Çarşamba Mayıs 15, 2024

Delinin biri kuyuya “Taş” atmış…

Politik alanın sınırları kimi zaman kırılganlık duvarlarına dayanır. Gün gelir koşullar bazen, esneklik ile ilkesizlik arasındaki sınırları olanca yüküyle inceltir. Bunun bir gerekçesi Marksizm’den doğru yöntemle nasip almamakken diğer gerekçesi ise toplumsal muhalefetin karşısında doğru konumlanmamak olmaktadır.

Bilindiği üzere yakın bir zaman sonra yerel seçimler gerçekleşecek ve bir süredir adaylar, bölgeler, parti ve ittifakların tutumları yoğun şekilde tartışılıyor. Bu yazı vesilesi ile ele almak istediğimiz konu tüm bu tartışmalara içre bir şekilde adaylardan birisinin, CHP Beyoğlu Belediye Başkan Adayı Alper Taş’ın “HDP solu kapsamıyor, daha güçlü bir çatıya ihtiyaç var” mealindeki açıklamasıdır.

Derdimiz sadece Alper Taş’ın sözleri ile kuyuya attığı taşı değil 40 akıllının taşı çıkaramayaşını irdelemektir. Zira olay; olayın bir kıymeti olduğu için değil, olayın kıymetsizliği yaşadığımız coğrafyanın sosyalist solunun tipolojisini çizdiği için konuşulmalıdır.

Her Sürecin Liberal Sloganı: Solun Birliği

Esas itibari ile Alper Taş’ın röportajdaki bahse konu sözler ile eksikliğini ifade ettiği şey yanlış değildir.

Biz bu iki çizginin dışında sosyalist solun, devrimci solun bağımsız ve kolektif bir ekiple Türkiye’ye ilişkin fikrini toplumla buluşturma konusunda ortak adayla seçime girelim istedik. Bu olmadı. HDP tamam barajı aştı ama bir şey ifade etmedi. Sonuçta Türkiye’nin siyasi tablosu değişmedi. Barajı geçmesin diye demiyorum, barajı geçmeye büyük misyonlar biçtiğinde bunun karşılığı da olmuyor. Bugün memlekette sosyalist bir hareket eksikliği var. HDP bunun karşılığı değil. İçerisinde sosyalistlerin olması sosyalist hareket anlamına gelmiyor. Solda başka bir alan açmamız gerekiyor. Bu Kürt hareketi için de sosyal demokrat hareketi için de önemli. Her ikisi de kendilerinin dışında gelişebilecek emek-sınıf eksenli sosyalist hareketin büyümesiyle pozitif anlamda kendilerini şekillendirebilirler” derken kast ettiği ittifaklara, ulaşılabilinen en geniş nüfuz alanı ile birleşmesine yönelik temenni olumludur. Gel gelelim sözü eylemle sınandığında, siyasal sürecin imbiğine sokulduğunda süzülen şeyin başka olduğu görülmektedir.

Burada sıkıntının ilki Alper Taş’ın “sosyalistlerin çatısı”nda HDP’ye yer vermemesi, sosyalistlerin ulusal sorun karşısındaki görevlerini silikleştirmesi anlamına gelmektedir. Zira Alper Taş’ın ve düşündaşlarının anladığı sol dünyaya sadece mülkiyet ilişkilerinden bakan ve bunun dışındaki mücadele olanaklarını küçümseyen bir çerçeveye mi sahiptir yahut ulusal sorun temelinde süren özgürlük mücadelesinin biçimleri bu camianın boyunu aşmakta mıdır bilemiyoruz. Lakin pratiğe yansıyan şeyin sosyal şovenizmle malul bir siyasal çizgi olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

İkinci bir sıkıntı ise, bahse konu yaklaşım ayrıca yaşadığımız coğrafyanın siyasal sürecine ve seçimlerin de üzerine oturduğu politik arenanın güncel haline de kör bakmak anlamına gelmektedir. Zira, AKP’nin dış politikasından tutalım da seçimleri de içine alacak şekilde son yıllardaki temel meselelerinin tümünde bir Kürt rengi bulmak hiç de zor değildir. Suriye politikasından kayyumlara, OHAL uygulamalarından fezlekelere kadar AKP’nin siyasal pratiğinin önemli bir bölümü Kürt halkının karşısında ve onun kazanımlarını geriletmek temelindedir. Bu siyasal cenderede sol birlikteliği emek temelli mücadeleler kapsamına indirgemek, ittifak tanımını HDP’siz tahayyül etmek sosyalist olmanın sınırlarını liberalizmin sınırları ile kaynaştırmaktan başka bir anlama gelmemektedir.

Diğer bir sıkıntı ise Alper Taş’ın ittifak algısının kapsam ve boyutları ile ilgilidir. Devrimci sosyalistlerden sosyal demokratlara değin kimi muhalif bulduysa aynı torbaya koymaya kalkan bu algıdaki Troçki’den miras liberalizmin keskin kokusu hemen görülmektedir.

Bir şeye karşı olmanın tek başına bir siyasal nitelik edinmeye yetmediğini en yoğun Haziran Hareketi pratiği ile bilmesi gereken Alper Taş’ın orada muvaffak olamadan devletin kurucu partisi CHP’den aday olması ise ilkeden yoksun bir birlikçiliğin ne denli bir savrulmaya kapı aralayabildiğinin net örneğidir.

 

Solun Utanç Duvarı: Kemalizm

Tüm bu keşmekeş içerisinde biliyoruz ki Alper Taş olumsuz bir niyet taşımamaktadır. O ve düşündaşlarının bu savunuları temelde egemen sistem ve onun kurucu ideolojisi ile kurduğu ilişkiden zemin bulmaktadır. Ve maalesef ki burada yalnız da değillerdir.

Sol mahallede ciddi bir yaygınlık gösteren bu sosyal şovenizme bulaşık liberal yönelimin temelde Kemalizm’le hesaplaşmamak, onun siyasal niteliğini faşizm olarak tespit etmemekle bağı vardır. Zira Kemalizm dün de bugün de TC’nin siyasal sürecine yönelik tartışılabilecek her başlıkta karşımıza çıkmakta, ülke siyasetinin kangrenleşmiş her sorununda yüzünü göstermektedir. Devletin niteliğini belirleyen temel olarak Kemalizm’i sorgulamadan, “Kemalist değiliz ama Mustafa Kemal devrimcidir.

Onun cumhuriyetini ilerleteceğiz” mealindeki bir yaklaşımın, solun çekim merkezi olamadığı bir dönemde CHP’nin kapısına çıkması bu nedenle hiç de şaşırtıcı değildir.

Diğer yandan yaşadığımız coğrafyada Gezi İsyanı sonrası toplumsal muhalefetin günden güne geriye çekilmesi, gelinen aşamada AKP’nin öyle ya da böyle inşa ettiği başkanlık sistemi karşısında etkin bir müdahale zemininin olmayışı sol açısından asgari müştereklerin en geri zemine çekildiği bir siyasal arena inşa etmiştir. Böylesi suyun ziyadesi ile bulanık olduğu dönemlerde egemen sistemi net bir tanıma kavuşturmadan siyaset yapmanın sosyalist niteliği aşındırmak dışında bir işlevi ise yoktur.

Vaziyet böyle olunca da “sosyalist”ler CHP’yi çatı yapabilmekte, Gezi İsyanının bütün cenkleşme sürecini Taksim pikniği ile geçirenlerin Haziran adını alması gibi yaşadığımız coğrafyanın devrimci tarihinde devletle karşı karşıya gelmeden sosyalist adını almak da mümkün olabilmektedir.

16671

Partizan'dan

Partizan'dan; Gündem ve güncel gelişmelere ilişkin politik açıklama ve yazılar. 

Son Haberler

Sayfalar

Partizan'dan

Mısır'ı Mesken Tutan Türk Tekelleri

Deutsche Welle (DW)'de Aram Ekin Duran'ın, „Türk Şirketleri Mısır'a Kaçıyor“ adlı bir haberi yayınlandı. Sıradan bir haber gibi gözüküyor, ama, Türkiye ekonomisinin ve Türk devletinin niteliğini araştıranlar, sorgulayanlar için küçük bir haber olmaktan öte bir anlam taşıyor. Özellikle de kendine ML ve Maoist diyen komünist örgütler için daha fazla önem taşıması gerekiyor.

Hesaplaşma mı? Kutlama mı?

Faşist TC devleti hem ülke içinde hem de bölgesel düzeyde, resmi ve sivil militarist güçleriyle başta Kürt halkı olmak üzere demokrasi ve özgürlükten yana olan herkesi yok etmek ve devlet terörüyle susturmak için çalışmaya devam ediyor. Bu süreç aynı zamanda TC’nin kuruluşunun da yüzüncü yıl dönümüdür.

TC, yüz yıl önce Osmanlı yıkıntıları üzerinde tekçi bir zihniyetle kuruldu. Ermeni soykırımında, diğer azınlık halkların yok edilip sindirilmesinde aktif rol alan ittihatçı birçok ırkçı kadro da kuruluş sürecinde rol aldı.

Halka Nasıl Yaklaşacağız?

Milyonlar açlık ve yoksulluk içinde, demokratik haklardan yoksun, özgürlük kırıntılarına bile muhtaç bir durumda yaşıyor. Haksızlık, hukuksuzluk ve adaletsizlik karşısında kitleler ya seslerini yeterince yükseltememekte ya da sınırlı sayıda insanla zulüm karşısında direnmeye çalışmaktadır. Birbirinden bağımsız, sınırlı direniş güçlerinin mücadele ettiği süreci yaşıyoruz. Damlaların derelere, derelerin nehirlere, nehirlerin bendlerini yıkacak duruma gelme ihtiyacı var.

“Kuruluşunun 100. Yılında TC’nin Diğer Yüzü Türkiye’de Ulusal Azınlıklar Sorunu”*

Türkiye’de ulusal sorun ve azınlıklar meselesini incelerken nasıl bir ülkede yaşadığımız, ülkeyi hangi sınıfların yönettiği, ulusların hangi tarihi koşullarda ortaya çıktığı, ulusal sorunun ekonomik ve politik nedenlerini açıklamak durumundayız.

Ulus, tarihsel olarak meydana gelmiş, ortak bir dil, ortak bir pazar, ortak bir kültür birliği ve ortak bir ruhi şekillenmende ifadesini bulan istikrarlı bir insan topluluğudur. Ulus, sadece tarihi bir kategori değil bir çağın, yükselen kapitalizm çağının ortaya çıkardığı bir olgudur.

Yüz yıllık çakma Türk devleti (Nubar Ozanyan)

Aradan bir asır geçmesine, tarihin yaprakları değişmesine karşın Türkiye Cumhuriyeti temelde bir değişime gitmeden dün olduğu gibi imha ve inkar zihniyetiyle yaşamaya, Orta Çağ’ın karanlığında kalmaya devam ediyor.

Fetih ve işgallerden, zulüm ve soykırımdan başka övünülecek bir tarihi, Hitler faşizmine örnek olmaktan başka bir başarısı olmayan TC, ceberut devlet olma niteliğinden hiçbir şey kaybetmeden yüzüncü yılını kutluyor.

Aşk Her Şeyi Affeder mi - Partiler Neden Diktatör / ERGÜN ASLAN

Klasik emperyalizmle modern emperyalizm arasında çeşitli proletaryaların ve (komprador) sınıfların olduğu bir memlekette modern proletaryaların partisinin birliğinin ve özgürlüğünün yegane (ve yegane) güvencesinin yerel yönetimlerin özerkliğe varabilecek kadar geniş demokratik haklara sahip olmaları olduğu bilgisini kim inkar edebilir ki.

Üüüü.... üüüü....

Ya.... ya...

Bir insan aldığı görevden başka her şeyi konuşur mu.

Hom... hom.. hom...

Bunlar... bunlar... daha çok....

 Filelerin sultanlarını karşımıza çıkarırlar.

 Daha çok...

Rojava, Filistin, Karabağ: İşgal, Yıkım ve Direniş (Yorum)

Ortadoğu tarihi boyunca yer küremizin en çatışmalı bölgelerinden biri olmuştur. Bölgenin stratejik konumu, uygarlığın gelişim düzeyi, baskıya, sömürüye dayalı dış müdahaleler için güçlü zeminler sunmuştur. Kuşkusuz bölgedeki iç çelişkiler ve çatışmalar da her zaman dış müdahaleleri kolaylaştırmıştır. Özellikle dinsel ve mezhepsel çatışmalar hem çağdaş temelde toplumsal gelişmeleri frenlemiştir hem de bölgeyi dış saldırılara açık hale getirmiştir. Bu nesnel zemin üzerinde toplumsal çürümeler, işbirlikçi ilişkiler ve itaat kültürü bir yaşam tarzına dönüştürülmüştür.

“Hamas-İsrail Çatışmasında” İtidal Çağrısı Yapmak…(Polemik)

Filistinli 14 direniş örgütünün, 7 Ekim günü “Aksa Tufanı” adıyla İsrail devletine yönelik operasyonu, başta Ortadoğu olmak üzere tüm dünyada büyük bir yankı uyandırdı. Hamas gibi İslamcı örgütlerin yanısıra ve de Filistin Halk Kurtuluş Cephesi, Filistin Demokratik Halk Kurtuluş Cephesi gibi Marksist eğilimli hareketlerin de yer aldığı hamle, Siyonist İsrail’in tarihi boyunca aldığı en büyük darbelerden biri olarak kayıtlara geçti. Sözkonusu direniş, kısa sürede dünyanın dört bir yanında devrimci, ilerici güçler nezdinde çok ciddi saflaşmaları da beraberinde getirdi.

“Çizgimiz Nubar Ozanyan’dır!” (Deniz Aras)

7 Ekim sabahı Filistin Ulusal Direnişi’nin Siyonist İsrail işgalciliğine ve zulmüne karşı “Aksa Tufanı Operasyonu” başlatması başta siyonizm olmak üzere bölge gerici devletleri ve siyonizme koşulsuz destek veren emperyalistlerde şok etkisi yarattı.

Hamas öncülüğünde başlatılan ve aralarında Filistin Ulusal Hareketi’nin tarihsel öznelerinden Filistin Halk Kurtuluş Cephesi gibi devrimci örgütlerin de yer aldığı “Operasyon Odası” tarafından yönetildiği açıklanan bu hamle, tüm dünyada olduğu gibi coğrafyamızda da tartışmalara yol açtı.

Yerini Bulan Her Vuruş Acı Verir!

Komünist partileri yaptıkları eylemleri kamuoyuna açıkladıkları gibi, yanlış yaptıkları eylemleri de kamuoyuna açıklar ve özeleştirisini yaparlar. Yanlış eylemlerin özeleştirisinin yapılması, o partinin dürüstlüğünü gösterir ve bu tür özeleştiriler kitlelere ve parti kamuoyuna güven verir.

Arif Alıç, 1978 yılında Hıdır Aykır ile Bayrampaşa  Hapishanesinden kaçtı. Parti tarafından kırsal (Dersim) alana gönderildi. 1981 yılının ortalarında, TKP/ML üyesi bir kişi tarafından öldürüldü.

Bu makaleyi, yazarken ölüm haberini aldığım, sevgili yoldaşım Turan Talay'ın anısına adıyorum.

Türk Tekelleri Afrika'yı Çok Çooook Sevdi!

Sayfalar