Salı Nisan 16, 2024

Emperyalizm Savaş, Sosyalizm Barış Demektir!

Bugün yanı başımızda savaşlar sürerken ve bu savaşların ülke içine hızla yayılma potansiyeli taşırken, evrenseli unutup yerelle yetinmek ve bunun üzerinde siyaset yapmak zorunda kalıyoruz. Kürdistan’ı da içine alacak birbiçimde Ortadoğu’un bütünü, Asya ve Afrika’nın yarıdan fazlası, Latin Amerika’nın üçte biri fili bir savaşla içiçe bir yaşam sürdürüken, bunların nedenlerini ve bu savaşları çıkaran sisteme fazla dokunmadan ya da görmezden gelerek, salt yerel sorunlarla sınırlı kalıyor çözümlemelerimiz.

2005 yılında yayımlanan “Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi”1 adlı kitabım, aslında günümüze ilişkin sorunları ve çözümlelmeleride içeren bir doluluğa sahiptir. Dünyamızda olan gelişmeler, çelişmeler, savaşlar ve bunların ekonomik ve siyasal nedenleri özlü olarak orada ortaya konmuştur.

Emperyalizmin yayılmacılığı, böl-yönet politikaları ve sürekli olarak bölgesel savaşları körüklemesi ve bunun üzerinden egemenliğini sürdürmesi ve sermaye birikimini genişletmesi, adı geçen çalışmamda ele alınan konuların başında geliyordu.

Emperyalizm, ortaya çıktığından beri hiç bir zaman “barış” olmadı. Barış, haksızlıkların olmadığı, üleşimin adil olduğu, sömürenin ve sömürülenin, ezen ve ezilenin olmadığı, yani sınıfların ortadan kalktığı bir sistemde gerçek halini alabilir.

Silah üretimilerinin her geçen gün artığı ve en yoksul ülkelerin dahi hızla silahlandırıldığı, bütçelerinin önemli bir bölümünü silahlanmaya ayırdığı bir ortamda “barış”tan söz etmek, savaşı gizlemenin bir argümanından başka bir şey değildir.

Afganistan, Irak, Süriye, Yemen, Libya, Sudan ve daha bir çok ülkede ortaya çıkarılan savaşlar ve burada yaşayan halkların emperyalistlerce üretilen silahların deneme tahtası haline getirilmesi, emperyalist egemenlik savaşından ayrı ele alınamaz.

Emperyalizm savaşsız yaşayamaz. Emek-sermaye çelişmesinin damgasını vurduğu bir sistemde, barıştan söz etmek söz konusu olmadığı gibi, halkların barış içinde yaşamlarını dinamitleyen ve sürekli savaş ortamında tutan bir ekonomik-politik işleyiş vardır.

Her türlü gericiliğin ortaya çıkması ve bunların kitleler içinde yer bulması, emperyalist politikalardan ve onun sisteminden ayrı ele alınamaz. Nasıl ki, faşizm emperyalizmin ürünüyse, günümüzde “din” adına sürdürülen savaşlarda emperyalist politikaların ürünüdür. El Kaide, İŞİD ve diğer gerici oluşumlar, emperyalist burjuvazinin egemenliklerini sürdürme araçlarıdır.2

AB de emperyalist bir birliktir ve uzun süre yaşama şansı yoktur. Çünkü, halkların gönüllü birliğinden doğan bir birlik olmayıp, Almanya, Fransa ve İngiltere gibi emperyalist ülkelerin dayatmları sonucu oluşturulmuştur. Bu nedenle de yıkılmaya mahkumdur.

Ülkelerin ve halkların birliği sosyalizm altında gerçek olabillir. Bu kanıtlanmıştır. Emperyalizm yıkıcı ve bölücüdür, sosyalizm ise yapıcı ve birleştiricidir.

Emperyalizm, karakteri gereği birleştirici olmaz. O yıkıcı, dağıtıcı ve parçalayıcıdır. İçinde taşıdığı ekonomik ve siyasal çelişmeler, ona birleştirici bir rol yüklemez. AB içinde Yunanistan’ın durumu bunun bir örneğidir. Yunanistan halkına zorla dayatılan yağma ve ağır sömürü politikası, AB emperyalist burjuvazisinin karakteristiğidir. Emperyalist büyük sermaye tekelleri, sermaye birikiminin önündeki tüm engelleri yıkmadan yaşayamaz. Ya yıkacaktır ya da yıkılacaktır. Başka bir seçeneği de yoktur.

bir tarafta zenginliğin öbür tarafta yoksulluğun birikimi

Dünyada yedi milyar insanın yaklaşık bir milyarı aşkını, günde bir doların altın bir gelirle yaşamak zorunda bırakılmıştır. Yani, altı kişiden biri, kapitalist sistemin insanlara biçtiği bu “kaderi” paylaşıyor.

Bazı insanların zenginleşmesine ve de zenginliğin her geçen gün daha az ellerde yoğunlaşması ve birikmesi, çalışan emekçilerin daha fazla yoksullaşmasını da beraberinde getiriyor.

Kapitalist üretimin artması, teknoloji ve bilimin gelişmesi yoksulluğu ve yoksullaşmayı ortadan kaldırmadığı gibi her geçen gün artan ölçüde yeniden üretmektedir. Sermaye üretimi artarken yoksulluk üretimi de ona ters orantılı olarak artmaktadır. Kapitalist sistemin karakteri budur. Zenginlik üretim araçlarını ellerinde bulunduran burjuvazinin olur. Üretime, üleşime ve onun nasıl tüketileceğine onlar karar verir.

“Dünya da 85 kişinin serveti 3 milyar insanın gelirine eşit” (Dünya Ekonomik Formu). Sivil yardım örgütü olan OXFAM’ın belirttiğine göre de, dünya servetinin yarısını bu 85 kişi alırken, geri kalan yarısını ise nüfusun %99 alıyor. Dünya Ekonomik Formu ve OXFAM gibi örgütler, „ayıp oluyor, biraz da az alın“ demelerine karşın, kapitalist sistemin doğası gereği, hiç bir burjuva tekeli „az kazanayım“ demez. Sermaye birikiminin sınırı olmaz. Burjuva tekeli, dünyaya tek başına egemen olmak ister, Savaşlarda bu yüzden çıkar. Daha fazla sermaye birikimi ve daha fazla egemenlik, savaşları kaçınılmaz kılan bir ilişki biçimidir.

Bu denli yoksullaşmanın olduğu, üretimin bu denli eşitsiz dağıtıldığı, çalışanın az, çalıştıranın ise neredeyse hepsine el koyduğu bir toplumsal sistemde, savaş sözcüğünün kapladığı yerle „barış“ sözcüğünün kapladığı yer aynı olamaz. Emperyalist burjuvazi ve gericiliğin dilindeki „barış“, kendi çıkarlarını koruma ve kendi savaşlarını haklı çıkarmak amaçlıdır.

OECD3’nin Mayıs 2015 yılında açıkladığı yoksullaşma raporu da yukarıda yazılanları doğrular niteliktedir.

En zengin % 10 ile en yoksul % 10 arasındaki gelir farkı 9,6’dır. Bu oran 1980 yılında 7 katmış. Bütün bu veriler aşırı üretime ve yüksek teknolojik gelişmelere karşın, yoksullaşmayı azaltmıyor, tersine artırıyor. Zenginlik ise her geçen gün daha az ellerde yoğunlaşıyor. Türkiye ise, 34 OECD ülkesi arasında en yüksek gelir eşitsizliği sıralamasında Meksika ve Şili’den sonra 3. Sırada geliyor.

Dünya gelirinin yarısnın dünya nüfusunun %1‘nin elinde olması, aslında kapitalizmin ne olduğunu net olarak anlatıyor ve bunun üzerine başka söz etmeyi bile anlamsız kılıyor.

Buna karşın bunun ne anlama geldiğini ve nasıl bir görünüm sergilediğini kısaca da olsa ortaya koyalım.

Dünya gelirinin yarısına nüfusun %1’nin elkoyması ne anlamına geliyor:

Filistin, Afganistan, Irak, Suriye, Libya, Yemen ve diğer benzerlerinin kaçınılmaz olarak varolacağı, halkların birbirine kırdırılacağı, dinsel motifli savaşların körüklendiği ve körükleneceği,,.

Ve bu tür ülkelerde her türlü gerici örgütlenmelerin ve bunların emperyalistler tarafından desteklenmesi, beslenmesi ve savaş araçlarıyla donatılması, İŞİD, Boko Haram, El kaide vb. Dinci katliam örgütlenmelerinin yaratılması ve bunların kolayca taraftar bulabilmesi…

Yılda yaklaşık 60 milyon insanın yerinden yurdundan edilmesi ve göç yollarında katledilmesi, perişan edilmesi ve ölümle yaşam arasında gidip gelmesi …

Akdenzide her yıl binlerce yoksul ve savaş mağduru insanın gemilerinin batırılarak öldürülmesi …

Afrikanın açlığa ve savaşlara mahkum edilmesi, ebola gibi emperyalist kırım virüslerine teslim edilmesi…

Her tarfta en dipsiz gericiliğin, ırkçılığın ve ayrımcılığın geliştirilmesi …

Türkiye’de AKP, MHP gibi faşist ve ırkçı partilerin varlığı ve bunların safında insanların örgütlendirilmesi…

Türkiye’nin AB emperyalizminin coğrafi komşusu olarak uzak Asya‘nın Pakistanı‘na çevrilmesi…

AB ülkelerinde ırkçılığın geliştirilmesi ve ırkçı partilerin taraftar bulması…

ABD’de siyahlara yönelik ırkçılığın geliştirilmesi ve ırkçılığın kitleler içinde yer bulabilmesi…

Ve en önemli noktalardan birisi de, her ülkede sermaye birikiminin gereksinimi olan işsiziler ordusunun artan ölçüde yaratılması anlamına geliyor.

Dünya gelirin yarısının nüfusun %1 tarafından el konulmasının anlamı daha da uzatılabilir. Ancak, yoksullaştırılan, her tülü zulme maruz bıraktırılan ve kendine yabancılaştırılan insanların, kolayca emperyalist beslemesi karanlık örgütlerin içinde yer alması, kendi sınıfına karşı, ezen sınıfın koruyucusu ve tetikticisi olması başka türlü açıklanamaz.

Dünya silah üretiminin artışına orantılı olarak savaşların da artması kaçınılmazdır. SIPRI’nın4 verdiği bilgiye göre, 2014 yılında dünya askeri harcamaları yaklaşık olarak 1776 milyar US dolar. Bir başka söylemle bu korkunç rakam, dünya GSYİH’nın 2,3’ne eşit. Bu rakamın içinde bir önceki yıllar alınan silahlara harcanan para yok. Sadece bir yıl içinde bütçelerden ayrılan askeri harcamaları içeriyor. Oysa bu rakamı aşan harcamalar mevcuttur.

Dev silah (ölüm) tekkellerinin olduğu ve bu alanda büyük bir sermayenin döndüğü yerde, „savaşsız“ bir dünya hayal etmek yanıltıcıdır. Bu silah tekelleri, „barış“ değil, savaş ister. Ne kadar savaş olursa sermaye birikimi de o oranda artar. Askeri malzeme üreten savaş tekelleri, bunları süs eşyası diye üretmiyor. Tüketilsin diye üretiyor. Bunun tüketimi ise ancak savaşla olabilir. Yani, en yakın süreçten başlarsak, Yugoslavya parçalansın, en modern silahlar Belgrad üzerinde denensin diyedir. Yine, Asya, Afrika ve Ortadoğu ülkeleri üzerinde bombalar patlatılarak, tekellerin yaşamları cennete, halkların yaşamları ise cehnneme çevrilsin diyedir.

Savaşı üreten temel gerekçeler gizlenerek, savaş çıkarmanın gerkçesi ise tarihte her zaman sudan sebepler olarak ortaya sürülmüştür. Emperyalist burjuvazi savaş üretmek için neden bulmaktan hiç bir zaman zorlanmaz. Çünkü sermayenin varlık nedeni; işçi sınıfına karşı açılmış bir savaşa dayanır. Bu savaşın bitirilmesi ise sosyalizmi ve komünizmi doğuracaktır. Ve o zaman bir daha hiç savaştan söz edilmeyecektir. Bu sonucun ortaya koyduğu esaslı bir gerçek: Bu savaşların sınıf çelişmelerinin bir ürünü olduğudur. Sınıflar ortadan kalktığında ise savaşların ve tüm eşitsizliklerin ortadan kalkacağı gerçekliğinin insanlığı umutla beklediğidir.

Emperyalist burjuvazinin siyaseti ve dünyay biçtiği rol kendisi gibi karanlıktır. Ancak, bunu aydınlığa çevirmenin yolu her zamankinden daha fazladır. Dünya işçi sınıfı ve emekçilerin önemli bir bölümü burjuvazinin bu karanlık yüzünü görebilmektedir. Bu, da sosyalist bir gelecek yaratmamız için önemli bir dayanaktır. Dünya işçi sınıfı, burjuvazinin toplumsal yapının üretim ilişkilerini belirleme egemenliğine son vererek komünist bir dünyayı yaratma gücüne sahiptir. Önemli olan işçi sınıfı içinde militan devrimci örgütlenmeden şaşmamak gereklidir.

Umutlu olmak için çok nedenlerimiz var:

ODTÜ’lü gençlerin mezuniyet törenlerinde açtığı bir pankarta söyledikleri gibi: İnadına barış, inadına sınıfsız toplum ve inadına aşk! Yine Arçelik LG işçilerinin çoşkuyla şirlaştırdıkları: İşçiler birlik olsa dünya yerinden oynar! Bu şiarlar gençlik ve işçi sınıfı için sözün ve eylemin başladığı yerdir. Dünya proletaryası ve ezilen halkları, dünyamızı bu şiarlar etrafında mutlaka bir gün döndürmesini başaracaktır. İşte o zaman, yeryüzünde sadece ve sadece zenginlik ve barış olacaktır. 05.07.2015

***

48081

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Son Haberler

Yusuf Köse

Lenin’in Ölümünün 100. Yılı Anısına: Lenin’de Kararlılık ve İki Çizgi Mücadelesi SBKP’de İki Çizgi Mücadelesi*

Rusya’da Marksist gruplar ortaya çıkamadan önce “devrimci” çalışmayı Narodikler yürütüyordu. Narodniklerin Çar’a karşı verdikleri mücadelede temel aldıkları sınıf köylülerdi. Rusya’da kapitalizm geliştikçe işçi sınıfı da gelişip büyümesine rağmen Narodnikler işçi sınıfını değil köylülüğün temel alınmasını savunuyor ve ancak köylülüğün Çar’ı ve toprak ağalarını devirebileceğini savunuyorlardı. Narodnikler bireysel “terörü” savunuyor ve bunun geniş halk yığınları üzerinde büyük etkiler yaratacağını düşünüyorlardı. İşçi sınıfının partisinin kurulmasına karşı çıkıyorlardı.

Hepimiz Mazlum’a borçluyuz:Garabet Demirci

 

Devrimciliği Yaşam Tarzına Dönüştürelim

Bizim gücümüz, haklılığımız ve meşruluğumuzda; olayları, olguları diyalektik- materyalist bakış açısıyla ele almamızda yatıyor.

TKP-ML Merkez Komitesi : Newroz Piroz Be!

İmha, İnkar ve Asimilasyona; İşgal ve İlhaka; Sömürüye, Açlığa, Yoksulluğa, ve Faşizme Karşı

İsyan, Direniş, Serhildan!

Newroz, coğrafyamızda binlerce yıllık sınıflı toplumlar tarihinde sömürülen, ezilen, baskı gören halkların zalimlere, sömürücülere karşı isyanının simgesidir. Günümüzde de başta Kürt halkı olmak üzere bütün ezilen halkların, zalimin zulmüne karşı isyan ve direnişinin, Demirci Kawa’nın isyanının zalim ve katliamcı Dehaklar karşısında yükseltilmesinin, isyan ateşlerinin dört bir yanda yakılmasının adı olmuştur.

Oylar SADET'E.... Oylar DEVA'YA... Oylar İYİ PARTİ'ye....

"Bindik bir alamete gideyoz kıyamete."

Aklımızın sınırlarının zorlandığı günlerde geçiyoruz.

İlemde bir partiye oy verecekseniz....

Sanki iyi parti sizi öldürüyorda chp sizi öldürmüyorsa(?)...

Niye oy verdiğiniz millet ittifakı'nın parlamentizmden vaz geçmemiş paydaşlarından biri de olmaya.

Ve Bakırhan buyurdu: " İstanbul'da kent uzlaşısı sağladık" diye

Ve Sakık buyurdu: "CHP'ye oy yok." diye.

Ve ..

Kadınlar ve İşçiler

Kadınlar neden, niçin ve nasıl eziliyor, neden cinsiyet ayrımcılığın en temel ve en tepe noktasında yer alıyor, neden öldürülüyor neden erkek baskısı kadın üzerinde şiddetleniyor vb. soruların yanıtı ile; işçiler neden, niçin ve nasıl sömürülüyorsa verilecek yanıtlar aynı yerde arandığında, kadının kurtuluşu sorununa, daha genel anlamda ise işçi sınıfı ve emekçilerin kurtuluş sorununa daha doğru yaklaşılmış olacaktır.

Yerel Seçimler ve Proleter Tavır

 

 

Türkiye 31 Mart 2024 tarihinde yapılacak yerel seçimlere kilitlenmiş bulunuyor. Baskı, yasaklamalar, açlık, yoksulluk, pahalılık ve işsizlik en can alıcı sorun olarak ülke gündemindeki yerini korurken, tüm burjuva partiler 31 Mart’ta yapılacak yerel seçimlerde kazanacakları belediyelerin hesaplarını yapmakla meşguller.

Misak Manuşyan ve 23’ler Ölümsüzdür!

Misak Manuşyan (1.9.1906 – 21.2.1944) ve yoldaşlarını, Nazi kurşunları ile Paris’te katledilmelerinin 80. yılında saygıyla anıyoruz İnsanlığın düşmanı faşizmi ise bir kez daha lanetliyoruz.

İnsanlığın başına kara bulut gibi çöken, yıkımlar, savaşlar ve dahası onarılması mümkün olmayan felaketlere sebep olan Hitler Faşizmi, 1933 yılında Almanya’da iktidara gelmesiyle başladı. 1929 ekonomik ve sosyal bunalımını atlatamayan ve çözüm bulmakta zorlanan, kapitalist-emperyalist ülkeler, sorunlarını savaş yolu ile çözmek, pazarların yeniden paylaşma savaşına giriştiler.

ÖNCE SERMAYE, SONRA, YİNE SERMAYE

13 Şubat 2024 tarihinde Erzincan iline bağlı İliç'de Çöpler Madencilikte meydana gelen toprak kaymasında 9 (bu rakamın daha  yüksek olduğu iddiası da var) işçi toprak altında kaldı. Bu son olayda, “maden kazası” olarak adlandırılan işçi katlimının, doğa katliamı ile birlikte olağan hale getirildiği ve bu seri katliamların, sermayenin birikimi ve büyümesi için olmazsa olamaz kuralı olduğu  gerçekliğiyle karşı karşıyayız.

Ağır tecrit, büyük direniş (Nubar Ozanyan)

Biz 5 Nolu Amed Zindanı’ndan tanırız faşizmin üniformalı generallerini ve kan yüzlü zindan bekçilerini! Özgürlük mahkumlarına intikam alırcasına en ağır işkencelerin nasıl yapıldığını çok iyi hatırlarız. Devrimin öncü ve önderlerine nasıl düşmanca yüklendiklerini iyi biliriz. Sadece memleketimizden değil, biz ağır tecrit koşullarını ve ölümcül duvar sessizliğini, Peru devriminin önderi Başkan Gonzalo yoldaşın 29 yıl süren direnişinden biliriz.

„Dijitalleşme“ Kitabım Üzerine

Kitabın konusu, işçi sınıfının nicel ve nitel varlığıyla doğrudan ilgilidir. Özellikle üretim sürecinde dijitalleşmenin artmasıyla, işçi sınıfının sınıfsal niteliğine yönelik ciddi saldırılar gelmeye başladı. İşçi sınıfının ortadan kalkacağı, burjuvazinin, ücretli iş gücü sistemi olmadan, salt makineler üzerinden artı-değer elde edeceği gibi, doğrudan kapitalist sistemi var eden temel olgular yok sayılmaya başlandı.

Sayfalar