Perşembe Mayıs 2, 2024

Gündem'e, düne ve bugüne dair…[1]

“halkımın damlayan kanını gördüm ve ateş gibi tutuşuyordu her damla!”[2]

Bu benim Gündem’e ilk gelişim değil. Yıllar önce, “kirli savaş” döneminde daha çok -orada yaşadığım için- Ankara’da, ama aynı zamanda İstanbul’daki merkez ile Diyarbakır büroda gözüpek genç gazetecilerle yanyana olmanın onurunu yaşamıştım. O zamanlar, gazeteyi yanılmıyorsam Gültan yönetiyordu… Yurdusev haber müdürüydü. Hüseyin dış haberlerde, Ali ve Emine Kültür-Sanat servisindeydiler… Koordinatör yanılmıyorsam Sanlı’ydı…

Hem Ankara, hem İstanbul, hem de Diyarbakır bürolarda gördüklerim, yaşadıklarım, tüm bir anaakım medyanın başını kuma gömdüğü, üç maymunları oynadığı o şom günlerde, bir özveri destanıdır. Tek sermayeleri özgürlük tutkuları ya da ezilen, kanayan bir halkla dayanışma duyguları olan o gencecik, deneyimsiz ama gözükara kadın ver erkeklerin, hiç kimsenin bırakın yazmayı, görmeye cesaret edemediği olayların ardından nasıl vazgeçmeyen bir ısrarla koştuklarının tanığıyım. Cebinde beş kuruş olmaksızın habere otobüsle, hatta yürüyerek giden, sabah toplantısında boy göstermeyen arkadaşları için “acaba gözaltına mı alındı, vuruldu mu?” kaygısını yaşayan isimsiz kahramanların emeklerinin ürünüdür bu gazete… Ateşi söndürmemek için emeklerini ve bedenlerini yakıt edenlere selam, buradaki günlerini ikbale tahvil edenlere lanet olsun!

Gündem’in gerçekten de dudak uçuklatıcı bir tarihi var. Merkezi bombalandı; muhabirleri faili meçhullere kurban gitti, yasaklar, gözaltılar, işkenceciler, savcılar hiç peşini bırakmadı.

Keşke bu yazı bir “nereden nereye geldik!” yazısı olabilseydi! Oysa, devletin “kirli savaş” konseptinde hiçbir değişiklik yok. Genç gazeteciler yine tutuklanıyor, faili meçhuller yine sahnede, güvenlik güçleri, savcılar, hâkimler yine iş başında, insanlar yine gözaltında kaybediliyorlar. Ve Kürt coğrafyası yine kan revan. Üstelik 1990’larda dahi görülmemiş şeyleri yaşıyoruz: Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiseri, ellerinde Cizre’de “Türk güvenlik güçlerinin Cizre’de etrafı sarıp yüzden fazla insanı canlı canlı yaktığına dair raporlar” bulunduğunu açıklayalı ne kadar zaman oldu ki?

Bu uğursuz döngü kendini bir kez daha yinelerken, anaakım yine başını kuma gömmüş, görmüyor, duymuyor, söylemiyor. Ya da en saldırgan ve en çirkin yalanlara sarılıyorlar… Tıpkı o zamanlar yaptıkları gibi…

Kim ne derse desin, bu ülkenin sınırlı da olsa, manipüle edilmiş de olsa, Susurluk nezdinde devletin kirli yüzüyle yüzleşmesi, muhalif ve mimlenmiş medyanın hedef tahtasındaki gazetecilerinin özverili ve ısrarlı çabaları sayesinde gerçekleşmiştir. Ana akımın “anlı şanlı” gazetecileri, Susurluk kazası vesilesiyle 100 yıllık uykularından uyandıklarında, onların o güne dek görmezden geldikleri, hatta “iliştirilmiş muhabirler” olarak boşa çıkartmaya çabaladıkları haberlerini didikleyerek aydılar, “derin devlet” dedikleri T.C. gerçeğine…

Aynı şeyi bir kez daha yaşayacağımızdan eminim. Bugün “terör örgütü kentleri yaktı, insanları öldürdü” haberciliğine sarılanlar, Batı’da gerçekleri dile getirme cüretini gösteren bir avuç insan hakları savunucusu, devrimci, aydın üzerine sürek avı düzenleyenler, bir gün gelecek uyku sersemi, “Vay canına,” diyecekler; “meğer neler olmuş!”

Gündem’in bu nedenle her bir acının, her bir zulmün kaydını düşmeyi sürdürmesi gerekiyor. Bu coğrafyayı eşitlikçi ve özgür bir kardeşlik sofrasına dönüştürmeye yönelik nihai hesaplaşmada bu kayıtlara çok ihtiyacımız olacak…

9 Temmuz 2016 07:39:17, İstanbul.

N O T L A R

[1] Gündem, 10 Temmuz 2016…

[2] Pablo Neruda. 

57434

Sibel Özbudun

1956 yılında,İstanbul'da doğdu. Üsküdar Amerikan Kız Lisesi'nden mezun olduktan sonra, Fransa'ya giderek, üç yıl süresince Fransa'da dil ve Paris VII ve Paris X Üniversitelerinde sosyoloji öğrenimi gördü. Türkiye'ye döndükten sonra,İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Antropoloji Bölümü'ne girdi. Mezun oldu. Uzun süre yayıncılık (Havass ve Süreç Yayınları) ve çevirmenlik yapan Özbudun;

 

1993 yılında, Hacettepe Üniversitesi Antropoloji Bölümü'nde yüksek lisans eğitimi görmeye başladı. 1995 yılında,aynı bölümde araştırma görevlisi oldu. Doktorasınıda aynı üniversitede verdi. İngilizce, Fransızca ve İspanyolca bilen Özbudun'un çok sayıda çevirive telif eseri bulunmaktadır.

     Blog

 

sozbudun@hotmail.com

Son Haberler

Sibel Özbudun

Siyasi Tutsakların Tecridi Kırma Mücadelesinin Neresindeyiz? (Yorum)

Emperyalist kapitalist sisteme karşı mücadele eden devrimcilere, komünistlere karşı hemen her ülkede gözaltı ve tutuklama sistematik bir şekilde devam ediyor.

Bu sistematik durum, bu faşist devletler nezdinde tutuklananların her gün daha da derinleşen br şekilde tecrit altında bırakılması anlamına da geliyor.

Egemenler dünyanın dört bir yanındaki devrimci ve komünistlere dönük saldırılarını, katletmekle bitiremediğinde esir alma, tutsaklar üzerinden muhalif güçleri, toplumu sindirme, hapishaneleri bu sindirmenin en önemli aracı haline getirmek hedefiyle yürülüğe sokmaktadır.

Artsakh (Dağlık Karabağ) Tehciri: Stalin Düşmanlığı ve Sosyalizme Saldırı

Uluslararası alanda sömürü, baskı, saldırı ve ilhaklar son dönemlerde katbekat artmış ve katmerli boyutlara tırmanmıştır. Emperyalist devletler ve onların güdümündeki gerici devletlerin, tüm ezilen sınıflar ve toplumlar üzerindeki saldırı furyası, had safhaya ulaşmış durumda. Öyle ki, uluslararası hakim sistem bir taraftan mevcut sorunların bedelini giderek ezilen yığınlara ve mazlum uluslara daha fazla yüklerken diğer taraftan saldırılarını da daha acımasız ve daha şiddetli boyutlara tırmandırmış durumdadır.

Garod – “Hasret” (Nubar Ozanyan)

Halkların coğrafyaları suç ve cinayet örgütü gibi çalışan devletler tarafından zorla boşaltılıyor. Soykırım, işgal, tehcir zulmüyle toprakları cehenneme dönüşen halklar; belirsizliğe, bilinmezliğe, karanlığa doğru zorla sürülüyor. Boyunlarında geleceksizlik zinciriyle birlikte adına yaşamak denilen zulme mahkum ediliyor.

Gerilla, haktır ve halktır (Nubar Ozanyan)

Sınırları ateşten ordularla kuşatılmış her dört parça toprakta, yaşam ve var olma hakkı ellerinden zorla gasp edilmiş Kürt halkının, direnme ve isyan etmekten başka çıkış yolu var mıdır? Kürtlere, ezilenlere kıyamet yaşatılırken her bir karış toprağına ölüm yağdırılırken, en dezavantajlı koşullar altında gerilla, çıplak elleri ve cesur yürekleriyle özgürlükleri uğruna savaşmaya devam ediyor.

TURAN TALAY’IN ANISINA…

Onu maalesef ki çok erken denilebilecek bir yaşta, henüz 68’indeyken, 11.10.2023 tarhinde yitirdik. Bu ani ve erken ölümü tüm sevenlerini, yoldaşları ve dostlarını derinden sarstı ve acılara boğdu.

Akciğer kanserine yakalanmıştı. Hastalık, özelliklede ikinci kez nüksettikten sonra çok hızlı ve sinsi bir şekilde gelişti. Öyle ki doktorların her şeyin normal göründüğünü söylediklerinin kısa bir süre sonrasında yapılan muayende, kanserin kafaya sıçradığı ve de yayıldığı tespit edildi. Artık tıbben yapılabilecek bir şey de yokmuş. 

Emperyalist Kamplar Arasına Sıkıştırılmış Bir Halk: Filistin

Filistin-İsrail sorunu olarak bilinen ve esas olarak da Filistin topraklarında İsrail'in kurulmasının teorik ve politik temeli 1890'lı yılların sonunda atılıyor. 1. emperyalist paylaşım savaşıyla koşullar olgunlaştırılıyor. 2. emperyalist dünya savaşı sonrası ise emperyalist burjuvazi, Filistin'i parçalamayı ve orda İsaril devleti inşa etmeye karar veriyor ve bunu Filistin halkının soykırıma uğratma pahasına gerçekleştiriyorlar. Alman emperyalizmi tarafından soykırıma uğratılan yahudi halkı, bir başka ulusu (Filistinlileri) soykırıma uğratarak kendi ulusal varlığını inşa ediyor.

Hazan Ayının Şehitleri

Kasım, proletarya partisinin en değerli kadro, komutan ve savaşçılarının katledildiği aylardandır.  Hüzün ve öfkenin birlikte yaşandığı aydır. III. Konferans delegelerini, komünist önder Mehmet Demirdağ’ı ve Aliboğazı şehitlerini hep bir hazan ayında kaybettik. Zafere açılan kapıyı adım adım aralayan, özgürlüğe giden yolu damla damla döşüyen Kasım ayı şehitlerimiz tarihin yüceliğine kavuşanlardır. Onlar, yarınların mutlak yenenleri olarak yazılacaktır parti ve devrim notlarımıza.

“Durum İyidir, Gerçekler Devrimcidir”

Yaşadığı dönemin özelliklerini anlayarak, savaşın hükmüne, zorun değiştirici rolüne inanan, sınırlı yaşamını sınırsız davaya adayan önder yoldaş Mehmet Demirdağ ölümsüzdür! Özgürlüğü ve kurtuluşu herkesten ve her şeyden daha fazla isteyen bu uğurda emeğin eğittiği bilinçle savaşarak şehit düşen proletarya partisinin dördüncü genel sekreteri Mehmet Demirdağ yoldaşı üstlendiği öncü pratik ve önder duruşuyla tanırız.

Yalım Nubar’dan Ozanyan Nubar’a Süren Hikaye Bizim!

Botan’dan Yozgat’a dek uzanan toprakların bağrından çıkıp İstanbul Ermeni yetimhanelerinde okumaya gelip, orada bilge önder İbrahim Kaypakkaya yoldaşın devrimci görüşleriyle tanışan ve tutkuyla bağlanan yoksul Ermeni çocukların hikayeleridir, Ermeni devrim şehitlerimizin hikayeleri.

Onları doğdukları topraklardan koparıp buruk ve sancılı bir şekilde İstanbul yollarına düşüren tarihsel gerçeklerin yanında yokluk ve yoksulluktur da. Onları İstanbul yolculuğuna çıkaran çaresizlik, yalnızlık, sahipsizliktir.

Mısır'ı Mesken Tutan Türk Tekelleri

Deutsche Welle (DW)'de Aram Ekin Duran'ın, „Türk Şirketleri Mısır'a Kaçıyor“ adlı bir haberi yayınlandı. Sıradan bir haber gibi gözüküyor, ama, Türkiye ekonomisinin ve Türk devletinin niteliğini araştıranlar, sorgulayanlar için küçük bir haber olmaktan öte bir anlam taşıyor. Özellikle de kendine ML ve Maoist diyen komünist örgütler için daha fazla önem taşıması gerekiyor.

Hesaplaşma mı? Kutlama mı?

Faşist TC devleti hem ülke içinde hem de bölgesel düzeyde, resmi ve sivil militarist güçleriyle başta Kürt halkı olmak üzere demokrasi ve özgürlükten yana olan herkesi yok etmek ve devlet terörüyle susturmak için çalışmaya devam ediyor. Bu süreç aynı zamanda TC’nin kuruluşunun da yüzüncü yıl dönümüdür.

TC, yüz yıl önce Osmanlı yıkıntıları üzerinde tekçi bir zihniyetle kuruldu. Ermeni soykırımında, diğer azınlık halkların yok edilip sindirilmesinde aktif rol alan ittihatçı birçok ırkçı kadro da kuruluş sürecinde rol aldı.

Sayfalar