Cumartesi Mayıs 18, 2024

Bir sanatçı gerilla Yetiş Yalnız

Bir sanatçı gerilla Yetiş Yalnız

Hikayeleri vardır; dağların, taşların, uçurumların, nehirlerin, insanların, hayvanların ve ağaçların. Her şeyin bir hikayesi vardır. Yolların da… Kimi ömürler kısa gibidir, ancak mesele ne kadar gün ya da yıl yaşadığın değil, ne kadar yol yürüdüğündür.“Mutluluk varılacak yerde değil, yoldadır” demiş Bern Williams.Yetiş Yalnız bir yolcuydu, ömrünün tümünü yol aşkına harcadı. Öyle bir inancı vardı ki; bin defa dünyaya gelse bin defa bu yolda korkusuzca yürüyecek cesarette, naif, temiz ve sanatçıydı.

2009’da Paris’te Pere-Lachaise Mezarlığı’nı gezerken bana rehberlik ediyordu Yetiş. Önce Yılmaz Güney’in mezarını ziyaret ettik. Sonra yukarıya doğru kıvrıla kıvrıla dönen Arnavut kaldırımlardan, Ahmet Kaya’nın mezarına kadar yürüdük. Birkaç cümle yazdığım kağıdı beyaz mermerin üstüne bıraktım. Çisil çisil yağmur yağıyordu. Orada kalıp kurumasındansa yağmur suyu ile mezarına akmasının bende yarattığı mistik bir duygu ile ayrıldık ordan. Bilenler bilir Pere-Lachaise Mezarlığı adamın aklını başından alır. Farklı yüzyılların filozof, yazar-çizer sanatçılarının mezar taşlarının bir destan gibi kükremesi, insanı şaşırtarak okutuyor. Hasbelkader kitaplarına, resimlerine rastlamıştır herkes. İnsan orada karıştırıyor hüzün ile coşkuyu. Mezar taşlarıyla iftihar olunur mu? Olunurmuş. Yetiş yolu istinat duvarına doğru götürdü.

“Bunlar Fransız komünarları yoldaşım” dedi iftiharla. “Burada kurşunlanmışlar ve hiçbiri diz çökmemiş.”

Gözlerine baktım. “Ölmek diye bir şey vardı,” diyor ya Hasan Hüseyin; evet, madem ölecektik, o zaman dik durup ölürsek mezar taşlarımızla iftihar edecekler. Öyle bakıyordu işte Yetiş. İlk defa orada fark ettim ki Yetiş Yalnız dağa açmış yüreğini. Ki iflah olmaz aşktır “dağ.” Açıkça ona şu cümleyi kurdum:

“Yetiş; sende dağa çıkma tutkusu var, bunu hissediyorum ama mücadele sadece dağ değil. Sen çok yetenekli bir sanatçısın, devrimin sanatçıya, sanata, bilime ve tekniğe de ihtiyacı var. Elbette sanatçı ille şehirde de olmaz, mücadele neredeyse orada olmalıdır. Lakin sana bu alanda çok ihtiyaç var.”

Yüzüme baktı illegal bir tavırla. Yetiş, çok genç ve çok heyecanlıydı. Sanat konusunda dahiyane bir yeteneğe sahipti. Her enstrümanı çalar, belgeselden aranjörlüğe kadar teknik alanda da bir derinliğe sahipti. Devrimci sanat noktasında tutarlılığı onu Yılmaz Güney’in tabiri ile “Halkın sanatçısı halkın savaşçısıdır” iradesine kavuşturmuştu.

Hozan Serhat, Halil Uysal-Dağ da aynı tutku ile dağa yolculuk yapmışlardı. Biri bağlama diğeri kamerası ile canlarından çok sevdikleri davalarına armağan ettiler kendilerini. Yetiş de öyle yaptı. Ve nihayet dağdan her gün inen haberlerin fotoğraflarla anlatıldığı bir sayfada yüzünden eksilmeyen sükûnet, kırmızı yanaklarına düşen karanfil, gözlüklerinin ardından gülümseyen o çocuk gözlerini gördüm.

Kirmanckî öğrenip dağ kokulu besteler yapan o sanatçı gerilla Dersim’de ölümsüzleşen 12 kişiden biriydi Yetiş Yalnız...Çok sahne aldık birlikte, çok sohbet ettik. Avrupa’da İbrahim’i anma konserlerinde özellikle ayrı bir heyecanla çalışırdı. Nerede olursa olsun bir devrim hamalıydı o. Bu kadar erken yaşta davayı bu kadar içselleştirmesi onu devrim yolcusu ve davanın kahramanı yapıyor benim nazarımda. Ölümüne İslami bir ibare yapıştırıp “şehit” demeyeceğim. Zira o komünistti, hakkı ile dövüştü ve Karl Marx’ın Fransız Komünarları için dediği; “Göğü fethetmeye çıkan kahramanlar” tanımı Yetiş Yalnız ve beraberindekiler için de en doğru tanımdır. Onlar Munzurlarda dorukları fethetmeye çıkan kahramanlardı.

51897

Bu oyunu zor bozar

 

 

Tarihte, zorun rolü üzerine çok şeyler söylenmiştir. Özellikle sınıfsal zorun ortaya çıkışı, varlığı ve uygulanması konusunda, burjuvazinin ideologlarıyla Marksistler arasında ciddi bir ayrım konusu yaşanmış ve yaşanmaktadır. Burjuvazi, kendi sınıfsal zorunu meşru görürken, ezilenlerin, özellikle de işçi sınıfının burjuvaziye karşı uyguladığı devrimci zorun adını bile duymak istemediği gibi, bunu “toplumsal etik dışı” olarak, son yılların burjuva moda deyimiyle,  “terörist” eylemler olarak kriminalize etmeye çalışır.

On İki İmamlar Alevi Olabilir mi ? 1-2

“…Bir insanın arınmışlık düzeyi en güzel sahip olduğu hoşgörüyle, anlayış ile ölçülebilir. Arınmış insan başkalarını yargılamaktan uzak, olayları ve insanları çok geniş bir bakış açısı ile görebilen, hoşgören, olaylar karşısında sukunetini yitirmeyen, her şeyi doğallıkla kabul eden bir yapıdadır. İyi yada kötü diye ayrımları yapmaktan kaçınır, sevgisi bütüne, herkese ve her şeyedir. Hoşgörüsündeki yükseklik, onun bu sevgiyi bu şekilde eksiksizce ve adilce aktarabilmesini sağlar. Korku ve endişelerden hemen hemen tamamen uzaklaşmıştır.

Minaresiz Camiler ve Alevi Asimilasyonu

 

Dedeler var hoca olmuş bir nevi
İhtirasa kurban edilmiş sevi
Minaresiz cami gibi cemevi
Aleviyi namaz kılarken gördüm

(Ozan  Emekçi)

 

Bazı Milliyetçi Ermeni Aymazlara Zorunlu Cevap! Hasan Aksu.‏

 

İnsan eğer ırkçılık, milliyetçilik ve şovenizmden ideolojik gıda alıyorsa; her şart ve koşulda diğer ulus ve azınlıklara kin nefret ve kan kusarak nemalanıyorsa; adı ne olursa olsun sosyalizm ve de komünizm düşmanlığı yapıyor demektir. Çünkü her türlü milliyetçilik yaşanan örnekleriyle hepimizin malumudur.

T.“C”NİN HÜLASASI: “HAYATA DÖNÜŞ” HAREKÂTI’NDAN ROBOSKÎ’YE![1]

 

“Acı veriyorsa geçmiş;

geçmemiş demektir.”[2]

 

“Geçmiş” diye sunulan ama bugünden, yani T.“C” hülasasına denk düşen “Hayata Dönüş” harekâtı’ndan Roboskî’ye uzanan vahşetten söz etmek; egemen hukuk(suzluk), zorbalık, şiddet tarihinin sayfalarında gezinmektir.

Kolay mı?

BE ZİMAN JÎYAN NA BE![1]

 

“Yaradılış gözyaşı vermiş bize,

acıma çılgınlığı vermiş,

İnsan artık dayanamaz gibiyse,

 üstelik

Ezgiler, sözler bağışlamış bana, yaramı

Bütün derinliğiyle dile getireyim diye;

Ve acıdan dili tutulunca insanın,

bir Tanrı

Çektiğimi anlatayım diye

bana dil vermiş.”[2]

 

Paris katliamının failleri ve düşünülmeyenler

 

KÜRT MESELESİNDE EVRİM Mİ KANSIZ DEVRİM Mİ?

 

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın hayret verici çalımının gölgesinde süren Devlet-Öcalan görüşmesi -bana ümit vermese de- tereddütsüzce desteklenmelidir. Desteklenmelidir, çünkü anlaşma sağlanırsa hiç değilse savaş duracak ve artık gençler ölmeyecek. Bir de cezaevlerindeki binlerce insan dışarı çıkacak. Sadece bu iki nedenle de olsa görüşmelerin mutabakatla sonuçlanması için taraflar adım atmaya teşvik edilmelidir.

 

KÜÇÜK BURJUVAZİNİN ÖZGÜRLÜĞÜ ARADIĞI YER

Küçük burjuva aydınları sosyalizmi sevmezler. Gerçekte, onların sevdiği düzen, kapitalist sistemdir. Kapitalist sistemin kendilerine dokunmamasını isterler. Onların tek istekleri; “özgürce yazmak”, “özgürce sanatlarını gerçekleştirmek”... Ancak, bu kutsal “özgürlüğün” içinde, kapitalist sistem tarafından ezilen işçi ve emekçilerin özgürlüğü yoktur. Onlara göre, işçi ve emekçilerin görevi; kapitalist iş bölümü gereği sermaye sahibine artı-değer üretmek...

İSLÂMCI-MUHAFAZAKÂRIN ZİHİN HARİTASINDA BİR GEZİNTİ: “NASIL BİR KADIN(LIK)”?[*]

 

“Biri kurbağa öper,

biri yüzyıllarca uyur,

biri 7 cüceyle yaşar,

biri kuleye kapatılır.

Bir masal prensesi olsan bile

kadınlık zor.”[1]

 

1. Arap-İslâm İmgeleminde Kadın: Arzu ve Tehlike

 

ZİNDANLARDAKİ ÇIĞLIK, BÜYÜK ÇIĞI OLUŞTURACAK…[1]

 

“Tarih, gelecek için

kavga verip, yitirmiş bile olsa,

insanlık için vuruşanları

hiç unutmaz.”[2]

 

Şu an elim tuttuğum 29 Ekim 2012 tarihli mektup Erzurum H-Tipi Kapalı Cezaevi’nin B-Blok’undaki 4. Odadaki Muzaffer Yılmaz’dan geldi…

Sayfalar