Cuma Mayıs 3, 2024

Cumhurbaşkanlığı seçimleri, yönelimimiz ve Demirtaş’ın adaylığı

Cumhurbaşkanlığı seçimlerine günler kala, mitingler, konuşmalar ve adayların vizyon-perspektif açıklamaları ile birlikte, adayların niteliğine, hedeflerine ve çalışmalarının mahiyetine dair tartışmalar gündemin büyük bölümünü kaplamış haldedir. Tartışmanın bu hacmi ve adayların niteliği ile seçimlerin ilerlediği ana eksen, bizler açısından da derinleştirilmesi gereken bir noktaya tekabül etmekte, ek olarak Cumhurbaşkanlığı seçimlerine dair yönelimimiz çerçevesinde belirlediğimiz boykot politikasına ruh veren belirli çizgilerin daha da kalınlaştırılarak belirginleştirilmesi-açılması gerekmektedir.

Bu çerçeve içerisinde, sistem partilerinin adayları olan ve özü itibari ile de “aynı çizginin farklı kulvarlardan” üretilmesi dışında siyasal fonksiyon edinemeyen Tayyip Erdoğan’ın ve Ekmeleddin İhsanoğlu’nun mahiyeti birçok muhalif kesim ve ilerici kamuoyu tarafından bilinmektedir. Ancak, özellikle bazı devrimci-demokrat kurum ve kuruluşların, çeşitli muhalif kesimlerin ve bizim de parçası olduğumuz HDK’nın da desteklediği Selahattin Demirtaş’ın adaylığı ile ilgili olan kısım, yazı çerçevesinde üzerinde duracağımız kısımdır.

Zira boykot politikası ve bu çerçevede sandığa gitmeme çağrısı, objektif olarak Selahattin Demirtaş’ı da kapsamaktadır. 90 yıllık faşist TC tarihindeki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin tek demokrat adayı olan Demirtaş’ın da aday olduğu bir seçimde, neden boykot çağrısı yaptığımız, neyi ve kimleri boykot ettiğimiz ve temel ajitasyon-propaganda çalışmalarımızla kitlelere giderken bu meseledeki yaklaşımımızın ana hatlarını belirginleştirmemiz elzem bir ihtiyaçtır.

 

Cumhurbaşkanlığının siyasal pozisyonu

Burada ilk olarak açmamız gereken nokta, Cumhurbaşkanlığının nesnel durumu ve misyonu ile birlikte anayasada tariflenen şekli ile alakalıdır. Zira ülkemiz özgülünde Cumhurbaşkanlığı, özellikle 12 Eylül Anayasası ile de birlikte, çerçevesi daraltılan ve yasama sürecinde daha tali pozisyona itilen bir siyasal erk halindedir. Bu hal ile hareket alanının darlığına ek olarak devletin ve onun ordusunun başı olması da bu irite edici pozisyonu perçinlemektedir.

Devrimciler, komünistler açısından belirleyici olan parametre ise, bir yerin-pozisyonun demokratik muhalefetin üretilip üretilemeyeceği yönündedir. Geçtiğimiz genel seçimlerde HDP-BDP adaylarını desteklerken bu nokta temel parametrelerimizden birisiydi. Ki, BDP-HDP’li milletvekillerinin toplumsal muhalefet karşısındaki konumlanışları ve bu muhalefete katılım düzeyleri, bu yaklaşımımızın isabetliliğini göstermektedir. Ancak Cumhurbaşkanlığı, nesnel pozisyonu itibari ile bu alandan bir hayli uzaktır.

Yasama sürecindeki etkisizliğinin yanı sıra, pozisyon olarak “devletin başı” oluyor oluşu ve “halk seçecek” söylemi ile “TC’ye demokrasi biçen hali”ne ek olarak, bahsettiğimiz demokratik bir muhalefetin üretilmesine zemin tanımayan çerçevesinden ötürüdür ki, seçimlere dâhil olma biçimimiz ve içeriği farklılaşmaktadır. Bu konuda yoldaş Lenin’in Duma’ya dair tartışmaları hatırlanmalı, Lenin’in 3 Haziran 1907’de 2. Duma’nın dağılmasının ardından “Duma’nın açılması” çağrısı yaparken de, sonraları Duma’yı boykot ederken de, dikkate aldığı parametreler hatırlanmalıdır.

Bahse konu ettiğimiz içerik Selahattin Demirtaş’ın, TC’nin 90 yıllık sözde demokrasi tarihindeki tek demokrat aday oluyor oluşundan bağımsız olarak, seçimlerde seçilecek pozisyonun misyonu, niteliği ve siyasal faaliyete sunduğu zemin ile ilgilidir. Ve bu çerçevede, seçimlerle birlikte seçilecek kişinin Cumhurbaşkanı olarak, başına geçeceği yerin TC devletinin başı olması, TC’nin kurumsal varlığının temsilciliğini yapması ve ek olarak da,  işgal ettiği yerin toplumsal muhalefete eklemlenmedeki uzaklığı ile paralel şekilde demokratik bir muhalefetin üretilmesine müsait olmayan zemini, boykot politikasını tartışırken parametrelerden birisidir.

 

Sistem krizinden demokrasi icat etmek…

Burada, üstteki tartışmaya paralel şekilde, bir noktanın daha aydınlığa kavuşturulması gerekmektedir. O da, Kürt Ulusal Mücadelesi ile temas şeklimiz ve bu çerçevede ittifak politikasını ne şekilde anlamlandırarak, bunun güncel seçimlerde nasıl karşılık bulduğu meselesidir.

UKKTH’nı kayıtsız-şartsız bir ilke olarak savunmamız ve ek olarak ulusal hareketleri desteklemeyi ve ittifak halinde olmayı önemsememiz, bu noktada ülkemiz özgülünde, Kürt Ulusal Mücadelesinin de kazanımlarına değer addetmemiz ve geçen yerel ve genel seçimlerde HDP-BDP’li adayları desteklememiz bazı muhalif kesimlerde, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de Demirtaş’ı destekleyeceğimiz yönlü bir beklenti ve algı yaratmıştır.

Burada belirtilmesi gereken nokta, Ulusal hareketleri ne biçim ve içerikte ve nereye kadar destekleyeceğimizdir. Zira, Ulusal Hareketlerin “demokratik özünün desteklenirken burjuva muhtevası ile ideolojik mücadelede olmak” Lenin ve Stalin yoldaşların tespitleridir. Bunun somut karşılığı olarak, ikili bir içerik taşımaktadır.

İlk yönü, demokratik özünü destekleme tavrına da paralel şekilde, sokak muhalefetini ve kitle hareketinin tüm biçimlerini kapsamaktadır. Ulusal soruna dair politika üretmedeki eksikliklerimizi kapatacağımız yer de, destek tavrımızın somutluk kazanacağı eksende buradadır.

İkinci yön ise, egemen sınıfların çelişkilerinden faydalanarak çeşitli kazanımlarda bulunmak, en demokratik taleplerin bile esaslı devrim meseleleri olduğu ülkemiz gerçekliğinde, egemen sınıfların politik krizlerinden “demokratikleşme” üretmekle ilintilidir. Cumhurbaşkanlığı seçimleri sürecinde, esas anlamda boykot ettiğimiz yer de burasıdır. Zira, 90 yıllık tarihi Kemalist-faşizm ile örülen TC gerçekliğinde, en demokratik taleplerin dahi gerçekleştirilmesinin yolu-yöntemi geniş kitlelerin örgütlenmesi ve talepler için mücadele edilmesinden geçmektedir. Somut karşıtlığını savaş ve silahlı mücadele ile devletin bertaraf edilmesinde bulan bu durum, ülkemizdeki faşizmin süreklilik hali ile ilintiliyken, devletin ve güncelde AKP’nin yaşadığı politik krizden demokratikleşme çıkarma çabası, objektif olarak o krize ve ihtiyaçlara cevap olmayı, devlet ile konsensüs yaratmayı koşullamaktadır. Ki seçimler özgülünde boykot tavrı verirken, yöntem olarak sahiplenmediğimiz içerik de burasıdır.

HDP-BDP’nin bu süreçte ele alışı da, bu içeriğin çok ötesinde değildir. Bilinmektedir ki, AKP, Gezi İsyanı günlerinden beri bir yönetememe krizi içerisinde debelenmektedir. Bu derekede, BDP-HDP’nin kazanım çıkartmak uğruna yönelimi, stratejik kurgusuna da uygun şekilde, sistemle uzlaşmak, onun düştüğü kuyuya el uzatarak çıkartmak şeklinde olmuştur. Yaklaşan seçimlerle birlikte de, bir yandan Selahattin Demirtaş “iki aday da ilkelerimizin kenarından bile geçmiyor” derken, öbür yandan ise, AKP’nin “çözüm yasası” adı altında çıkarttığı yasal düzenlemeler vb pratikler ise hali hazırda karşımızdadır. Bu çerçevede, Demirtaş’ın aldığı-alacağı her oy genel demokrasi cephesinin yararınadır ancak bu oyların, sistemin krizinden demokrasi çıkartmak noktasında işlevsellik kazanacağı ve pazarlık masasında el güçlendiren bir durum yaratacağı da aşikardır. Ve içinden geçtiğimiz ülke ve bölge gerçekliğinde esas yön de burasıdır. Bizler açısından ise, sonuçları ve yöntem olarak benimsemediğimiz kısım da burasıdır.

Boykot pratiği ile şovenizme set olalım!

Toparlarsak eğer, yaklaşan seçimlere hangi ambians içerisinde girdiğimiz malumdur. Gezi İsyanı günlerinden beri depremleri dinmeyen AKP’nin yönetememe krizi, Ortadoğu’da tekeri çamura saplayan pratiği ile boyut kazanmakta, yaklaşan ekonomik kriz ile birlikte derinleşme eğilimi göstermektedir. Ek olarak, emperyalist emellere cevap olma noktasında sorunlar yaşayan ve bu nedenle de efendilerinin güveninin kaybeden ahvali ile AKP’ye yine aynı emperyalist odaklardan doğru Ekmeleddin İhsanoğlu gibi alternatifler ihraç edilmektedir. Bu tablo içerisinde, kurumsallaşma düzeyini arttırarak başkanlık sistemine yürümek isteyen AKP’nin karşısındaki en net tehlike ise, kitlelerin artan politik ilgisi ve Gezi ile birlikte gelişen yaşamlarına ve geleceklerine sahip çıkma arzusudur.

Gezi İsyanı’ndan Rojava devrimine kadar, güncel politik gelişmeler içerisinde AKP’yi köşeye sıkıştıran bu kitle ayağı, bugün Cumhurbaşkanlığı seçimleri ile birlikte sandığa gömülmek istenmektedir. Egemen sınıfların, Türkiye’de ve Türkiye Kürdistanı’nda kitlelerin ulusal ve demokratik taleplerini, gelecek ve özgürlük arayışlarının sokak ayağını tasfiye etmeye, çözüm adresi olarak sistemin yöntemlerini gömmeye yönelen bu tablo, bizler açısından baştan aşağı reddedilmesidir.

Eğer ülkemizde, bir “demokratikleşme”den bahsedeceksek, bizler açısından bunun karşılığı toplumsal örgütlülüklerin yaratılması ve kitlelerin aktif siyasal özneler olarak sokakta olmasını koşullamaktadır. Egemen sınıfların-kliklerin kendi çelişkilerinden doğru icat edilecek demokratik kazanımların “demokratikleşme” sağlamayacağı aksine, demokratikleşmenin bir devrim meselesi olduğu, ancak ve ancak sistemin sunduklarını reddedilerek propaganda edilebilir.

Tam da bu nedenledir ki, boykot sürecini örerken, politik pratiğimizin yönü, kitlelerin sokak ayağının büyütülmesi, hiçbir şoven hataya mahal vermeden,  barındırdığı devrimci potansiyelden ötürüdür ki, Kürt emekçi kesimlerinin sistemin karşısına çıkartılmasını hedeflemelidir.  Kitlelerin denizine dalmadan, onlar arasında aktif ve görünür bir çalışma yürütmeden ve düzeni teşhir etmeden geçirilecek bir boykot süreci bu ihtiyaca ve yönelime cevap olamayacaktır.

91929

Partizan'dan

Partizan'dan; Gündem ve güncel gelişmelere ilişkin politik açıklama ve yazılar. 

Partizan'dan

Halka Nasıl Yaklaşacağız?

Milyonlar açlık ve yoksulluk içinde, demokratik haklardan yoksun, özgürlük kırıntılarına bile muhtaç bir durumda yaşıyor. Haksızlık, hukuksuzluk ve adaletsizlik karşısında kitleler ya seslerini yeterince yükseltememekte ya da sınırlı sayıda insanla zulüm karşısında direnmeye çalışmaktadır. Birbirinden bağımsız, sınırlı direniş güçlerinin mücadele ettiği süreci yaşıyoruz. Damlaların derelere, derelerin nehirlere, nehirlerin bendlerini yıkacak duruma gelme ihtiyacı var.

“Kuruluşunun 100. Yılında TC’nin Diğer Yüzü Türkiye’de Ulusal Azınlıklar Sorunu”*

Türkiye’de ulusal sorun ve azınlıklar meselesini incelerken nasıl bir ülkede yaşadığımız, ülkeyi hangi sınıfların yönettiği, ulusların hangi tarihi koşullarda ortaya çıktığı, ulusal sorunun ekonomik ve politik nedenlerini açıklamak durumundayız.

Ulus, tarihsel olarak meydana gelmiş, ortak bir dil, ortak bir pazar, ortak bir kültür birliği ve ortak bir ruhi şekillenmende ifadesini bulan istikrarlı bir insan topluluğudur. Ulus, sadece tarihi bir kategori değil bir çağın, yükselen kapitalizm çağının ortaya çıkardığı bir olgudur.

Yüz yıllık çakma Türk devleti (Nubar Ozanyan)

Aradan bir asır geçmesine, tarihin yaprakları değişmesine karşın Türkiye Cumhuriyeti temelde bir değişime gitmeden dün olduğu gibi imha ve inkar zihniyetiyle yaşamaya, Orta Çağ’ın karanlığında kalmaya devam ediyor.

Fetih ve işgallerden, zulüm ve soykırımdan başka övünülecek bir tarihi, Hitler faşizmine örnek olmaktan başka bir başarısı olmayan TC, ceberut devlet olma niteliğinden hiçbir şey kaybetmeden yüzüncü yılını kutluyor.

Aşk Her Şeyi Affeder mi - Partiler Neden Diktatör / ERGÜN ASLAN

Klasik emperyalizmle modern emperyalizm arasında çeşitli proletaryaların ve (komprador) sınıfların olduğu bir memlekette modern proletaryaların partisinin birliğinin ve özgürlüğünün yegane (ve yegane) güvencesinin yerel yönetimlerin özerkliğe varabilecek kadar geniş demokratik haklara sahip olmaları olduğu bilgisini kim inkar edebilir ki.

Üüüü.... üüüü....

Ya.... ya...

Bir insan aldığı görevden başka her şeyi konuşur mu.

Hom... hom.. hom...

Bunlar... bunlar... daha çok....

 Filelerin sultanlarını karşımıza çıkarırlar.

 Daha çok...

Rojava, Filistin, Karabağ: İşgal, Yıkım ve Direniş (Yorum)

Ortadoğu tarihi boyunca yer küremizin en çatışmalı bölgelerinden biri olmuştur. Bölgenin stratejik konumu, uygarlığın gelişim düzeyi, baskıya, sömürüye dayalı dış müdahaleler için güçlü zeminler sunmuştur. Kuşkusuz bölgedeki iç çelişkiler ve çatışmalar da her zaman dış müdahaleleri kolaylaştırmıştır. Özellikle dinsel ve mezhepsel çatışmalar hem çağdaş temelde toplumsal gelişmeleri frenlemiştir hem de bölgeyi dış saldırılara açık hale getirmiştir. Bu nesnel zemin üzerinde toplumsal çürümeler, işbirlikçi ilişkiler ve itaat kültürü bir yaşam tarzına dönüştürülmüştür.

“Hamas-İsrail Çatışmasında” İtidal Çağrısı Yapmak…(Polemik)

Filistinli 14 direniş örgütünün, 7 Ekim günü “Aksa Tufanı” adıyla İsrail devletine yönelik operasyonu, başta Ortadoğu olmak üzere tüm dünyada büyük bir yankı uyandırdı. Hamas gibi İslamcı örgütlerin yanısıra ve de Filistin Halk Kurtuluş Cephesi, Filistin Demokratik Halk Kurtuluş Cephesi gibi Marksist eğilimli hareketlerin de yer aldığı hamle, Siyonist İsrail’in tarihi boyunca aldığı en büyük darbelerden biri olarak kayıtlara geçti. Sözkonusu direniş, kısa sürede dünyanın dört bir yanında devrimci, ilerici güçler nezdinde çok ciddi saflaşmaları da beraberinde getirdi.

“Çizgimiz Nubar Ozanyan’dır!” (Deniz Aras)

7 Ekim sabahı Filistin Ulusal Direnişi’nin Siyonist İsrail işgalciliğine ve zulmüne karşı “Aksa Tufanı Operasyonu” başlatması başta siyonizm olmak üzere bölge gerici devletleri ve siyonizme koşulsuz destek veren emperyalistlerde şok etkisi yarattı.

Hamas öncülüğünde başlatılan ve aralarında Filistin Ulusal Hareketi’nin tarihsel öznelerinden Filistin Halk Kurtuluş Cephesi gibi devrimci örgütlerin de yer aldığı “Operasyon Odası” tarafından yönetildiği açıklanan bu hamle, tüm dünyada olduğu gibi coğrafyamızda da tartışmalara yol açtı.

Yerini Bulan Her Vuruş Acı Verir!

Komünist partileri yaptıkları eylemleri kamuoyuna açıkladıkları gibi, yanlış yaptıkları eylemleri de kamuoyuna açıklar ve özeleştirisini yaparlar. Yanlış eylemlerin özeleştirisinin yapılması, o partinin dürüstlüğünü gösterir ve bu tür özeleştiriler kitlelere ve parti kamuoyuna güven verir.

Arif Alıç, 1978 yılında Hıdır Aykır ile Bayrampaşa  Hapishanesinden kaçtı. Parti tarafından kırsal (Dersim) alana gönderildi. 1981 yılının ortalarında, TKP/ML üyesi bir kişi tarafından öldürüldü.

Bu makaleyi, yazarken ölüm haberini aldığım, sevgili yoldaşım Turan Talay'ın anısına adıyorum.

Türk Tekelleri Afrika'yı Çok Çooook Sevdi!

TKP-ML Ortadoğu Parti Komitesi:Faşizm Ve Siyonizm Kaybedecek, Filistin ve Rojava Kazanacak!

Ortadoğu ezilen halklarının ezeli düşmanları olan Faşist T.C. ve Siyonist İsrail devletlerinin halklara yönelik saldırıları ile ezilen Rojava ve Filistin halklarının direnişine şahit oluyoruz. Bu gerici güçler, tüm teknolojik üstünlük ve emperyalist devletlerden tam destek görmelerine rağmen, Filistin ve Rojava halklarının direncini, mücadele kararlılığını kıramıyorlar. Egemenlerin tüm saldırılarına rağmen belirleyici olan yine halkın öz direnişi ve kararlılığı oluyor. Filistin ve Kürdistan halkları; İsrail Siyonizmine, T.C.

Arstahk: “Biz Beyaz Bayrak Kaldırmayız!”

Ermeni halkının soykırım ve tehcir tarihine bir yenisi daha eklendi. 1915 bitmedi. Bu kez TC destekli Azeri faşizmi eliyle utanç dolu katliam gerçekleşti. 19 Eylül günü Karabağ’ın (Arstahk) Başkenti Istepanagerd başta olmak üzere Karabağ’ın dört bir yanına saldırılar başlatan Azeri işgalcileri, saldırının birinci günü tamamlanmadan aralarında kadın ve çocukların da olduğu 35 kişiyi öldürüp yüzlerce sivil insanı yaraladı.

Sayfalar