Pazar Mayıs 19, 2024

Devrimci iktidar hedefiyle çalışmalarımıza yüklenelim!

Türkiye; sokaklarıyla, meydanlarıyla, doğusundan batısına, kuzeyinden güneyine son 1,5 yıldır sürekli “hareketli” durumda.

Gezi İsyanı, 17-25 Aralık yolsuzluk karşıtı eylemler, Soma katliamına tepkiler ve Kobane serhıldanıyla; gencinden yaşlısına, her mezhepten ve milliyetten kadın-erkek halkımız milyonları bulan sayılarla sokaklara döküldü.

Polisle çatıştı, komünler kurdu, kendi şiarlarını yarattı. “Arap Baharı” denilen eylemsellikler sürecinde de gördüğümüz gibi; bütün ülkeyi kapsayan, mevcut sistemi sallayan ve doğru bir önderlikle sistemi değiştirebilme potansiyeli taşıyan yangının nerede ve nasıl çıkacağını belirlemek mümkün değildir.

Tunus’ta bir seyyar satıcının kendini yakmasıyla başlayan isyanlar nedeniyle son 4 yıldır Ortadoğu’da düzen hükmünü sürdürmekte zorlanıyor. Türkiye’de “3-5 ağacı” koruma saikiyle başlayan hareket, dönemin tüm birikmiş enerjisinin militan bir tarzda ortaya çıkmasına yol açtı. Fakat bunlarla birlikte Türkiye özgülünde ortaya çıkan bu militan enerjiyi, devrimci bir tarzda politik iktidar mücadelesine yöneltecek yetenekte ve hazırlıkta olmadığımız da ortaya çıkmış durumdadır.

Bahsini ettiğimiz nitelikte toplumsal hareketlerin yaşandığı dönemler, öncünün kendini sınadığı, gördüğü yerlerdir. Marks’ın benzetmesinden hareket edersek; görece suskunluk dönemlerinde bir köstebek gibi sistemin altını ne kadar kazdığımız, kazdığımız tünelleri ustalıkla birbirine ne kadar bağlayabildiğimiz ve gerektiğinde “son vuruş”u ne kadar yapabilme becerisine sahip olup-olmadığımız ortaya çıkmaktadır.

Zamanında hazırlıklarını yapamayanların, kitleler içinde yaygın örgütlülükler yaratmayıp, devrimci zoru kullanma perspektifine sahip olmayanların hareket patladığında kendini akışa bırakmak dışında bir seçenekleri olmamaktadır. Gezi, Soma, Kobane bize bu gerçeği bir kez daha gösterdi.

Gezi İsyanı’ndan çok sonra, ortaya çıkan cılız cüsselerini kapatmak için kendilerine dev aynasından bakanlar, bu sürecin kaybedenleri olacaktır. Çünkü sadece gerçekler devrimcidir! Gerçekler hoşumuza gitmese de devrimcidir…

TDH’nin cılız cüssesiyle birlikte; yıllarca köstebek uyanıklığı ve çalışkanlığı gösteremediği de ortaya çıktı. Ama zaten bir cüssenin sıhhatli ve güçlü olması da hareketliliğiyle, çalışmasıyla sağlanır! Yani çalışmayanın, sistemli bir örgütlenme faaliyeti yürütmeyenin, bunu legal, illegal, silahlı, barışçıl her şekilde yapma uğraşı içinde olmayanın cüssesinin cılız olması dışında bir seçeneği yoktur.

Partizan, bütün alanlarındaki örgütlülükleriyle genel olarak ortaya çıkan hareketliliğe tüm gücüyle katıldı. Fakat eğer bizler komünist öncülersek; ortaya çıkan bu tarihsel önemdeki hareketlere hiç tereddütsüz atılmış olmamız bize yetmez! Bizler ortaya çıkacak muhtemel tüm enerjileri örgütlü karşılamakla ve her hareketlenmeden güçlenerek, kitleler içinde hegemonyamızı artırarak çıkmakla yükümlüyüz. Eğer ortaya çıkan sonuç bu değilse, sadece koşturup durmuş ve harcadığımız enerjinin nerede nasıl ortaya çıkacağını bilmez haldeysek; bunu sorgulayacağız.

Kitlelerin hareketini gürül gürül akan bir nehre benzetebiliriz. Bu nehrin akışını yönlendirecek, taşkınlardaki enerjisini işe yarar hale getirecek bir müdahale olmazsa, bunu diyelim ki elektrik enerjisine çevirecek veya sulama kanallarıyla tarım için elverişli hale getirecek bir perspektifimiz ve bunu yapmak için taşkından önce hazırlıklarımız yoksa; taşkın suyun yaratacağı sonuçları ne olacağını kestiremeyiz. Ama tarihten bildiğimiz net bir şey vardır ki, tıpkı bu taşkın su örneğinde olduğu gibi kitlelerin kendiliğinden hareketleri de ezilenleri devrime götürmez.

Demek ki burada, komünist öncünün tarihsel sorumluluğundan bahsediyoruz. Kendiliğinden hareketlerin akışına kapılanlar ve bununla böbürlenenler değil; bu hareketleri devlete ve sisteme karşı bir devrim hamlesi haline getirenler olmalıyız. Bizim amacımız budur! Varoluşsal nedenimiz budur! İşte bu nedenle her komitemizin, tek tek her bir militanımızın üzerinde durup, konu edinmesi, tartışması, derinleşmesi, çözümler sunup, pratiğe geçirmesi gereken konu budur.

Her çeşit kendiliğinden tarza, uyuşukluğa, “kitleler bizi anlamıyor”a, kendini tekrar edip durmaya, düşünce tembelliğine ve tutukluğa sert darbeler vurup, örgütlülüklerimizi sağlamlaştırma, olmayan yerlerde kurma sorumluluğuyla ileri atılmalıyız.

Öncülük, olayların peşinden sürüklenme değildir. Kendiliğindencilik, reformizm, liberalizm vs. akımlar bizlerin hareketsizliğinden, pratiğe sistemli müdahale etmememizden kaynaklanmaktadır.

Tam da bu noktada önderimiz Kaypakkaya’nın komünist devrimci çıkışı bizim için daha çok anlam taşımalı ve üzerinde daha çok yoğunlaşmalıyız. Çünkü o dönemki bilimum reformistlerin “kitlelerin geri durumuna” vurgu yaparak işlerini “kitleleri aydınlatma” için salt çalışma gruplarıyla sınırlayanlara büyük bir darbe vurmuştu.

Bu darbesinin özünü devimci pratik ve eylemsellik olan özü sayesinde ektiği tohum yarım asra yakındır, devrimci hareketin ana bileşenleri arasında yer almayı başarmıştır. Fakat mevcut anda görevimiz bu öze dayanarak, yaşamın gerektirdiklerine hızlı şekilde yanıt olmak ve sıçramalarla ilerleyişimizi sağlamaktır. Yani yaşamın akışını yakalamakta ve yaşamdan öğrenmekte hızlı adımlar atmamız gerekmektedir.

 

Egemenler iktidarlarını rızalarıyla bırakmazlar

Gezi, Soma, Kobane ile tanımladığımız son 1,5 yılın hareketliliklerinin şehirlerde olması dolayısıyla, şehir faaliyeti üzerinde duracağız. Şehir faaliyetlerimiz; esasta gazete dağıtımı, bazen stant açıp, imza toplama, derneklerde-kafelerde “devrim sorunlarını” tartışma, basın açıklamaları yapma, eylem olduğunda gidip katılma olarak ortaya çıkıyorsa, bunun güçlü bir örgütlülük yaratamayacağını en baştan belirtelim. Ki bazı alanlarımızda bunların dahi düzenli yapılmadığını biliyoruz.

Bu çalışmalar; iktidarı hedefleyen, öncülük iddiası olan bir yapının militanlarının çalışmaları değildir. Bu çalışmalar, günü kurtarma, devrimcilik adı altında kendiliğindenci ve iddiasızlığı yaşatma, sınırlı pratiklerin yarattığı sınırlı fikirlerin kendi çapında, dar bir çevre olarak hüküm sürmesidir. Çalışmalarının esası bu faaliyet olan alanlarımız, hızlı bir şekilde kendilerini gözden geçirmelidirler! Şehir nüfusu gün geçtikçe artarken, ezilen kesimler derin bir yoksulluk içinde yaşarken, neoliberal politikalarla birlikte kentsel sorunlar tüm yaşamı etkileyecek bir hal alırken; çalışmalarımızın, politik perspektifimizin darlığı kabul edilemez.

Şehir faaliyeti; legal-illegal, silahlı-barışçıl her türlü yöntemin ekonomik-demokratik- cinsel-ulusal-mezhepsel-çevresel tüm sorunlar özgülünde kullanılabilmesi ile yürütülür. Bu yöntemlerin devreye girme zamanını ve şeklini belirlemek; çalışılan alana ve en az bunun kadar önemli olan tüm ülkenin genel durumuna vakıf olarak ancak doğru şekilde yapılabilir. Yani kadro ve militanlarımızın pratik içerisindeyken, teorik ve ideolojik donanımlarını sürekli güçlendirmeleri zorunluluğundan bahsediyoruz. Türkiye’de yılların bize öğrettiği çok temel bir derstir ki; illegal ve devrimci şiddetin devrede olmadığı, temel alınmadığı tüm faaliyetler düşmanın açık saldırısı altındadır ve her seferinde toparlanamadan dağıtılmaya mahkumdur.

Bunun ötesinde en son Kobane’nin gösterdiği sonuçlardan biri de; devletin yasal/yasadışı tüm çetelerini halkın üzerine salması karşısındaki yetersizliğimizdir. Devrimci güçlerin en başta kendilerini savunmaları üzerinden ele aldığımızda dahi; illegal ve silahlı şehir birliklerinin olmazsa olmaz olduğu görülecektir. Şehirlerde devletle işbirliği halindeki uyuşturucu çetelerine, mafyalara karşı mücadele edebilmek için bile söz konusu birlikler kendini dayatmaktadır.

Bunlar güncel sonuçlardır. Fakat biz tarihten ve diyalektik materyalist sınıflar teorisinden de biliyoruz ki; hiçbir egemen sınıf, tarihin hiçbir kesitinde saltanatını savaşmadan bırakmaz. Bu isterse kendi sınıfından kesimler bile olsa: Tarih boyunca saraylarda kardeş, baba, çocuk tüm saltanat adaylarının öldürülmesinin özü/özeti budur.

Hal buyken; “ayak takımı”na, “çapulculara”, sırtlarından saltanat sürdükleri sınıflara egemenliklerini savaşmadan bırakacaklarını düşünmek en basit tanımıyla ham hayaldir! Bu nedenle, komünist devrimcilerin illegal ve silahlı mücadele yöntemlerinde ustalaşmaları, yazının başında bahsettiğimiz gibi sistem sahiplerinin altını kazacak şekilde illegal çalışmalarını yürütmeleri ve kitle çalışmasını güçlendirici tarzda silahlı mücadele yöntemlerini kullanmaları zorunluluktur.

Temel sorun; bunların ne zaman, nasıl devreye gireceğini iyi belirlemektir. Fakat her ne olursa olsun her an hazır bir şekilde bu şehir milislerinin olması zorunluluktur. Dünya halklarının deneyimleri bize bu konuda yol gösterebilir!

 

Sınırlarımızı aşalım

Şehir faaliyetçilerinin, çalıştıkları alanların özgül sorunlarını çok iyi kavraması gereklidir. Böyle bir faaliyetin amaçları ve kullanabilecekleri araçlar, gitmeleri gereken alanlar, şiarları vs net olmalıdır. En önemlisi yaşamdan öğrenmeyi bilmeleridir. Kafamızda oluşturduğumuz proje ne kadar mükemmel olursa olsun, yaşamda karşılığını bulmuyorsa, o alanda kök salıp/büyüyemiyorsak sorunun ne olduğunu sorgulama cesaretine ve yaşamdan öğrenme bilgeliğine sahip olmamız daha da fazla önem taşır. Kafamızdakileriyaşama dayatmayacağız,yaşamın getirdiklerini kafamızadayatacağız. Yani halkımızdan öğreneceğiz, pratiklerden öğreneceğiz. Yani kabuğumuza çekilip, derinleşip(!), her şeye vakıf olmayı beklemeyeceğiz. Hata yapmaktan korkmayacağız ve bu hataları düzeltme gücüne sahip olacağız.

Legal alanlardan sonuna kadar, sistemli bir şekilde faydalanmalıyız. Yani sendikalarla, birlik ve derneklerle, vb.le ilişkimiz “protokol bırakma” seviyesinde değil, aktif çalışma, yön verme, yönetici olma seviyesinde olmalıdır. Bu araçlar bulunduğumuz alanlarda yoksa kuruculuğunu yapmalıyız.

Çok önemli bir sorunumuz da çalışma alanlarımızda kendimizi sınırlamaktır. Bulunduğumuz ilçelerin farklı semtlerine bile gidilmemektedir. Oysaki eğer örgütlü yoldaşlarımız, faaliyetimiz vs. yoksa komşu illere-ilçelere gitmek ve faaliyet alanımızı genişletmek de bizim sorumluluğumuzdur. Soma’da, Karaman’da, Isparta’da, Zonguldak’ta olamamamız, devrimciliği her açıdan sınırlandırılmış bir şekilde ele alışımızla ilgilidir.

Mevcut durumu pratiksel olarak aşmak, tüm militanlarımızın sorumluluğudur. Sınırlar ancak devrime tutkun militanlar tarafından parçalanır!

75018

Partizan'dan

Partizan'dan; Gündem ve güncel gelişmelere ilişkin politik açıklama ve yazılar. 

Partizan'dan

Delirmeye Az Kaldı Doktorum Nerede

Mahlukatlar içerisinde, kendisi gibisini, yaratabilecek tek canlı insanlardır. (Albert Ergün Einstein)

Ah.... çocuklar... ahh....

Memleketteki partilerin zayıflıklarını öne sürerek her türlü burjuva partileriyle bir araya gelenler....

İş dünya proletaryalarının burjuva renkleriyle bir araya gelmeye gelince....

Dünya proletarya partilerin zayıflıklarını öne sürerek bir araya gelmeyi ret etmekteler.

Ve bu insanlar örgütlüler biz proletaryalar örgütsüz.

Ve bu insanlar örgütlüler biz proletaryalar örgütsüz.

Ve tc’nin okul sıralarında olsa dahil...

Ermeni Devrimcilerin İttifak Deneyiminden Hareketle “YÜRÜ BE KEMAL…”

6 Şubat depremleri sonrasında on binlerce can kaybının ardından 14 Mayıs 2023 tarihinde “Başkanlık” ve “Milletvekilliği Genel Seçimleri”nin “yenilenme”si kararı alındı. Depremler ve ardından yaşanan sellere rağmen ülke seçim sath-ı mahalline girmiş bulunuyor. Seçim, iktidardaki AKP-MHP partilerinin oluşturduğu “Cumhur İttifakı” ve ona eklemlenen partiler ile CHP-İYİ Parti’nin başını çektiği “Millet İttifakı”nın oluşturduğu iki ana siyasi kampın iktidar mücadelesi biçiminde gelişiyor.

ATAERKİL SİSTEME KARŞI MÜCADELE SORUNU, EZEN-EZİLEN CİNS ÇELİŞMESİNİN ÇÖZÜMÜ SORUNUDUR

Sorunların doğru çözümü, öncelikle onların özünün tam olarak ne olduğu veya neye tekabül ettiğinin eksiksiz olarak ortaya konulmasıyla doğrudan bağlantılıdır. Yani sorun aslında tıpkı şuna benziyor: Doğru ve isabetli tedavi ancak ki doğru teşhis ile mümkün olabilir.

“Kadın sorunu” olarak tanımlanan sorun da böyledir. Sorunun özü bir kez gözden kaçırıldımıydı, sorunun kendisi de çözümü adına ileri sürülenler de isabetli ve doğru olarak ortaya konma şansını yitirir esasen.

Azaduhi (Nubar Ozanyan)

Herkesin anlatılacak bir hikayesi, yazılacak bir yaşamı vardır. Liceli Azaduhi’nin hikayesi, soykırım yaşamış bir Ermeni kadının Lice’den Diyarbakır’a, İstanbul’dan Hollanda’ya uzanan sürgün hikayesidir. Doğduğu yerde yaşayamadığı gibi ölemeyenlerin hikayesidir. Onun hikayesi kolay taşınamaz acıların, tanımlanması zor hüzünlerin hikayesidir. İyilik yapmaktan başka bir şey bilmeyen, ekmeğini paylaşmaktan başka bir şey düşünmeyen, direngen Liceli bir Ermeni kadının hikayesidir.

Katledilişinin 50. Yılı Vesilesiyle KAYPAKKAYA ve TKP-ML

Faşist T.C. Devleti tarafından, bundan 50 yıl önce bir komünist önder, aylarca süren işkenceli sorgular ardından hunharca katledildi. Buradan bir kez daha bu cinayeti kınıyor ve Türkiye-

K. Kürdistan devrimci hareketinin ender yetiştirdiği bu komünist önderi saygıyla anıyor ve ideallerine bağlı kalacağımızın sözünü yineliyorum.

Onun katli, “işkence sonucu ölüme sebebiyet verme” şeklinde olmayıp; bizzat devletin ilgili ve yetkili kurum ve kişilerince, “devletin ulvi çıkarları adına” karar altına alınan bilinçli ve iradi bir cinayettir.

Partizan’ımızı Özlüyor, Mücadelesini Örnek Alıyoruz | Hüseyin Şenol

Partizan’ımızın hayatını kaybetmesinin üzerinden tam iki yıl geçti… Dursun Çaktı’nın bize bıraktığı miras gibi; demokratik kitle örgütlenmesi anlayışının tüm alanlarda yerleşmesi olmazsa olmazımız olmalıdır…

İki yıl önce 25 Şubat’ta, daha 65 yaşında kaybettiğimiz Dursun Çaktı’yı, Partizan’ımızı özlemle anmaya devam ediyoruz ve sürekli anacağız.

Ölümün susturduğu yaşamlar (Nubar Ozanyan)

Yoksulluk, zulüm yetmiyormuş gibi depremin ve kışın beyaz zulmü de halkımızı ölüm karşısında çaresiz ve yalnız bıraktı. Devlet, yüz binlerce insanı canlı canlı toprağa gömdü. Kapitalizmin sermayesi yine halkın canı ve kanıyla yıkandı.

Depreme dayanıksız konutlar halkın mezar taşı oldu. Yoksulluk, kış, çaresizlik, ölüm ezilenleri üşütmeye devam ediyor. Kapitalist sistem, kendisiyle birlikte insanlığı hızla belirsiz bir yıkım ve sona doğru götürüyor. Her şeyi metalaştıran kapitalizm, yaşam gibi ölümü de metalaştırarak insanlığı çaresizliğe ve yıkıma doğru sürüklüyor.

Halk Düşmanı Faşist İktidar Yargılanmalıdır!

Deprem yerkürenin  doğal bir harektliliğinin sonucudur, insanlar için bir felaket haline gelmesi ise, toplumsal sistemin sınıfsal karakteriyle doğrudan ilgilidir. Bilim ve buna bağlı olarak teknolojinin gelişmediği zamanlarda insanların doğal felaketlerden daha büyük zarar görmesi doğaldı. İnsanlık doğanın hareketini öğrendikçe onunla uyumlu yaşamasınıda öğrendi.

2023 Seçimlerinde okun sivri ucunu neden hakim sınıf kliklerinden en gerici en faşist olanına yöneltmek zorundayız ?

Başta Emek ve Demokrasi Bloğu olmak üzere halk güçlerinin önemlice bir kesimi 2023 seçimlerinde Tayip Erdoğan ve AKP ve MHP dinci faşist iktidar blokunun önünün kesilmesini; günün isabetli siyasi taktiği olarak belirlemişken, ancak ne var ki bir kesim sol-sosyalist ve komünist güçler ise, bunun aksine; “bir faşisti indirip yerine bir başka faşistin gelmesi için oy kullanamayız” diyerek, cumhur başkanı seçiminde ‘boykot’ taktiğini, günün isabetli taktiği olarak ileri sürmekte.

Birazda Muziplik

1) Kadrolar sürekli birliktelik (mutluluğu dışarda arama) yarışına sürüklenir.

2) Yarışı beceremeyenler, geri kalanlar veyahutta ret edenler diskalifiye olur.

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

Sizde bizi kandırmıyorsunuz değil mi...

Ah... devrimci demokrasiciğim... ah....

İnsanların ilişkilerini kınarken, kınadığı insanlarla bozulan arasını düzeltmeye gelenlere kınadığı ilişkilerle yakalanmak....

Ve yahutta....

Katledilişinin 50. Yıldönümünde İbrahim Kaypakkaya HESAPLAŞMA, KOPUŞ VE YENİ BİR YOL

Kafasında üstü yırtık ve yamalı kahve renkli bir kasket, sırtında yerli bir askeri parka, altında ceket, kazak… üst üste giyilmiş üç tane pantolon, ayağında bir çift beyaz yünden yapılmış ve köylerde elle örülen çorap ve onun üzerinde naylon çorap, bir çift 45 numara Çelik marka lastik ayakkabı”yla tutsak edildi.1 

Sayfalar