Pazartesi Mayıs 6, 2024

Hasan Hakkı Erdoğan'a dair birkaç söz

“Bazı ölümler vardır ki, kuş tüyünden hafif, bazı ölümler vardır ki, Tay Dağı’ndan daha ağırdır.”

Masum gülen yüzlü çocuk, neşeli fıkralarıyla yaşama sosyal anlam katan, bilimsel sosyalizme inancıyla gittiği her yerde yürüttüğü her çalışmada, ilişki kurduğu her bireyde güven oluşturan kararlı bakışlarıyla karşısındaki dostlarına teminat olan Hasan Hakkı Erdoğan seni,1978’de baharı yaza devrettiği bir mevsimde tanıdım.

Ben Karakoçan’da parti faliyeti yürütürken, Karakoçan’nın Pamuklu Köyü, Pemeliğ mezrasında, yani senin doğup büyüdüğün o şirin mi şirin kocaman bahçesinde her türlü meyvelerin yetiştirildiği evi senden önce tanıdım . Annenle, babanla, abin, ablaların ve kardeşlerinle seni tanımadan tanıştım. Her biri ayrı bir can dost sıcaklığına sahiptiler. Baban Hüseyin amcanın o sert, çatık kaşlarıyla bakışı bizim birçok yoldaşı ürkütmüş, selam vermekten dahi korkar hale gelmişlerdi. Aslında Hüseyin amca dışarıdan göründüğü gibi değildi. Yüreği tertemiz, devrimcilere bakışlarıyla kızsa da, yüreğinde bütün devrimcileri seviyor, koruyor, dışarıda savunuyordu. Bana Hüseyin amca anlatıldığında çekingenliğim olmuştu. Mutlaka Hüseyin amcayla tanışmak, konuşmak istiyordum. Bir yolunu bulmalıydım, öyle de yaptım. Çalıştığından dolayı her zaman evde olmuyordu. Çok zaman Kiği veya başka yerlerde oluyordu. Bense bu arada annenle ilişkilerimi iyiden iyiye geliştirmiş, Hayri dahil kardeşlerinle görüşüp sohbetler yapmaktaydım. Annen sürekli seni bana soruyordu. Ben seni tanımıyordum ama seni tanımadan senin hakkında birçok bilgiye sahiptim. Artık sen bana yabancı değildin. Yoldaşımdın ve tanışmadan seni tanımaktaydım. Hüseyin amcayla tanışmam, selamlaşmam önce uzaktan başladı. Sonra hal-hatır sormaya dönüştü. Hüseyin amca beni ufaktan ufağa sorgulamaya başladı. Artık kızgın, çatıkkaşlı bakışlar Hüseyin amcadan gitmişti. Hem sitem ediyor, hem nasihat ediyor, hem de çaktırmadan seni bana (Hasan Hakkı’yı) soruyordu. Bense hem biliyor, hem de bilmiyor havasındaydım.

Artık Hüseyin amcayla birbirimize ısınmış, kanlarımız kaynaşmıştı. Bazen bana, ‘‘ulan kerata, ulan puşt’’ dese de aramız çok çok iyi idi. Annen her zaman seni görmek istiyordu. Bu isteğini babandan çekindiği için söyleyemiyordu. Beni her gördüğünde bu ‘görme isteğini’ yeniliyordu. Bir gün kendi aralarında konuşmuş olacaklar ki bana; ‘‘Bizim veledi görüyor musun, nerelerde? Annesi çok özlemiş gelip bir annesini, kardeşlerini görsün’’ dedi. Ben de aynı dertten muzdarip olduğumdan onu çok iyi anlıyordum . Kendi özlemini, kaygısını, görme isteğini dillendirmiyordu ama, bir baba olarak yüreği özlemle görmek istiyor, sağlığını, açlığını, yaşadığı zorlukları kendi dünyasında hergün yaşıyordu. Kel Amca (Ali Yavuz Çengeloğlu)’ya yazdığım bir notla kendisine ilettim. Eğer mümkünse Hasan Hakk’ının Karakoça ‘a ailesini görmeye gelmesini talep ettim. Bu isteğimi birkaç kere tekrarladım. İlkbaharı yaza bırakan bir dönemdi. Amcadan bana haber geldi; ‘‘Birkaç güne kalmaz yoldaşı göndereceğim’’ dedi. Aradan bir hafta geçmemişti ki, Hasan Hakkı yoldaş Karakoçan’a çıkageldin. Seninle hiç tanışmamamıza, görüşmememize rağmen sanki yüz yıl öncesi tanışıyoruz, görüşüyoruz, ilişki içerisindeyiz özlemiyle birbirimize sarıldık, kucaklaştık. Gözlerimizle birbirimizi süzerken yoldaşlık sevgisini, güvenini hiçbir şeyin veremeyeceğini düşündüm, seninde öyle düşündüğünü düşündüm.

Kısa bir sohbet sonrası Karakoçan garajından  Pemeliğ yolunu tuttuk. Yolculuğumuz boyunca yüzündeki sevinç ve gözlerinin içinden dışa vuran özlemi görmüştüm, aynı duyguları seninle yaşamıştım. Bugün dahi bu duygulu an bende bugün gibi tazeliğini koruyor. Sen bana en çok anneni soruyordun, en çok anneni özlemiştin. Sizin eve vardığımızda annenin sana sarılışı, sımsıkı kucaklayıp öpüşü, koklayışı ve mutluluk gözyaşlarının damlacıklar halinde akışını unutmam mümkün değil… Ya kardeşlerin, akrabaların sevinçten ne yapacaklarını bilemez olmaları bize herşeyi en ince noktasında anlatıyordu.

Ya o sert görünümlü, çatık kaşlı Hüseyin amcanın seni uzaktan görüp mahsunlaşan yüzü, bir çocuğun taşıdığı sevinci gözlerinde görmek, gözyaşlarını tutmamak için duygularını ‘erkekçe’ bastırma yolunu seçerek gözlerini gözlerinden kaçırması sözlerle ifade edilir gibi değil. Şaşkınlığı geçtikten sonra babacan tavırla ufaktan dokunaklı küfürü bize sallamasını unutmak mümkün mü. ‘‘Hele hanım çocuklar açıkmıştır, birşeyler hazırla getir’’,  tok bir sesle söyleyişi unutulmaz iz bırakmıştı bende. Kandisini hâlâ zaman zaman arkadaşlarıma anlatır saygıyla anımsarım.

Sonra iki hafta boyunca seninle köy köy gezmelerimiz, ziyaretlerimiz geliyor aklıma… Ayrılık zamanı yaklaştığında sana, istiyorsan burada faaliyet yürütebileceğini önerdiğimde hem istekli davrandın, hem de ailenden dolayı tereddüt taşıdın . Karar vermekte zorlandın ve çalışma alanına dönme eğilimin esas oldu. Ben ise senin kalmanı çok istemiştim. Fikrinde değişiklik olursa bunu  konuşabileceğimizi söyledim.

Artık ayrılık zamanı gelmişti. Uzun zaman birlikte geçirdiğimiz günler bizi birbirimize daha da yakınlaştırmıştı. Seni Pamuklu’dan alıp Karakoçan garajından Malatya’ya yolculamak bana düşmüştü. Bir gün önceden Karakoçan’da ki yoldaşlara haber saldım, vedalaşmamız için… Biz seninle Kığı otobüsüne Pamuklu’dan bindik, Karakoçan’a doğru yola çıktık. Karakoçan’a vardığımızda otobüsün etrafı polis tarafından sarıldı. Sen benden dolayı büyük bir tereddüt yaşadın. Her şey aniden oldu. Ben de şaşkındım ama kendimi toparlamak zorundaydım. Sana önüme geçmeni, beni hiç tanımadığını, kimlik kontrolüne girmeni istemiştim. Ben kontrol yapan polislerden birini teslim alacağımı söylemiştim sana. Sen önce benim ne yapacağımı kestirememiştin, bir anlık şaşkınlığımız geçtiğinde aynı çeviklikle harekete geçtik. Kimlik kontrolü yapan polislerden birinin kafasına silah dayandı, diğer polislere çağrı yapılarak, yanlış bir hareket yapmaları durumunda elimizdeki esir polisi vuracağımızı söyledik. Sen aradan sıyrıldın ben ise elimde esir tuttuğum polisi yüz metre kadar uzaklık sonrası serbest bırakarak dereye atlayıp sırra kadem basmıştık. Arkamdan edilen ateş bir işe yaramamıştı. Sonra evi boşalttık ve dağlarımıza vurduk yolumuzu. Peşimize takılan jandarma ve polis umurumuzda değildi. Tekrar Pamuklu’ya geri döndük. Olay gazetelerde, Elazığ ve Karakoçan’da duyulmuş, yapılan katkılarla abartılarak efsaneye dönüşmüştü. Hangi köye gidersek gidelim, köylüler bizden bahsediyor, olayın bizler tarafından yapıldığını biliyor ve övgüler yağdırmaktaydılar. Ardından uyarılarını da eksik etmiyorlardı. Daha sonra yaptığımız araştırma sonucu Pamuklu civarlarında birileri Hasan Hakkı ve beni ihbar ediyor, Karakoçan’da garajda otobüse yapılan baskın bu yüzdenmiş. Yoldaşlarla olayı hatırladıkça birlikte kahkahalar atıyorduk. Sonra senin sazın devreye giriyor, devrim türkülerini hep birlikte söylüyorduk.

Bir süre sonra sen çalışma bölgene geri döndün. Bense Dersim dağlarına yol aldım. Uzun yıllar sonra seninle 1982’nin ilkbaharında İzmir’de yapmış olduğumuz toplantıda karşılaştık. Üç gün boyunca birlikte siyasi, örgütsel politik sorunlarımızı tartıştık. Daha sonra ben çalışma alanıma dönmüştüm, sen ise İstanbul’da Parti faaliyetlerini yürütmek üzere İzmir’de ayrılmıştın. Bu seninle son görüşmemiz olmuştu. Daha sonra ben yurtdışına, Orta Doğu’ya gitmiştim. Zor günlerden geçiriyorduk, bir otuz eylül akşamı senin faşizmin işkencehanelerinde katledildiğini öğrendik. Acıydı ama ne çok yoldaşımızı yitirmiştik Her biri bilgeliğiyle, birikimiyle, sosyal-toplumsal ve siyasal olaylara bakışlarıyla gelecek güzel günlerimizin mimarıydılar. Ne yazık ki, her birini, kahpe pusularda, işkencehanelerde faşizme karşı elde vuruşarak bedenen yitirdik. Ama onlar bilincimizde, yüreklerimizde yaşıyorlar. Bu yoldaşlarımızdan biri de Hasan Hakkı Erdoğan yoldaştır .

Hasan Hakkı Erdoğan’ı faşizmin işkencehanelerinde yitirişimizin 31. yılı. Zaman bir nefes, zaman bir su olup akıyor. Yaşantımızda bir çok şey unutuluyor. Bir daha anılmaz oluyor, sıradanlaşıyor, güz yaprağı gibi gazelleşiyor eriyip toprağa karışıyor. İnsan yaşadığı coğrafyada, topraklarda yaptıklarıyla olumlu-olumsuz değerler sunmaktadır. Bazıları insanlığa sunduğu ilerletici, geliştirici, yüreklendirici ve daha önemlisi insanlığın varolan eşitsizlikten, kölelikten, kula kulluk yapmaktan kurtulması için egemenlere karşı başlatılan sınıf kavgasında yazdıklarıyla, direnişiyle ve yaşadıklarıyla en zor koşullarda tarimize silinmez not düşerler.

12 Eylül faşizminin yaşandığı en karanlık dönemde, çoğunluğun sus-pus olduğu koşullarda toplunun belki de yüzde birini oluşturan devrimcilerin, komünistlerin direnişi bulundukları her karış toprakta devam ediyordu. Faşist diktatörlüğün yok etmek istediği insanlık değerlerinin korunması, geliştirilmesi özgürlüğe kavuşturulması ideali için savaşa , bir avuç da olsalar istedikleri gibi yaşadılar, inandıkları insanlığın kurtuluşu ve özgürlüğü için kendi bencil çıkarlarını değil, ezilen halkların çıkarlarını, kurtuluşunu , özgürlüğünü esas aldılar. Bu inanç ve kararlılıkla faşizmin işkencehanelerinde diz çökmediler, el pençe durmadılar. İnandıkları düşünceleri gizlemediler. Açıkca, inandıkları komünist düşünceleri faşizmin işkencehanelerinde, işkenceci cellatların yüzlerine haykırdılar. İbrahim Kaypakkaya oldular, Deniz, Mahir, Amed’in Mazlum’u oldular. Süleyman Cihan, Mehmet Zeki Şerit oldular. Karanlıkta umutlarını yitirenlere, umutsuzluğa düşenlere, ‘‘herşey bitmiştir’’, ‘‘mücadeleye gerek yok’’ diyenlere umut oldular, ışık oldular, kıvılcım oldular. En zor koşullarda faşizmin işkencehanelerinde direnerek, teslim olmayarak insanlık onurunu korudular. Eğer ki, bugün üzerine basarak yükseldiğimiz direniş değerlerimiz varsa, Hasan Hakkı Erdoğan gibi karanlıkta bizlere umut ve ışık gösteren, asla sönmeyen değerlerimizdir. Bu değerlerimiz artık halka mal olmuştur. Her zaman direniş sembolü olarak yüreğimizin bir köşesinde var olacaklardır.

Hasan Hakkı Erdoğan unutulmadı unutulmayacak, her zaman mücadelemizde yaşatılacaktır.

44523

Hasan Hakkı Erdoğan'a dair birkaç söz

Halka Nasıl Yaklaşacağız?

Milyonlar açlık ve yoksulluk içinde, demokratik haklardan yoksun, özgürlük kırıntılarına bile muhtaç bir durumda yaşıyor. Haksızlık, hukuksuzluk ve adaletsizlik karşısında kitleler ya seslerini yeterince yükseltememekte ya da sınırlı sayıda insanla zulüm karşısında direnmeye çalışmaktadır. Birbirinden bağımsız, sınırlı direniş güçlerinin mücadele ettiği süreci yaşıyoruz. Damlaların derelere, derelerin nehirlere, nehirlerin bendlerini yıkacak duruma gelme ihtiyacı var.

“Kuruluşunun 100. Yılında TC’nin Diğer Yüzü Türkiye’de Ulusal Azınlıklar Sorunu”*

Türkiye’de ulusal sorun ve azınlıklar meselesini incelerken nasıl bir ülkede yaşadığımız, ülkeyi hangi sınıfların yönettiği, ulusların hangi tarihi koşullarda ortaya çıktığı, ulusal sorunun ekonomik ve politik nedenlerini açıklamak durumundayız.

Ulus, tarihsel olarak meydana gelmiş, ortak bir dil, ortak bir pazar, ortak bir kültür birliği ve ortak bir ruhi şekillenmende ifadesini bulan istikrarlı bir insan topluluğudur. Ulus, sadece tarihi bir kategori değil bir çağın, yükselen kapitalizm çağının ortaya çıkardığı bir olgudur.

Yüz yıllık çakma Türk devleti (Nubar Ozanyan)

Aradan bir asır geçmesine, tarihin yaprakları değişmesine karşın Türkiye Cumhuriyeti temelde bir değişime gitmeden dün olduğu gibi imha ve inkar zihniyetiyle yaşamaya, Orta Çağ’ın karanlığında kalmaya devam ediyor.

Fetih ve işgallerden, zulüm ve soykırımdan başka övünülecek bir tarihi, Hitler faşizmine örnek olmaktan başka bir başarısı olmayan TC, ceberut devlet olma niteliğinden hiçbir şey kaybetmeden yüzüncü yılını kutluyor.

Aşk Her Şeyi Affeder mi - Partiler Neden Diktatör / ERGÜN ASLAN

Klasik emperyalizmle modern emperyalizm arasında çeşitli proletaryaların ve (komprador) sınıfların olduğu bir memlekette modern proletaryaların partisinin birliğinin ve özgürlüğünün yegane (ve yegane) güvencesinin yerel yönetimlerin özerkliğe varabilecek kadar geniş demokratik haklara sahip olmaları olduğu bilgisini kim inkar edebilir ki.

Üüüü.... üüüü....

Ya.... ya...

Bir insan aldığı görevden başka her şeyi konuşur mu.

Hom... hom.. hom...

Bunlar... bunlar... daha çok....

 Filelerin sultanlarını karşımıza çıkarırlar.

 Daha çok...

Rojava, Filistin, Karabağ: İşgal, Yıkım ve Direniş (Yorum)

Ortadoğu tarihi boyunca yer küremizin en çatışmalı bölgelerinden biri olmuştur. Bölgenin stratejik konumu, uygarlığın gelişim düzeyi, baskıya, sömürüye dayalı dış müdahaleler için güçlü zeminler sunmuştur. Kuşkusuz bölgedeki iç çelişkiler ve çatışmalar da her zaman dış müdahaleleri kolaylaştırmıştır. Özellikle dinsel ve mezhepsel çatışmalar hem çağdaş temelde toplumsal gelişmeleri frenlemiştir hem de bölgeyi dış saldırılara açık hale getirmiştir. Bu nesnel zemin üzerinde toplumsal çürümeler, işbirlikçi ilişkiler ve itaat kültürü bir yaşam tarzına dönüştürülmüştür.

“Hamas-İsrail Çatışmasında” İtidal Çağrısı Yapmak…(Polemik)

Filistinli 14 direniş örgütünün, 7 Ekim günü “Aksa Tufanı” adıyla İsrail devletine yönelik operasyonu, başta Ortadoğu olmak üzere tüm dünyada büyük bir yankı uyandırdı. Hamas gibi İslamcı örgütlerin yanısıra ve de Filistin Halk Kurtuluş Cephesi, Filistin Demokratik Halk Kurtuluş Cephesi gibi Marksist eğilimli hareketlerin de yer aldığı hamle, Siyonist İsrail’in tarihi boyunca aldığı en büyük darbelerden biri olarak kayıtlara geçti. Sözkonusu direniş, kısa sürede dünyanın dört bir yanında devrimci, ilerici güçler nezdinde çok ciddi saflaşmaları da beraberinde getirdi.

“Çizgimiz Nubar Ozanyan’dır!” (Deniz Aras)

7 Ekim sabahı Filistin Ulusal Direnişi’nin Siyonist İsrail işgalciliğine ve zulmüne karşı “Aksa Tufanı Operasyonu” başlatması başta siyonizm olmak üzere bölge gerici devletleri ve siyonizme koşulsuz destek veren emperyalistlerde şok etkisi yarattı.

Hamas öncülüğünde başlatılan ve aralarında Filistin Ulusal Hareketi’nin tarihsel öznelerinden Filistin Halk Kurtuluş Cephesi gibi devrimci örgütlerin de yer aldığı “Operasyon Odası” tarafından yönetildiği açıklanan bu hamle, tüm dünyada olduğu gibi coğrafyamızda da tartışmalara yol açtı.

Yerini Bulan Her Vuruş Acı Verir!

Komünist partileri yaptıkları eylemleri kamuoyuna açıkladıkları gibi, yanlış yaptıkları eylemleri de kamuoyuna açıklar ve özeleştirisini yaparlar. Yanlış eylemlerin özeleştirisinin yapılması, o partinin dürüstlüğünü gösterir ve bu tür özeleştiriler kitlelere ve parti kamuoyuna güven verir.

Arif Alıç, 1978 yılında Hıdır Aykır ile Bayrampaşa  Hapishanesinden kaçtı. Parti tarafından kırsal (Dersim) alana gönderildi. 1981 yılının ortalarında, TKP/ML üyesi bir kişi tarafından öldürüldü.

Bu makaleyi, yazarken ölüm haberini aldığım, sevgili yoldaşım Turan Talay'ın anısına adıyorum.

Türk Tekelleri Afrika'yı Çok Çooook Sevdi!

TKP-ML Ortadoğu Parti Komitesi:Faşizm Ve Siyonizm Kaybedecek, Filistin ve Rojava Kazanacak!

Ortadoğu ezilen halklarının ezeli düşmanları olan Faşist T.C. ve Siyonist İsrail devletlerinin halklara yönelik saldırıları ile ezilen Rojava ve Filistin halklarının direnişine şahit oluyoruz. Bu gerici güçler, tüm teknolojik üstünlük ve emperyalist devletlerden tam destek görmelerine rağmen, Filistin ve Rojava halklarının direncini, mücadele kararlılığını kıramıyorlar. Egemenlerin tüm saldırılarına rağmen belirleyici olan yine halkın öz direnişi ve kararlılığı oluyor. Filistin ve Kürdistan halkları; İsrail Siyonizmine, T.C.

Arstahk: “Biz Beyaz Bayrak Kaldırmayız!”

Ermeni halkının soykırım ve tehcir tarihine bir yenisi daha eklendi. 1915 bitmedi. Bu kez TC destekli Azeri faşizmi eliyle utanç dolu katliam gerçekleşti. 19 Eylül günü Karabağ’ın (Arstahk) Başkenti Istepanagerd başta olmak üzere Karabağ’ın dört bir yanına saldırılar başlatan Azeri işgalcileri, saldırının birinci günü tamamlanmadan aralarında kadın ve çocukların da olduğu 35 kişiyi öldürüp yüzlerce sivil insanı yaraladı.

Sayfalar