Cuma Mart 29, 2024

Günümüzde bonapartist iktidar olur mu?

Egemen sınıfların siyasal temsilcisi Erdoğan’ın özellikle 2010 yılından sonra öne çıkan “tek adamlığı”, burjuva iktidarın biçimlerini de tartışmaya soktu. Bir çok yazar ve siyasal yorumcu, Erdoğan yönetimini “Bonapartizm” olarak nitelendirmeyi daha uygun buldular.

Siyasal tarihe Marx’ın getirdiği “Bonapartizm” kavramını, bir çok siyaset yorumcusu, onun içeriğini doldurduğu biçimiyle değilde, özellikle, zaman ve kapitalizmin gelişme biçiminin yanı sıra sınıflararası mücadele göz ardı edilerek, hiç bir şey değişmemiş gibi kullanılmayı sürdürdüler.

Marx’ın bu kavramı kullandığında Fransa’da ki sınıf savaşımları ve egemen sınıflar arasındaki durum, günümüzden oldukça farklıydı. Her şeyden önce kapitalizmin en yüksek aşaması olan emperyalizm ortaya çıkmamıştı. Avrupa’da, 1830’lardan başlayarak, işçi ve emekçilerin burjuvaziye karşı mücadelesinin ivmesinin yanı sıra ulusal devrimci-demokrat hareketlerin gelişmesinde yükselme olmuştu. Ve burjuvazi hala, feodal düzenin savunucularına karşı egemenlik savaşı veriyordu. Bütün bu nedenlerden dolayı burjuvazi, iktidarını kontrol altına alamıyor, düzeni sağlıyamıyordu. Özellikle işçi sınıfının sınıf mücadelesinin gelişmesi, siyasal olarak, burjuvazinin düzeni kontrol edememesinin nedenlerinin başında yer alıyordu.

İşte böylesi bir ortamda ve çağda, Bonapartizm denen, asker-bürokrasi iktidarı ortaya çıkmıştı. Asker, sivil bürokrasi, burjuvazi adına iktidara el koyarak, işçi sınıfı ve halk hareketlerini bastırmaya çalışmıştı. Burjuvazi, gönüllü olarak iktidarı Bonaparta (Louis Napoleon –III. Napolyon-) teslim etmişti.

Erdoğan’ın yönettiği Türkiye, 1830-50‘lerin Fransa’sı olmadığı gibi, Erdoğan’da salt asker-sivil bürokrasiye dayanmıyor, tersine egemen sınıfların büyük bir bölümünün desteği ile ayakta durmaktadır ve direkt onların siyasal temsilcisidir. GEZİ isyanından hareketle, burjuvazinin iktidarı kontrolü altına alamadığını söylemek abartılı ve subjektif bir belirleme olur. Oysa, o sürecin Fransa’sında çok GEZİ’ler yaşanmıştı ve en son 1871 Paris Komünü ile noktalanmıştı.

Türk egemen sınıfları arasında çelişme olmasına karşın, sıkça tekrarlanan TÜSİAD Erdoğan yönetimine karşı değildir. Erdoğan onlar için vardır ve bunu açıkça dile getirmiştir.

Erdoğan’ın tek adam diktatörlüğü ve devlet kurumlarının ve toplumun islamlaştırılması, büyük burjuvazinin istemleri dışında gelişen olaylar değildir. Türk egemen sınıfları, sermayenin büyümesi ve çıkarları için, Erdoğan yönetimine destek vermişlerdir. Özellikle ordu kanadı 7 Haziran 2015 seçimleri sonrası başlatılan Kürt kıyımı sonrası bütünüyle Erdoğan’ın yanında yer almıştır.

TSK’nın “Balyoz” vb. gibi davalarla başlatılan ve tutuklanan generalleri, salt Erdoğan’ın bireysel çabası ve gücü nedeniyle değil, ABD, AB ve Türk egemen sınıfların isteği ve desteği sonucu olmuştur. Gelinen aşamada ise, TSK denen egemen sınıfların odusunun Erdoğan’ın politikalarına herhangi bir itirazları olmadığı gibi, Erdoğan’ın yanında yer almaktadır.

Burjuva ordusunun burjuvazinin yanında yer alması gerçeği bir kenara itilir ve ona “ilericilik” atfedilirse, elbette büyük bir yanılgıya düşülür.

“Askeri vesayet” döneminde, devlet iktidarının ordunun elinde olduğunu sanan liberaller, söz konusu vesayete son vermek için “demokrat” Erdoğan’ın büyük bir çoşkuyla desteklediler. Oysa Erdoğan’ın da arkasında burjuvazinin küçümsenmeyecek bir kesimi vardı. Eğer askeri vesayete son verildiyse, bunu Erdoğan değil, ABD ve AB destekli Türk egemen sınıfları yaptı. Erdoğan salt görüntüde kaldı. Aynı Hitler vb.lerini rejiminde olduğu gibi.

Görünen haliyle, Erdoğan’ın tek adam diktatörlüğü, Türk egemen sınıfların diktatörlüğüdür. Yani, burjuva diktatörlüğüdür. Bazılarının ileri sürdüğü gibi, “orta ve bir alt sınıfa” dayanan bir diktatörlük değildir. Bildiğimiz, işçi ve emekçilerin karşısında yer alan burjuva diktatörlüğüdür.

“Tek adam diktatörlüğü” görünen yandır ve biçimseldir. Mussolini, Hitler vb.leri toplumun karşısına birer “Duçe”, “Führer” olarak çıkarılmışsa, Erdoğan’da halkın karşısına “Reis” olarak çıkarılmış, ama o, burjuvazinin desteği olmadan bir gün dahi iktadarda kalamayacak eli kanlı zorbadır. Faşizm, burjuvazinin işçi sınıfı ve emekçilere karşı açık terörist bir iktidar biçimidir. Bugün bu faşizm, Kürtler karşı bir soykırıma dönüşmüştür.

Sömürücü egemenlerin, bakmayın “demokrasi” “adalet”, “huku” sözlerine, işçilerin azgınca sömürülmesine, ezilmesine, aydınların susturulmasına, Kürtlerin katledilmesine söyleyecekleri bir sözleri yoktur. Bütün korkuları kapıya dayanan bir Kürt devletinin kurulması olasılığıdır. Onlar, kurtuluşlarını, toplumu iliğine kadar çürütmekte ve alıklaştırma da, dinciliği toplumun tüm hücrelerine şırınga ederek, burjuva diktatörlüğün bekasını sağlamakta gördüklerinden, “başkanlık sistemi” adını verdikleri ve toplumu islamlaştıran ve bunu herhangi bir hukusal yere oturtamadıkları, ama açık bir faşist diktatörlük sistemi olan bir “hukuk” sistemini yürülüğe soktular. Bu olanlar, sermayenin çıkarları doğrultusunda devleti ve toplumu yeniden dizayn etme projesinin parçalarıdır.

Bundan böyle Erdoğan her seçimi kazanamaya devam edecktir. (Bunu çok önceleri yazmıştım) 16 Nisan Referandumu’nu kazandığı (!) gibi. Çünkü, güçlü bir demokratik kitle hareketi yoktur. Muhaleftteki burjuva partisi CHP ise, egemen sınıfların bir

kanadının partisidir ve onunda ciddi bir muhalefeti olmadığı gibi, Erdoğan’ın “tek adam diktatörlüğünü” onaylamış ve destek vermiştir. Bujuva devletinin bekası için, bütün burjuva kanatlar konsensüs sağlamışlardır. Buna rağmen, egemen sınıflar arasındaki çelişme her zaman vardır ve sömürüden daha fazla pay almak için var olmaya devam edecektir.

Bonapartizm mi Faşizm mi?

Türk egemen sınıfların devleti, bir burjuva diktatörlüğü ve devlet üzerinde burjuvazinin egemenliğinin tartışma götürmeyecek kadar açık ve net olduğuna göre, serbest rekabetçi döneme özgü bir iktidar biçimini, emperyalizm ve proleter devrimler çağında, burjuvazinin faşist iktidar biçiminin yerine koymak, sapla samanı karşıtırmaktan öte, Türk egemen sınıfların Erdoğan yönetiminin arkasında olmadığını söylemek ve ona özel bir “kahramanlık” addetmektir.

Genelde de böyle olur. Bir çok liberal yazar ve siyaset yorumcusu, bazı burjuva siyaset temsilcilerine sınıflarüstü özel yetenekler yüklemeye çalışırlar. Duçe, Führer ve Reis böyle doğmuştur. Onlar, “sınıflar üstü birer kahramanlar”dır. Burjuvaziye rağmen bunlar iktidara gelmiş ve iktidarlarını sürdürmüşlerdir. Erdoğan’a “bonapartist” yakıştırmasında bulunanların demek istedikleri tam da bu.Marx, Viktor Hugo ve Proudhon’un Bonapart ile ilgili yorumlarını ele alırken, Hugo’nun yorumlarını şöyle değerlendirir:

“Olayı, ancak, bir bireyin zora başvurması olarak görüyor. Böyle yapmakla, onu küçültüceği yerde, ona tarihte eşi görülmemiş kişisel bir girişkenlik gücü yükleyerek, büyüttüğünü farketmiyor.”1

Toplumlar tarihinde siyasal olayları birbirine her ne kadar benzetmeler olsada, birebir benzetmek doğru olmayacağı gibi, her iktidar biçimini de bir başkasıyla özdeşleştirmek aynı siyasal hataları içinde barındırır.

Erdoğan iktidarı ile Bonapart iktidarını benzetmek aynı siyasal hataları ve eksiklikleri barındırmaktadır. Erdoğan, başta ABD ve AB emperyalist burjuvazisi başta olmak üzere Türk egemen sınıfların açık desteğini alarak iktidar olmuştur. Bu temel siyasal gerçek gözardı edilerek, toplumsal tarihin bir başka diktatörü ile benzetme yolunu seçmek, günümüz toplum ve sınıf gerçkelerini inkar etmek ya da çarpıtma yolu seçilmiş olur.

“Plebist Bonapartizm” vb. gibi kavramlar, Erdoğan’ı Bonapartizm siyasal kavramı içine sokmaya yetmiyor. Hitler’de “plebist” idi. Ortadoğu ve daha bir çok ülkedeki diktatörlerde sık sık seçimler yapıyarlardı ve her seçimi kazanıyorlardı. III. Napolyon’un 1852 yılında plebist (referandum) yapması, ayrıları aynılaştırmaya yetmiyor

Erdoğan’ı başta Türk liberal aydınlarının desteklediği gibi, Mussolini’yi de İtalyan liberalleri desteklemiş ve kitlelere, “bizi kurtaracak adam” diye tanıtmışlardı. Tarih burada bir benzerlik gösteriyor. Bu da, faşizmin tarihi içindeki bir benzerliktir. Benzerlik aranacaksa, 19. Yüzyıl ortasındaki Bonapart ile değil, emperyalizm ve proleter devrimler çağında ortaya çıkan burjuvazinin faşist liderleri arasında aranmalıdır.

Burjuva liberal aydınların aynı hataların içinde yer almaları, onların sınıfsal yapısından ve savundukları dünya görüşünden kaynaklanmaktadır. Çünkü onlar, proletarya ya değil, burjuvaziye güvenirler ve proleter dünya görüşüne karşı burjuva dünya görüşünü savunurlar. Bu sınıfsal duruş, onları, faşizmin stepnesi durumuna düşmelerini genellikle kaçınılmaz kılar.

Türk egemen sınıfların ve Erdoğan, Bonpartizm ile faşizm kavramlarını aynılaştırmak ya da bonapartizmi faşizm yerine kullanmak isteyenler yeni değil. İtalya’da Mussolini ortaya çıktığında da, onu Bonapartist olarak niteleyenler vardı. Yine Hitler faşizmini de Bonapartist olarak değerlendirenler az değildi. Bunlar 3. Enternasyonal’in faşizm konulu bir çok oturmunda tartışılmış ve dile getirilmiştir.

Komintern bu tür anlayışları haklı olarak red ve mahkum etmiştir. Komintern’e üye partiler içinde, Mussolini ve Hitler faşizmini “Bonapartist” olarak değerlendirenlere karşı, faşizm teroisi daha da geliştirilmiş ve faşizmin yumuşatılması anlayışlarına karşı mücadele edilmiştir.

Ayrıca Marx, Bonapartist iktidarı, burjuvazinin kalıcı bir iktidar biçimi olarak nitelemesi, burjuva devletin, işçi ve emekçilere karşı baskıcı niteliğinin kalıcılığını vurgulamak için söylenmiştir.

Günümüzde, faşizm yerine Bonapartizmin kullanılması ya da Erdoğan başkanlığındaki AKP iktidarını “Bonapartist” olarak değerlendirilmesi, Erdoğan iktidarının “orta ve küçük burjuva” sınıflardan oluştuğundan hareket edilmektedir. Bu anlayış sahipleri, Erdoğan-AKP faşist yönetimini Türk egemen sınıfların faşist iktidarı olarak görmemektir. Daha açık bir söylemle TÜSİAD, MÜSİAD vb. dernekler içinde anılan burjuvaların iktidarda olmadığını söylenmek isteniyor.

Bu anlayışlar, revizyonist Otto Bauer, August Thalheimer ve Troçki vb.lerinin anlayışlarında yer almaktadır. 1920’lerden itibaren hızlanan faşizm tartışmları sürecinde, faşizmi salt “küçük burjuvazinin iktidarı” olarak göstermek isteyenlere karşı, Komüntern önderliğindeki komünistler, faşizmin burjuvazinin en gerici kanadının iktidarı olarak saptamıştır. Faşizmi destekleyen küçük burjuva kitleler olmasına karşın, faşist iktidarın bu sınıfın iktidarı olduğunu söylemek, tekelci burjuvaziyi temize çıkarmak ve burjuva kapitalist devlet biçimini çarpıtmaktır.

Bugün Erdoğan’ının peşinde giden büyük bir yoksullar kitlesi vardır. Ancak, Erdoğan başkanlığındaki faşist iktidarın küçük burjuva ya da orta burjuva iktidarı olduğunu söylemek, büyük bir aldatmaca ve devlete egemen olan büyük burjuvaziyi aklamak olur. Burjuva liberalizmin ideolojik etkisi altında kalan küçük burjuva aydınlar, faşizmi, ya “küçük burjuvazinin diktatörlüğü” ya da “Bonapartizm” olarak adlandırmışlardır. Faşizmi, burjuva diktatörlüğünün bir iktidar biçimi olduğunu söylemekten özellikle kaçınmışlardır. Bu da, faşizme karşı mücadeleyi zayıflatıcı bir etken oluşturmaktadır.

Sonuç olarak, Bonapartizm, hala burjuvazi ile feodal aristokrasi arasında savaşın sürdüğü bir süreçte ortaya çıkmışken, faşizm emperyalizmin bir ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Yani, burjuvazi ile proletarya arasındaki sınıf savaşımın keskinleştiği bir süreçte burjuvazinin açık terörist iktidar biçimi olarak ortaya çıkmıştır

40553

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Yusuf Köse

TC’nin Kuruluş İdeolojisi Kemalist Faşizm ve Günümüzdeki Varyantı

Ülkemizde sorun ve çelişkiler çözülmediği gibi mevcut durum giderek daha çetrefilli bir döneme girmiş durumdadır. Bunun sonucu işçi sınıfı ve emekçi yığınların sömürüsü had safhaya varmıştır. Yoksullaşma en üst düzeye çıkmıştır. Ülkenin girdiği sarmal durumun bedeli tamamen emekçi sınıflara yüklenmiştir. Elbette ki yoksulluk ve işsizlik her zaman var olmuştur. Sınıf çelişkileri, sömürü, baskı ve diktatörlük dönemleri her zaman yaşanmıştır. Bundan sonra da sınıf çelişkileri var olduğu müddetçe baskı mekanizması varlığını devam ettirecektir. Lakin günümüzdeki mertebeye çıkmamıştır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuruluşunda İzmir İktisat Kongresi, ya da Emperyalizme Bağımlılığın Belgesi

Osmanlı iktisat tarihinde önemli bir yer tutan kapitülasyonlar ilk olarak 1352 yılında Cenevizlilerle olan ticareti artırmak maksadı ile verilmiştir. İlerleyen yıllarda ise ticaret yollarında yaşanan değişiklikler ve dünya ticaretinin yeni rotalar edinmesi sonucunda başka bazı ülkeler de kapitülasyonlar yani ticaret yaparken kimi ayrıcalıklar edinme hakkı elde etmişlerdir.

Yüzyıldır Tarihin Dışında Bir Rejim: TC!

 

Türk devletinin kuruluşunun yüzüncü yılında, Türk devletinin kuruluşu ve adına “Milli Mücadele” ya da “Kurtuluş Savaşı” denilen süreci ve bu sürece önderlik eden sınıfları kısaca ifade etmek, Türk devletinin hangi temeller üzerinden yükseldiğini ve sınıfsal niteliğini tanımlamak açısından önemlidir.

TC'nin Yüzyıllık Tarihinde İşçi Sınıfı ve Mücadelesi

Giriş:

İşçi sınıfının tarihi kapitalist sistemin gelişmesinden ve burjuvaziden ayrı ele alınamaz. Burjuvazinin ortaya çıktığı yerde işçi sınıfı da vardır. Ve bir çelişmenin iki yanı olan işçi sınıfı ve burjuvazi, birlikte var olurlar. Bu iki zıt kutup hem birbiriyle mücadele ederler ve hem de biri olmadan diğeri olmaz. Bu iki toplumsal sınıfı yaratan kapitalist sistem olmuştur.

 

Devrimci Demokratik Kamuoyuna ve Halkımıza!

KOMÜNİST ÖNDER İBRAHİM KAYPAKKAYA’YI ORTAK BÖLGESEL GECELERLE ANACAĞIZ!

Çakma komünistler! (Deniz Aras)

Her genç Kaypakkayacının biraz da alaycı bir alaycı mutlaka karşılaştığı bir cümledir “Köylü devrimcisi”! Kastedilen elbette İbrahim Kaypakkaya ve onun görüşlerini savunanlardır. Bu tanımı yapanlar için zaman mefhumu sanki bir avantaj olarak kullanılır. Zaman geçtikçe Kaypakkaya’nın görüşlerinin eskidiği sanılır ya da umulur. Kaypakkaya artık eskide kalmıştır ve şimdi “yeni şeyler” söyleme zamanıdır!

Siyasi Tutsakların Tecridi Kırma Mücadelesinin Neresindeyiz? (Yorum)

Emperyalist kapitalist sisteme karşı mücadele eden devrimcilere, komünistlere karşı hemen her ülkede gözaltı ve tutuklama sistematik bir şekilde devam ediyor.

Bu sistematik durum, bu faşist devletler nezdinde tutuklananların her gün daha da derinleşen br şekilde tecrit altında bırakılması anlamına da geliyor.

Egemenler dünyanın dört bir yanındaki devrimci ve komünistlere dönük saldırılarını, katletmekle bitiremediğinde esir alma, tutsaklar üzerinden muhalif güçleri, toplumu sindirme, hapishaneleri bu sindirmenin en önemli aracı haline getirmek hedefiyle yürülüğe sokmaktadır.

Artsakh (Dağlık Karabağ) Tehciri: Stalin Düşmanlığı ve Sosyalizme Saldırı

Uluslararası alanda sömürü, baskı, saldırı ve ilhaklar son dönemlerde katbekat artmış ve katmerli boyutlara tırmanmıştır. Emperyalist devletler ve onların güdümündeki gerici devletlerin, tüm ezilen sınıflar ve toplumlar üzerindeki saldırı furyası, had safhaya ulaşmış durumda. Öyle ki, uluslararası hakim sistem bir taraftan mevcut sorunların bedelini giderek ezilen yığınlara ve mazlum uluslara daha fazla yüklerken diğer taraftan saldırılarını da daha acımasız ve daha şiddetli boyutlara tırmandırmış durumdadır.

Garod – “Hasret” (Nubar Ozanyan)

Halkların coğrafyaları suç ve cinayet örgütü gibi çalışan devletler tarafından zorla boşaltılıyor. Soykırım, işgal, tehcir zulmüyle toprakları cehenneme dönüşen halklar; belirsizliğe, bilinmezliğe, karanlığa doğru zorla sürülüyor. Boyunlarında geleceksizlik zinciriyle birlikte adına yaşamak denilen zulme mahkum ediliyor.

Gerilla, haktır ve halktır (Nubar Ozanyan)

Sınırları ateşten ordularla kuşatılmış her dört parça toprakta, yaşam ve var olma hakkı ellerinden zorla gasp edilmiş Kürt halkının, direnme ve isyan etmekten başka çıkış yolu var mıdır? Kürtlere, ezilenlere kıyamet yaşatılırken her bir karış toprağına ölüm yağdırılırken, en dezavantajlı koşullar altında gerilla, çıplak elleri ve cesur yürekleriyle özgürlükleri uğruna savaşmaya devam ediyor.

TURAN TALAY’IN ANISINA…

Onu maalesef ki çok erken denilebilecek bir yaşta, henüz 68’indeyken, 11.10.2023 tarhinde yitirdik. Bu ani ve erken ölümü tüm sevenlerini, yoldaşları ve dostlarını derinden sarstı ve acılara boğdu.

Akciğer kanserine yakalanmıştı. Hastalık, özelliklede ikinci kez nüksettikten sonra çok hızlı ve sinsi bir şekilde gelişti. Öyle ki doktorların her şeyin normal göründüğünü söylediklerinin kısa bir süre sonrasında yapılan muayende, kanserin kafaya sıçradığı ve de yayıldığı tespit edildi. Artık tıbben yapılabilecek bir şey de yokmuş. 

Sayfalar