Cumartesi Nisan 20, 2024

BİZ SÜRGÜNLER "MAĞDUR"DEĞİLİZ.

Faşizme, faşist diktatörlüğe karşı verdiğimiz özgürlük, demokrasi ve bağımsızlık mücadelesinde biz haklı, doğru ve onurlu bir mücadele yürüttük.  12 Eylül askeri faşist diktatörlüğü de bu mücadelemizin bir parçasıydı. Neticede güçler dengesi ve bazı yanlış stratejik ve taktik hatalarımız bizlerin yenilgisine sebep oldu. Aradan geçen 35 yıllık uzun bir zaman dilimi dahi, hala 12 Eylül faşizminin kanlı- katliam, işkence ve zulüm izlerini üstümüzden silip atamadı.

       Türkiye ve Kürdistan halkının üzerinde hala 12 Eylül faşist anayasası kanunları hüküm sürmektedir. Yargı-yasama ve yürütmede hala 12 Eylül kanunları geçerlilik taşımaktadır. Bu sebeple biz sürgünler bu faşist yasaların ortadan kaldırılması, demokrasi ve özgürlüklerin kazanılması, ülkemizde hüküm süren her türlü bağımlılığın son bulması mücadelesini vermekteyiz. Bundan da asla vaz geçmeyeceğiz.

    Yukarıda da belirtiğim sebeplerden dolayı biz mağdur değiliz. Ülkemizi yaşam koşullarımız elimizden alındığından dolayı zorla terk etmek zorunda bırakıldık. Bu anlamda ülkemizden kaçtık. Ülkemizde kalma veya yaşama koşulları ortadan kalkmıştı. Bu şu anlama geliyordu; faşizme karşı demokrasi, bağımsızlık ve özgürlük mücadelemizi sürgün bulunduğumuz ülkelerde aralıksız yürütecektik. Nihayetinde faşizme karşı mücadelemiz örgütlü veya örgütsüz olarak aralıksız devam ettirildi.  Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde devrimci güçler ve birey olarak politik sürgünler çok yönlü faaliyet, kampanyalarla Türkiye ve Kürdistan’da yürütülen demokrasi ve özgürlük mücadelesine azımsanmayacak katkılar sunuldu. Önemli ilerlemeler sağlandı. Faşizme esir düşen devrimcilerin yaşadıkları zulüm gündeme taşındı, işkenceler teşhir edildi. Yeterli miydi? Tabii ki hayır. Yaşadığımız şartlar ve koşullar bizleri yeni mücadele biçimleri yaratmaya, geliştirmeye yönlendirdi. Çünkü bizden önce de sürgünlük vardı, bizden sonra da devam edecektir. Emek sömürüsü devam ettiği, dil, din, ırk, cinsiyetçi ayrımcılığı devam ettiği sürece sürgünlük olacak, yaşanacaktır. Adaletsizliğin, sömürü ve zulmün olduğu yerde, ezilenler, sömürülenlere başkaldıracak özgürlük, demokrasi ve bağımsızlık isteyecek, bundan doğal bir şey olamaz.

   Geç kalınsa da, yüz binlerce sürgünün sorunlarını, mücadele ve taleplerini gündeme taşımak, 12 Eylül yasalarıyla, kanunlarıyla, yargılarıyla hesaplaşmak, demokrasi güçleriyle birlikte hesap sormada kendimizi birinci derecede muhatap görmekteyiz.

    Biz budan dolayı mağdur değil, bir tarafız. Sınıf mücadelesinde biz sürgünler ezilenlerin yanına yerimizi aldık, taraf olduk hala da ezilenlerin yanında yer almaktayız, mücadelemizi bu kapsamda yürütmekteyiz.

  Kaldı ki, biz sürgünler faşizmden, faşist diktatörlükten aman da dilenmiyoruz, af edilmeyi de beklemiyoruz. Çünkü biz sürgünler insanlık suçu işlemedik. Aksine insanlık suçu işleyen faşizme, faşist diktatörlüğe karşı meşru ve haklı bir zeminde mücadele yürüttük, bu mücadelede tereddütsüz yerimizi aldık. Aksine insanlık suçu işleyenlere karşı mücadele ettik.                                                       Ezilenlerin, insanlık hakları gasp edilenlerin, işkence ve baskıya uğrayanların, sorgusuz-sualsiz kaybedilenlerin, kurşuna dizilenlerin, insanlık onurunu savundukları için diri-diri yakılanların sesi olduk, en değme aydınların dahi sus-pus olduğu bir dönemde biz sürgünler susmadık, demokrasi ve özgürlük mücadelesi verenlerin yanında yerimizi aldık. Köyleri yakılanları, yerlerinden-yurtlarından sürülenleri, milliyeti, cinsiyeti, dili, rengi, inancı ve kültürel farklılığı yok sayılıp gasp edilenlerin sesini duyurmaya, onların sesi olmaya çalıştık. Eğer "suç "işlemişsek, işlediğimiz "suçları "zaten inkâr etmiyoruz, itiraf ediyoruz.

    Tamda bu sebeplerden kaynaklı yüz yıldır ülkelerinde yaşam hakları zorla ellerinden alınan, milliyetleri, dilleri, renkleri, kültürleri, inanç ve ibadetleri yok sayılan, zorla gasp edilen tekleştirilmeye ("tek ırk, tek dil, tek din, tek mezhep  ") çalışan, kültürel zenginlikleri yok edilen biz sürgünler tarafız, müdahiliz. Faşizmin tüm kurumlarıyla yargılanmasından ısrarlıyız, bundan asla vazgeçmeyeceğiz.

   Ülkemizde siyasi, toplumsal, ırksal, dinsel, kültürel, Cinsiyetçilik üzerine kurulu tüm faşist yargılamaları tanımıyoruz. Variyetiyle ülkemiz halklarına kan kusturan faşist yasamanın, yürütmenin, yargının tümden kaldırılmasını, istemekteyiz.  Ülkemizde ve yurt dışında faşist yasalarca yargılamaların şartsız -koşulsuz iptal edilmesini istiyoruz. Asıl yargılanması gerekenlerin faşist yasamayı, yargıyı, yürütmeyi ülkemizin başına bela edenlerdir.

    Ülkemizde yaşayan halklarımızın din, dil, ırk, milliyet, cinsiyetçi ayrımcılığın olmadığı, tam eşitlik üzerine kurulu yeni bir halk anayasası oluşturmanın şartları yaratılmalı, bunun için faşizmin dayattığı kurumsal yasalara karşı uzun bir demokrasi ve özgürlük maratonunda ısrarcı olmalıyız. Biz sürgünlerin koşulsuz, şartsız, herhangi bir yaptırıma, yargıya tabi tutulmaksızın ülkeye dönüş yolları yaratılmalıdır. Hakları faşizm tarafından gasp edilen tüm sürgünlerin maddi, manevi, sosyal, siyasal, toplumsal davalar açma, buna tazminat dâhil yargı yolu açılmalıdır.

Ermenilerin, Kürtlerin, Rumların, Alevilerin, Çerkezlerin, Yezidilerin, Lazların, Çingenelerin, kadınların, çocukların, yani savaş mağdurlarının gasp edilen bütün hakları geri verilmeli, devlet savaş suçu işlediğinden dolayı cezalandırılmalı tazminat ödemelidir. Siyasal tutsaklar, hasta tutsaklar koşulsuz bırakılmalıdır. Onları yargılayan yasama, yürütme, yargı iptal edilmelidir. Asıl bu faşist yasaları yapanlar, uygulayanlar, uygulanmasına karar veren tüm kurum ve kuruluşlar yargılanmalıdır.

19-3-2015. Hasan aksu.

55771

Son Haberler

BİZ SÜRGÜNLER "MAĞDUR"DEĞİLİZ.

Lenin’in Ölümünün 100. Yılı Anısına: Lenin’de Kararlılık ve İki Çizgi Mücadelesi SBKP’de İki Çizgi Mücadelesi*

Rusya’da Marksist gruplar ortaya çıkamadan önce “devrimci” çalışmayı Narodikler yürütüyordu. Narodniklerin Çar’a karşı verdikleri mücadelede temel aldıkları sınıf köylülerdi. Rusya’da kapitalizm geliştikçe işçi sınıfı da gelişip büyümesine rağmen Narodnikler işçi sınıfını değil köylülüğün temel alınmasını savunuyor ve ancak köylülüğün Çar’ı ve toprak ağalarını devirebileceğini savunuyorlardı. Narodnikler bireysel “terörü” savunuyor ve bunun geniş halk yığınları üzerinde büyük etkiler yaratacağını düşünüyorlardı. İşçi sınıfının partisinin kurulmasına karşı çıkıyorlardı.

Hepimiz Mazlum’a borçluyuz:Garabet Demirci

 

Devrimciliği Yaşam Tarzına Dönüştürelim

Bizim gücümüz, haklılığımız ve meşruluğumuzda; olayları, olguları diyalektik- materyalist bakış açısıyla ele almamızda yatıyor.

TKP-ML Merkez Komitesi : Newroz Piroz Be!

İmha, İnkar ve Asimilasyona; İşgal ve İlhaka; Sömürüye, Açlığa, Yoksulluğa, ve Faşizme Karşı

İsyan, Direniş, Serhildan!

Newroz, coğrafyamızda binlerce yıllık sınıflı toplumlar tarihinde sömürülen, ezilen, baskı gören halkların zalimlere, sömürücülere karşı isyanının simgesidir. Günümüzde de başta Kürt halkı olmak üzere bütün ezilen halkların, zalimin zulmüne karşı isyan ve direnişinin, Demirci Kawa’nın isyanının zalim ve katliamcı Dehaklar karşısında yükseltilmesinin, isyan ateşlerinin dört bir yanda yakılmasının adı olmuştur.

Oylar SADET'E.... Oylar DEVA'YA... Oylar İYİ PARTİ'ye....

"Bindik bir alamete gideyoz kıyamete."

Aklımızın sınırlarının zorlandığı günlerde geçiyoruz.

İlemde bir partiye oy verecekseniz....

Sanki iyi parti sizi öldürüyorda chp sizi öldürmüyorsa(?)...

Niye oy verdiğiniz millet ittifakı'nın parlamentizmden vaz geçmemiş paydaşlarından biri de olmaya.

Ve Bakırhan buyurdu: " İstanbul'da kent uzlaşısı sağladık" diye

Ve Sakık buyurdu: "CHP'ye oy yok." diye.

Ve ..

Kadınlar ve İşçiler

Kadınlar neden, niçin ve nasıl eziliyor, neden cinsiyet ayrımcılığın en temel ve en tepe noktasında yer alıyor, neden öldürülüyor neden erkek baskısı kadın üzerinde şiddetleniyor vb. soruların yanıtı ile; işçiler neden, niçin ve nasıl sömürülüyorsa verilecek yanıtlar aynı yerde arandığında, kadının kurtuluşu sorununa, daha genel anlamda ise işçi sınıfı ve emekçilerin kurtuluş sorununa daha doğru yaklaşılmış olacaktır.

Yerel Seçimler ve Proleter Tavır

 

 

Türkiye 31 Mart 2024 tarihinde yapılacak yerel seçimlere kilitlenmiş bulunuyor. Baskı, yasaklamalar, açlık, yoksulluk, pahalılık ve işsizlik en can alıcı sorun olarak ülke gündemindeki yerini korurken, tüm burjuva partiler 31 Mart’ta yapılacak yerel seçimlerde kazanacakları belediyelerin hesaplarını yapmakla meşguller.

Misak Manuşyan ve 23’ler Ölümsüzdür!

Misak Manuşyan (1.9.1906 – 21.2.1944) ve yoldaşlarını, Nazi kurşunları ile Paris’te katledilmelerinin 80. yılında saygıyla anıyoruz İnsanlığın düşmanı faşizmi ise bir kez daha lanetliyoruz.

İnsanlığın başına kara bulut gibi çöken, yıkımlar, savaşlar ve dahası onarılması mümkün olmayan felaketlere sebep olan Hitler Faşizmi, 1933 yılında Almanya’da iktidara gelmesiyle başladı. 1929 ekonomik ve sosyal bunalımını atlatamayan ve çözüm bulmakta zorlanan, kapitalist-emperyalist ülkeler, sorunlarını savaş yolu ile çözmek, pazarların yeniden paylaşma savaşına giriştiler.

ÖNCE SERMAYE, SONRA, YİNE SERMAYE

13 Şubat 2024 tarihinde Erzincan iline bağlı İliç'de Çöpler Madencilikte meydana gelen toprak kaymasında 9 (bu rakamın daha  yüksek olduğu iddiası da var) işçi toprak altında kaldı. Bu son olayda, “maden kazası” olarak adlandırılan işçi katlimının, doğa katliamı ile birlikte olağan hale getirildiği ve bu seri katliamların, sermayenin birikimi ve büyümesi için olmazsa olamaz kuralı olduğu  gerçekliğiyle karşı karşıyayız.

Ağır tecrit, büyük direniş (Nubar Ozanyan)

Biz 5 Nolu Amed Zindanı’ndan tanırız faşizmin üniformalı generallerini ve kan yüzlü zindan bekçilerini! Özgürlük mahkumlarına intikam alırcasına en ağır işkencelerin nasıl yapıldığını çok iyi hatırlarız. Devrimin öncü ve önderlerine nasıl düşmanca yüklendiklerini iyi biliriz. Sadece memleketimizden değil, biz ağır tecrit koşullarını ve ölümcül duvar sessizliğini, Peru devriminin önderi Başkan Gonzalo yoldaşın 29 yıl süren direnişinden biliriz.

„Dijitalleşme“ Kitabım Üzerine

Kitabın konusu, işçi sınıfının nicel ve nitel varlığıyla doğrudan ilgilidir. Özellikle üretim sürecinde dijitalleşmenin artmasıyla, işçi sınıfının sınıfsal niteliğine yönelik ciddi saldırılar gelmeye başladı. İşçi sınıfının ortadan kalkacağı, burjuvazinin, ücretli iş gücü sistemi olmadan, salt makineler üzerinden artı-değer elde edeceği gibi, doğrudan kapitalist sistemi var eden temel olgular yok sayılmaya başlandı.

Sayfalar