiliyor. Akşam belli bir saatte revir kapanıyor ve acil bir durumda ambulans çağırmak durumunda kalıyorsun. Eğer kalp krizi geçirmişsen zaten ölmüşsün demektir çünkü ambulans en az 45 dakikada geliyor. Arkadaşın gözünün önünde yaşamını yitiriyor ama sen hiçbir şey yapamıyorsun. Halil Güneş gibi birçok arkadaşımız var ve bu arkadaşlarımızın bir sabah uyanamama gibi bir riskleri var.

Evet, bu canlarımızın tek tek solukları kesilir de yine de minnet etmezler o’nlara düşman hukuku ile yaklaşanlara. Ancak o şartlarda bırakın hastayken yaşayamamayı, inanın sağlıklı iken dahi yaşanamıyor.

Hasta tutsakların çözüm sürecini bekleyecek ne halleri var, ne de zamanları. Bizler yeterli oksijen alırken, onlar; Oksitlenmiş demir kokusu, nem ve rutubetli hava soluyorlar. Aldığımız nefesin hakkını ancak Hasta tutsakların özgürlüğü için mücadele etmeyle verebiliriz. Bu da hükümetten beklemek, basın açıklaması yapmak ve evde oturmayla olmuyor/olmadı, olacağa da benzemiyor. Başka bir şey gerek ama ne!

Kendi adıma söylüyorum!

O'nların zindanda olduğu her an aldığım nefesleri, onursuzca almış sayacam.

Hasta tutsakların durumu seçime kurban gitmemeli ve özgür tutsaklar bir an önce serbest bırakılmalılar.

Mehmet Polatsoy

14.02.2015


69952

Mehmet Serhat Polatsoy

Özellikle Kürt Ulusal Hareketi üzerine ve kürtlerin sorunları üzerine makaleler yazmakta olan yazarımız 2011 sonlarından beri yazılarıyla sitemizde yer almaktadır.

serhatpolatsoy@kaypakkaya-partizan.net(hazırlanıyor)

Mehmet Serhat Polatsoy

TC’nin Kuruluş İdeolojisi Kemalist Faşizm ve Günümüzdeki Varyantı

Ülkemizde sorun ve çelişkiler çözülmediği gibi mevcut durum giderek daha çetrefilli bir döneme girmiş durumdadır. Bunun sonucu işçi sınıfı ve emekçi yığınların sömürüsü had safhaya varmıştır. Yoksullaşma en üst düzeye çıkmıştır. Ülkenin girdiği sarmal durumun bedeli tamamen emekçi sınıflara yüklenmiştir. Elbette ki yoksulluk ve işsizlik her zaman var olmuştur. Sınıf çelişkileri, sömürü, baskı ve diktatörlük dönemleri her zaman yaşanmıştır. Bundan sonra da sınıf çelişkileri var olduğu müddetçe baskı mekanizması varlığını devam ettirecektir. Lakin günümüzdeki mertebeye çıkmamıştır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuruluşunda İzmir İktisat Kongresi, ya da Emperyalizme Bağımlılığın Belgesi

Osmanlı iktisat tarihinde önemli bir yer tutan kapitülasyonlar ilk olarak 1352 yılında Cenevizlilerle olan ticareti artırmak maksadı ile verilmiştir. İlerleyen yıllarda ise ticaret yollarında yaşanan değişiklikler ve dünya ticaretinin yeni rotalar edinmesi sonucunda başka bazı ülkeler de kapitülasyonlar yani ticaret yaparken kimi ayrıcalıklar edinme hakkı elde etmişlerdir.

Yüzyıldır Tarihin Dışında Bir Rejim: TC!

 

Türk devletinin kuruluşunun yüzüncü yılında, Türk devletinin kuruluşu ve adına “Milli Mücadele” ya da “Kurtuluş Savaşı” denilen süreci ve bu sürece önderlik eden sınıfları kısaca ifade etmek, Türk devletinin hangi temeller üzerinden yükseldiğini ve sınıfsal niteliğini tanımlamak açısından önemlidir.

TC'nin Yüzyıllık Tarihinde İşçi Sınıfı ve Mücadelesi

Giriş:

İşçi sınıfının tarihi kapitalist sistemin gelişmesinden ve burjuvaziden ayrı ele alınamaz. Burjuvazinin ortaya çıktığı yerde işçi sınıfı da vardır. Ve bir çelişmenin iki yanı olan işçi sınıfı ve burjuvazi, birlikte var olurlar. Bu iki zıt kutup hem birbiriyle mücadele ederler ve hem de biri olmadan diğeri olmaz. Bu iki toplumsal sınıfı yaratan kapitalist sistem olmuştur.

 

Devrimci Demokratik Kamuoyuna ve Halkımıza!

KOMÜNİST ÖNDER İBRAHİM KAYPAKKAYA’YI ORTAK BÖLGESEL GECELERLE ANACAĞIZ!

Çakma komünistler! (Deniz Aras)

Her genç Kaypakkayacının biraz da alaycı bir alaycı mutlaka karşılaştığı bir cümledir “Köylü devrimcisi”! Kastedilen elbette İbrahim Kaypakkaya ve onun görüşlerini savunanlardır. Bu tanımı yapanlar için zaman mefhumu sanki bir avantaj olarak kullanılır. Zaman geçtikçe Kaypakkaya’nın görüşlerinin eskidiği sanılır ya da umulur. Kaypakkaya artık eskide kalmıştır ve şimdi “yeni şeyler” söyleme zamanıdır!

Siyasi Tutsakların Tecridi Kırma Mücadelesinin Neresindeyiz? (Yorum)

Emperyalist kapitalist sisteme karşı mücadele eden devrimcilere, komünistlere karşı hemen her ülkede gözaltı ve tutuklama sistematik bir şekilde devam ediyor.

Bu sistematik durum, bu faşist devletler nezdinde tutuklananların her gün daha da derinleşen br şekilde tecrit altında bırakılması anlamına da geliyor.

Egemenler dünyanın dört bir yanındaki devrimci ve komünistlere dönük saldırılarını, katletmekle bitiremediğinde esir alma, tutsaklar üzerinden muhalif güçleri, toplumu sindirme, hapishaneleri bu sindirmenin en önemli aracı haline getirmek hedefiyle yürülüğe sokmaktadır.

Artsakh (Dağlık Karabağ) Tehciri: Stalin Düşmanlığı ve Sosyalizme Saldırı

Uluslararası alanda sömürü, baskı, saldırı ve ilhaklar son dönemlerde katbekat artmış ve katmerli boyutlara tırmanmıştır. Emperyalist devletler ve onların güdümündeki gerici devletlerin, tüm ezilen sınıflar ve toplumlar üzerindeki saldırı furyası, had safhaya ulaşmış durumda. Öyle ki, uluslararası hakim sistem bir taraftan mevcut sorunların bedelini giderek ezilen yığınlara ve mazlum uluslara daha fazla yüklerken diğer taraftan saldırılarını da daha acımasız ve daha şiddetli boyutlara tırmandırmış durumdadır.

Garod – “Hasret” (Nubar Ozanyan)

Halkların coğrafyaları suç ve cinayet örgütü gibi çalışan devletler tarafından zorla boşaltılıyor. Soykırım, işgal, tehcir zulmüyle toprakları cehenneme dönüşen halklar; belirsizliğe, bilinmezliğe, karanlığa doğru zorla sürülüyor. Boyunlarında geleceksizlik zinciriyle birlikte adına yaşamak denilen zulme mahkum ediliyor.

Gerilla, haktır ve halktır (Nubar Ozanyan)

Sınırları ateşten ordularla kuşatılmış her dört parça toprakta, yaşam ve var olma hakkı ellerinden zorla gasp edilmiş Kürt halkının, direnme ve isyan etmekten başka çıkış yolu var mıdır? Kürtlere, ezilenlere kıyamet yaşatılırken her bir karış toprağına ölüm yağdırılırken, en dezavantajlı koşullar altında gerilla, çıplak elleri ve cesur yürekleriyle özgürlükleri uğruna savaşmaya devam ediyor.

TURAN TALAY’IN ANISINA…

Onu maalesef ki çok erken denilebilecek bir yaşta, henüz 68’indeyken, 11.10.2023 tarhinde yitirdik. Bu ani ve erken ölümü tüm sevenlerini, yoldaşları ve dostlarını derinden sarstı ve acılara boğdu.

Akciğer kanserine yakalanmıştı. Hastalık, özelliklede ikinci kez nüksettikten sonra çok hızlı ve sinsi bir şekilde gelişti. Öyle ki doktorların her şeyin normal göründüğünü söylediklerinin kısa bir süre sonrasında yapılan muayende, kanserin kafaya sıçradığı ve de yayıldığı tespit edildi. Artık tıbben yapılabilecek bir şey de yokmuş. 

Sayfalar