Perşembe Mayıs 16, 2024

Ճշմարտություն մարտիկներն են ապրում! Şervanên rastiyê dijîn! Hakikat savaşçıları yaşıyor!

Üzerinde yaşadığımız coğrafyada savaşlar, göç, hastalık, açlık hiç eksik olmamış aksine ivmesi her geçen gün hızla yükselmektedir. Bereketli topraklar paylaşım savaşında emperyalist haydutlar tarafından kan gölüne çevrilirken bütün acı, gözyaşı ve savaşın faturası en ağır biçimde burada yaşayan mazlum halklara ödetilmiştir/ödetilmektedir.

Büyük Felaket ile yurdundan imha edilerek dağılan Ermenilerden sonra bu kez sırada Filistin halkı vardı. Filistinliler Büyük Felaket (El Nakba) ile yüz yüze kaldı.1948 yılında Filistin halkının topraklarını işgal ederek kurulan İsrail devleti,70 yıldır Filistin halkına zulmetmekten geri kalmadı. Milyonlarca Filistinli çeşitli ülkelere göç ederek mülteci konumunda yaşamaktadır. Bir gün vatanlarına, topraklarına, evlerine dönebilmenin kavgasını veren Filistinliler bugün yine bir kez daha katliama maruz kalıyorlar. Yine başka bir halk olan Kürtler önce dört parçaya bölünmüş, ancak ulusal birlik rüyası asla son bulmayan ve bunun çabasında olan Kürtlere dönük katliamlar devam ederken Kürt sorunu dört parçada devletlerin “güvenlik politikalarının” baş gündemine oturmuştur.

Her sınıf, iktidar ve mücadele yürüten örgütlenme ya halka ya burjuvaziye hizmet eder. Bunun arasında üçüncü bir yol olmamış, bundan sonra da olmayacaktır. 1,5 milyon Ermeni’nin ölümü ile sonuçlanan Ermeni Soykırımı’nı kabul etmemek, tarih ile yüzleşmemek, Kürtlerin varlığını inkar etmek, UKKTH savunmamak, reddetmek bugün yaşanılan krizlerde devlet açısından hep bir sorun dinamiği olarak ele alınmıştır. Dolayısıyla bu konuda hak ve özgürlükleri savunmak, Ermeni ile Kürt sorunu karşısında mazlum halkların mı yoksa soykırımcı, talancı bir geleneğin yanında mı olduğumuzu belirleyecektir.

İttihat ve Terakki yöneticileri Talat-Enver-Cemal üçlüsünün önderliğinde gerçekleşen gizli toplantılarda “Hıristiyanların tasfiye edilerek Anadolu’nun Türkleştirilmesi” için raporlar hazırlandı. Uygulamaya konuldu. 3 bin yıldır bu topraklarda yaşayan bir ulus olarak Ermeniler 1.5 milyon insan katledilip, bir o kadarı da sürgünlere yollanılarak bu politikalar doğrultusunda soykırıma uğratıldılar. Soykırıma giden yolun örgütlenmesi ise Teşkilat-ı Mahsusa’nın kurulması ile başladı. İlk önce cezaevlerinden bulunan katil, ağır suçlu kişiler özel afla serbest bırakıldılar. Kafkaslardan, Balkanlardan gelen muhacirler Teşkilat-ı Mahsusa etrafında silahlandırıldı. 15-60 yaş arasında olan Ermeni erkekler seferberlik adı altında toplanarak yol inşaat gibi işlerde çalıştırıldı. Soykırım planının uygulanması için erkek Ermeniler etkisizleştirildi.

Balkanlar ile Afrika’da kontrolden çıkan, Doğu’da Rusların işgal ettiği topraklar Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı arifesinde Osmanlı’nın kötü olan durumunun ağırlaştığına işaret ediyordu. Hakimiyeti altındaki bütün toprak parçalarını kaybetmenin vermiş olduğu dürtü ile elindeki toprakları da kaybetmemek için yeni yol ve yöntemler bulma çabasına itiyordu bu egemenleri. Her ne kadar bu yeni yol ve yöntemler ulus ve azınlıkların kanlı bir şekilde sürülmesini, coğrafyanın acıların coğrafyasına dönüştürülmesine neden olsa da… Bunun için Talat-Enver-Cemal üçlüsü, Ermenilerin bölgeden uzaklaştırılması için Kanlı Tehcir planını uygulamaya koydu.

1915’te İçişleri Bakanı olan Talat Paşa Halep Valisi’ne gönderdiği genelgede şöyle diyordu: “Hükümet’in Türkiye’de yaşayan mevzu bahis insanları tümüyle yok etmeye karar verdiği konusunda bilgilendirilmiş bulunuyorsunuz. Önlemler ne kadar trajik olursa olsun varlıkları ortadan kaldırılmalıdır. Yaşa, cinsiyete, bakılmadan vicdan muhasebelerine girişilmemelidir.” Bu emir, tüm coğrafyada söylemin kesinliğine ek vicdansızlıklarla birleşerek yürürlüğe konuldu. Muhtemelen planın kurucularına bile parmak ısırtacak şekilde “vicdan muhasebesine girişmekten” uzak bir şekilde hem de!

Binin üzerinde Ermeni halkının önderleri bir şafak vakti evlerinden alınarak tutuklandılar. Ayaş, Çankırı ve Çorum’a sürüldüler. Yine en değerli sosyalist devrimci Hınçak Partisi önderleri 15 Haziran 1915’te Beyazıt Meydanı’nda idam edildiler.

 24 Nisan 1915’ten 24 Nisan 1972 Manifestosu’na…

24 Nisan1915 Büyük Felaketi Osmanlı hegemonyası altında bulunan Suriye topraklarında tamamlanmıştır. Mardin, Diyarbakır ve Urfa üzerinden gelen kafileler El Bab, Resul Ayn, Halep, Rakka ve cehennem olarak bilinen Der Zor çöllerinde bulunan Meskene, Dipsi gibi kamplarda 300 bin Ermeni’nin ölümü ile sonuçlanmıştır. Der Zor Kaymakamı Salih Zeki, Zor soyadını bu şehirden almıştır. Talat Paşa’dan gelen emirler doğrultusunda hareket ederek 200 binden fazla Ermeni’nin kanına girmiştir. Katliamlardan sonra durmamış, Bakü’ye geçmiş, kendini gizleyerek TKP’nin kuruluşunda yer almıştır. Daha ileri giderek Kemalistlerle Mustafa Suphiler arasında diyalog sağlayarak Suphilerin Karadeniz’de hunharca öldürülmesinde önemli rol oynamıştır.

Ermeni ulusunun yok edilmesinden sonra iktidarı ele geçiren yeni cumhuriyet Türkiye’sinde Kemalistler Kürt isyanları ile karşı karşıya geldiler. 1921 Koçgiri,1925 Şeyh Sait, 1928 Ağrı, 1930 Zilan,1938 Dersim İsyanları ve PKK’nin kuruluşuyla bugün doruk noktasına ulaşan Kürt halk hareketinin kökenleridir u isyanlar. Koçgiri halk hareketi, Cumhuriyet tarihinde ilk Kürt ayaklanması olması bakımından ö nemlidir. Eski bir İttihatçı olan Sakallı Nurettin Paşa “Zo’ları hallettik, sıra Lo’larda” diyerek, bu halk hareketini bastırmaya gelmiştir. Ermeni ve Rumlara yönelik gaddarlık ve zalimlikleri ile ün yapmış Nurettin Paşa aynı zamanda İzmir yangınının planlayıcısındandır.

Son olarak Ermeni soykırımından sonra Kemalist dönemin en barbar katliamlarından biri olarak Dersim soykırımını saymalıyız.1937-38 yılında Seyit Rıza ile 6 arkadaşının idamı ile sonuçlanan Dersim Tertelesi, ulus devlet projesinin hayata geçirilmesinin önünde Dersim coğrafyasındaki azınlık ve inanç zenginliğinin, Kızılbaş kimliğinin engel olarak görülmesi, 1915 soykırımında 20 bin Ermeni’ye kucak açan, koruyan, gizleyen Dersimlilere intikam duygusuyla hareket edilmiş olmasının sonucudur.

Kamuoyunda bugün de tartışılan, haklarında övgü ile söz edilen, ulusal kahramanlar olarak gösterilen Kuvay-i Milliyeciler Ermeni ve Rum katliamlarında yer almış, Teşkilat-ı Mahsusa’da görev almış eli kanlı birliklerdir. Ermenilerin mallarına, mülklerine el koyan bu çeteler aranan, cezaevlerinden salıverilen kesimlerden oluşmuştur. Bu çeteler için Mustafa Kemal, Kürt önderlere mektup göndererek “Ermeniler geri gelecek, kırım nedeniyle intikam alacaklar” şeklinde çağrılar yapmış, bu birlikler savaş sonrası yeniden sahneye çıkarılarak bu kez Kürt halkının katledilmesi planlarında yer almışlardır.

Çetelerden bazıları Marmara bölgesinde Dayı Mesut, Yahya Kaptan (ki kendisi Mustafa Suphileri Karadeniz’de hunharca öldürme emrini yerine getiren kişidir), Kara Aslan, İpsiz Receplerdir. Karadeniz’de Topal Osman’dır. Adana’da Avni Paşalardır. Bu gerçeği göremeyen bazı sol çevreler mahkeme savunmalarında verdikleri mücadelenin “ikinci kurtuluş savaşı”, kendilerinin de “ ikinci Kuvayi Milliyeciler” olduğunu söylemekte; bu gerçekleri görmezden gelmektedirler.

Mustafa Suphilerin ölümünden sonra yanlış bir politik hat izleyen TKP, tamamen Kemalistlerden medet umar duruma düştü. Kanla bastırılan Kürt ulusal hareketler için “Dersim’de feodal gericilik eziliyor” diyerek, bu katliamlara arka çıkmış, Kürt ulusal mücadelesine ta o vakitten Türk egemenler safında yer tutarak mesafesini koymuştur.1925 Şeyh Sait ayaklanması için söyledikleri “arkalarında İngiliz emperyalizminin parmağı var” söylemleri de bu duruşlarının başka bir göstergesi olmuştur. Bu 60 yıllık tarihi koşullanışın analizini yapan ve buradan radikal sonuçlara ulaşan komünist önder Kaypakkaya, 72 Manifestosu’nda bu dönemleri bu bilinçle kaleme almış ve genç yaşında Kürt meselesiyle komünist hareket arasına çekilen duvara güçlü bir darbe vurmuştur.

24 Nisan 1972 yılında kurulan Türkiye Proletaryası’nın öncü müfrezesi, kendi ismini, revizyonist-oportunist akımlar ile TKP’den kesin olarak farklı olduğunu göstermek için TKP/ML olarak ilan etmiştir. Kaypakkaya’nın günümüzde bu kadar güncel olmasının sebebi ileri sürdüğü tezlerin, sosyal pratik karşısında hala hayat buluyor olmasıdır. 60 yıllık aradan sonra bile hala sosyal şoven, milliyetçi akımlarla arasına kalın çizgi çekerek Kürt milli meselesi, Kemalizm tahlili, azınlıklar sorunu ile Ermeni soykırımı konularına verdiği önem ve bu konudaki devrimci tarih okuması hala değerini korumakta ve bugün Türkiye devrimci hareketinin bu konudaki kırılmalarına öncülük etmektedir.

Kuşkusuz Kaypakkaya’nın güncelliğini sürdürme konusunda kendi mücadelesi, tezleri, cüreti bir buz kırmakla birlikte, esasın, onun açtığı gediği büyüterek işçi sınıfının, ezilen cinsiyet, ulus, azınlık ve inançların üzerinden yükselen faşist Kemalist iktidara karşı aynı çizgiden mücadeleyi sürdürmek olduğu açıktır. Bunun güncel karşılığının ise Kürt meselesinde alınan tutumlar üzerinden değerlendirilmesi gerektiği açıktır.

Putin ile Erdoğan’ın eli kanlı

Dört parçaya bölünen Kürt ulusunun özgürlük ve bağımsızlık mücadelesi emperyalist ve uşaklarının uykularını kaçırırken Rojava Kürdistanı’nda Kürt halkının kazanımlarına tahammül edemeyen işgalci, soykırımcı Erdoğan “bedeli ne olursa olsun asla müsaade etmeyeceğiz” açıklamasında bulunarak faşist Kemalist iktidarın güncel kopyası olduğunu kanıtlamıştır bir kez daha. Ve tarihsel devlet refleksine sahip olduğunu göstermiştir.

Bu yüzden Kaypakkayacılar Kürt sorunu ve Rojava devrimine kayıtsız kalmamış, burada yerlerini almıştır. Bedel ödemekten çekinmemiştir. Komutanını şehit vermiştir. Tüm bu koşullarda Kaypakkaya geleneğinin tavırsız kalmaması, bu konuda tarihi misyonunu oynamak için adım atması, büyük idealleri olan bir hareket için olmazsa olmazları arasındadır. Herkesin umutla bu adımı beklediği bir sırada Kaypakkaya geleneği içinde yaşanan ayrılığın önemli bir gerekçesinin Rojava üzerinden olması acı bir durum olsa da tesadüfî değildir.

Kaypakkaya gibi Kürt meselesinde buz kırmış bir önderin ardılları olarak bu tür bir konuda böylesi bir ayrışmaya gitmek acı olan yan olsa da; bilimsel olan ve tesadüfi olmayan olgu ise Kürt meselesi gibi Kemalist faşist diktatörlüğün hedef tahtası gördüğü ve kalıtsal refleksler verdiği bir konuda “gri” duruşun kabul görmeyeceğidir. Yani Kürt meselesine dair güncelin hak ettiği net duruşu sergileyen/bu yönlü adımlar atanlar ise bundan uzak duranlar ve net olamayanların yan yana duramayacağı günlerin gelip çattığının göstergesi olmuştur bu ayrılık… Elbette bu “gri” duruşun altında yatan ideolojik olarak sahip olunan çizgidir. Kürt meselesine yaklaşımda Kaypakkaya’nın söylemlerini taklit etmenin bu gerçeğin önüne geçme durumu olmadığı, bu çizginin sahipleri dışında emekçi halklar nezdinde açıktır.

Her önüne gelenin “Suriye’nin toprak bütünlüğünden yanayız” açıklaması yapmasına karışın Suriye artık bölünmeye doğru gitmektedir. Rusya ile ABD arasında süregelen pazar kavgasında çelişkileri kullanarak Osmanlı hayallerini gerçekleştirmeye çalışan Türkiye, Zeytin Dalı ile Fırat Kalkanı işgal hareketleri ile Suriye’nin bir parçasına göz dikmiştir. Cerablus, El Bab, Azez’den sonra Efrin’i de işgal ederek iki yüz binden fazla Kürdü evlerinden, yurtlarından etmiş, çeteleri sahiplenerek faşist Kemalist diktatörlüğün hala ilk günkü reflekslerini koruduğunu göstermiştir.

Rusya ile yapılan kirli pazarlıklarda cihatçıların korunması karşılığında önce Halep boşaltıldı. Arkasından Guta’nın boşaltılması karşılığında Efrin’in işgal edilmesine müsaade edildi. Tüm dünyanın gözleri önünde cereyan eden ÖSO ve çetelerinin yağma, talan, linç, tecavüz olayları yaşandı. Halen devam eden çetelerin yaptıklarının siyasi sorumluları Erdoğan ile Putin’dir. ÖSO’yu öven Erdoğan çetelere “Suriye’nin Kuvayi milliyesi” demektedir. Yoksul Kürt halkının el konulan ganimetlerini “helal” diye teşvik eden, “Efrin’den aldığınız ganimetler size yeter” diyecek kadar, her şeyi alenen ortaya dökmektedirler.

Yüz yıl önceden yaşanan Ermeni trajedisi, bugün Erdoğan tarafından Kürtler üzerinden sürdürülmektedir. Talat Paşa’nın “bir tek Ermeni kalmasın” derken; Erdoğan da bugün çeteler, TSK, istihbarat üyeleri ve atadığı Valiler yoluyla “bir Kürt bırakmamaya” yeminli görünüyor.

Ancak egemenlerin durumları ve konumları bu şekildeyken buna karşı savaşanların durumları yüz yıl öncesinin aynısı değildir! Rojava devrimi sadece Kürt ulusunun mücadele yeteneğine ve olanağına bırakılamayacak denli enternasyonalist mücadelenin odak noktası olmuştur. Jack Klebs (ABD), Alina Sanchez (Arjantin), Anna Campbell (İngiliz), Haukur Hilmarson (İzlanda), Samuel Prada Leon (Fransa), Olivier Francois Jean (İspanya), Sjoerd Heeger (Hollanda), İvana Hoffman (Almanya), Jac Holmes (İngiliz), Oliver Hall (İngiliz), Ryan Logic (Britanya), Robert Gradt (ABD), Soro Zinar (Britanya), Luke Ruttler (İngiliz), Paolo Todd (ABD), Michael Israel (ABD), Anton Leschek (Almanya), Antonio Cassun (Kanada), Ramon Maria Rull Linhoff (İspanya)’lar bu uğurda boşuna şehit düşmemişlerdir.

Türkiyeli devrimcilerin burada konumlanışı, halkların birleşik mücadelesi için bedel ödeyişi bu konuda üzerlerine düşen görevleri yerine getirme çabalarının göstergesi olmuş ve yüz yıllık faşist diktatörlük karşısında Kürt ulusunun yüz yıl önceki kaderle yeniden yüz yüze gelmesine karşılık direnişin adı olmuşlardır. Bu uğurda ölümsüzlüğe uğurladığımız hakikat savaşçıları Ulaş Bayraktaroğlu, Gökhan Taşyakan, Ulaş Adalı, Doğan Kırefe, Mehmet Kurmaz, Muzaffer Kandemir, Destan Temiz, Hasan Ali, Ayşe Deniz Karacagil, Bayram Ali Akdeniz, Nurhak Can, Taylan Demircioğlu, Sinan Ateş, Zeynel Seyid Rıza, Özgür Avaroni, Tiraj Alişer, Suphi Nejat Ağırnaslı, Nubar Ozanyan, Rıfat Horozlar bu hakikat savaşında her daim var olmaya devam edeceklerdir!

38520

Partizan'dan

Partizan'dan; Gündem ve güncel gelişmelere ilişkin politik açıklama ve yazılar. 

Son Haberler

Sayfalar

Partizan'dan

Yalım Nubar’dan Ozanyan Nubar’a Süren Hikaye Bizim!

Botan’dan Yozgat’a dek uzanan toprakların bağrından çıkıp İstanbul Ermeni yetimhanelerinde okumaya gelip, orada bilge önder İbrahim Kaypakkaya yoldaşın devrimci görüşleriyle tanışan ve tutkuyla bağlanan yoksul Ermeni çocukların hikayeleridir, Ermeni devrim şehitlerimizin hikayeleri.

Onları doğdukları topraklardan koparıp buruk ve sancılı bir şekilde İstanbul yollarına düşüren tarihsel gerçeklerin yanında yokluk ve yoksulluktur da. Onları İstanbul yolculuğuna çıkaran çaresizlik, yalnızlık, sahipsizliktir.

Mısır'ı Mesken Tutan Türk Tekelleri

Deutsche Welle (DW)'de Aram Ekin Duran'ın, „Türk Şirketleri Mısır'a Kaçıyor“ adlı bir haberi yayınlandı. Sıradan bir haber gibi gözüküyor, ama, Türkiye ekonomisinin ve Türk devletinin niteliğini araştıranlar, sorgulayanlar için küçük bir haber olmaktan öte bir anlam taşıyor. Özellikle de kendine ML ve Maoist diyen komünist örgütler için daha fazla önem taşıması gerekiyor.

Hesaplaşma mı? Kutlama mı?

Faşist TC devleti hem ülke içinde hem de bölgesel düzeyde, resmi ve sivil militarist güçleriyle başta Kürt halkı olmak üzere demokrasi ve özgürlükten yana olan herkesi yok etmek ve devlet terörüyle susturmak için çalışmaya devam ediyor. Bu süreç aynı zamanda TC’nin kuruluşunun da yüzüncü yıl dönümüdür.

TC, yüz yıl önce Osmanlı yıkıntıları üzerinde tekçi bir zihniyetle kuruldu. Ermeni soykırımında, diğer azınlık halkların yok edilip sindirilmesinde aktif rol alan ittihatçı birçok ırkçı kadro da kuruluş sürecinde rol aldı.

Halka Nasıl Yaklaşacağız?

Milyonlar açlık ve yoksulluk içinde, demokratik haklardan yoksun, özgürlük kırıntılarına bile muhtaç bir durumda yaşıyor. Haksızlık, hukuksuzluk ve adaletsizlik karşısında kitleler ya seslerini yeterince yükseltememekte ya da sınırlı sayıda insanla zulüm karşısında direnmeye çalışmaktadır. Birbirinden bağımsız, sınırlı direniş güçlerinin mücadele ettiği süreci yaşıyoruz. Damlaların derelere, derelerin nehirlere, nehirlerin bendlerini yıkacak duruma gelme ihtiyacı var.

“Kuruluşunun 100. Yılında TC’nin Diğer Yüzü Türkiye’de Ulusal Azınlıklar Sorunu”*

Türkiye’de ulusal sorun ve azınlıklar meselesini incelerken nasıl bir ülkede yaşadığımız, ülkeyi hangi sınıfların yönettiği, ulusların hangi tarihi koşullarda ortaya çıktığı, ulusal sorunun ekonomik ve politik nedenlerini açıklamak durumundayız.

Ulus, tarihsel olarak meydana gelmiş, ortak bir dil, ortak bir pazar, ortak bir kültür birliği ve ortak bir ruhi şekillenmende ifadesini bulan istikrarlı bir insan topluluğudur. Ulus, sadece tarihi bir kategori değil bir çağın, yükselen kapitalizm çağının ortaya çıkardığı bir olgudur.

Yüz yıllık çakma Türk devleti (Nubar Ozanyan)

Aradan bir asır geçmesine, tarihin yaprakları değişmesine karşın Türkiye Cumhuriyeti temelde bir değişime gitmeden dün olduğu gibi imha ve inkar zihniyetiyle yaşamaya, Orta Çağ’ın karanlığında kalmaya devam ediyor.

Fetih ve işgallerden, zulüm ve soykırımdan başka övünülecek bir tarihi, Hitler faşizmine örnek olmaktan başka bir başarısı olmayan TC, ceberut devlet olma niteliğinden hiçbir şey kaybetmeden yüzüncü yılını kutluyor.

Aşk Her Şeyi Affeder mi - Partiler Neden Diktatör / ERGÜN ASLAN

Klasik emperyalizmle modern emperyalizm arasında çeşitli proletaryaların ve (komprador) sınıfların olduğu bir memlekette modern proletaryaların partisinin birliğinin ve özgürlüğünün yegane (ve yegane) güvencesinin yerel yönetimlerin özerkliğe varabilecek kadar geniş demokratik haklara sahip olmaları olduğu bilgisini kim inkar edebilir ki.

Üüüü.... üüüü....

Ya.... ya...

Bir insan aldığı görevden başka her şeyi konuşur mu.

Hom... hom.. hom...

Bunlar... bunlar... daha çok....

 Filelerin sultanlarını karşımıza çıkarırlar.

 Daha çok...

Rojava, Filistin, Karabağ: İşgal, Yıkım ve Direniş (Yorum)

Ortadoğu tarihi boyunca yer küremizin en çatışmalı bölgelerinden biri olmuştur. Bölgenin stratejik konumu, uygarlığın gelişim düzeyi, baskıya, sömürüye dayalı dış müdahaleler için güçlü zeminler sunmuştur. Kuşkusuz bölgedeki iç çelişkiler ve çatışmalar da her zaman dış müdahaleleri kolaylaştırmıştır. Özellikle dinsel ve mezhepsel çatışmalar hem çağdaş temelde toplumsal gelişmeleri frenlemiştir hem de bölgeyi dış saldırılara açık hale getirmiştir. Bu nesnel zemin üzerinde toplumsal çürümeler, işbirlikçi ilişkiler ve itaat kültürü bir yaşam tarzına dönüştürülmüştür.

“Hamas-İsrail Çatışmasında” İtidal Çağrısı Yapmak…(Polemik)

Filistinli 14 direniş örgütünün, 7 Ekim günü “Aksa Tufanı” adıyla İsrail devletine yönelik operasyonu, başta Ortadoğu olmak üzere tüm dünyada büyük bir yankı uyandırdı. Hamas gibi İslamcı örgütlerin yanısıra ve de Filistin Halk Kurtuluş Cephesi, Filistin Demokratik Halk Kurtuluş Cephesi gibi Marksist eğilimli hareketlerin de yer aldığı hamle, Siyonist İsrail’in tarihi boyunca aldığı en büyük darbelerden biri olarak kayıtlara geçti. Sözkonusu direniş, kısa sürede dünyanın dört bir yanında devrimci, ilerici güçler nezdinde çok ciddi saflaşmaları da beraberinde getirdi.

“Çizgimiz Nubar Ozanyan’dır!” (Deniz Aras)

7 Ekim sabahı Filistin Ulusal Direnişi’nin Siyonist İsrail işgalciliğine ve zulmüne karşı “Aksa Tufanı Operasyonu” başlatması başta siyonizm olmak üzere bölge gerici devletleri ve siyonizme koşulsuz destek veren emperyalistlerde şok etkisi yarattı.

Hamas öncülüğünde başlatılan ve aralarında Filistin Ulusal Hareketi’nin tarihsel öznelerinden Filistin Halk Kurtuluş Cephesi gibi devrimci örgütlerin de yer aldığı “Operasyon Odası” tarafından yönetildiği açıklanan bu hamle, tüm dünyada olduğu gibi coğrafyamızda da tartışmalara yol açtı.

Yerini Bulan Her Vuruş Acı Verir!

Komünist partileri yaptıkları eylemleri kamuoyuna açıkladıkları gibi, yanlış yaptıkları eylemleri de kamuoyuna açıklar ve özeleştirisini yaparlar. Yanlış eylemlerin özeleştirisinin yapılması, o partinin dürüstlüğünü gösterir ve bu tür özeleştiriler kitlelere ve parti kamuoyuna güven verir.

Arif Alıç, 1978 yılında Hıdır Aykır ile Bayrampaşa  Hapishanesinden kaçtı. Parti tarafından kırsal (Dersim) alana gönderildi. 1981 yılının ortalarında, TKP/ML üyesi bir kişi tarafından öldürüldü.

Sayfalar