Pazar Mayıs 19, 2024

Barajı aşamasak bile; halkların kardeşliğini burada başardık”

Mezopotamya topraklarının çeşitli dilleri, çeşitli renkleri, inançları, kültürleri…bir çadır altındayız. Bunun böyle oluşu herkes için bir ilk!

Avrupa’nın göbeğinde, ülkemizde yaşayamadığımız bir çokluk! Yeri geliyor hıçkırıklarını tutamıyor insanlar. Yeri geliyor gözyaşları arasında mutlu-onurlu gülümsemeler-kahkalar alıyor ortalığı, yüzler ışıl ışıl oluyor. Süryanice, Ermenice, Kürtçe, Türkçe; “şehitler ölmez” sloganı atıyor 5 yaşındaki çocuğundan, 86 yaşındaki en yaşlısına. “Yaşasın Halkların Kardeşliği” atılıyor sık sık, her dilde!

Bir yandansa ölüm ve zindanı her nefesinde hissetmiş-yaşamış yoldaşlarımızın, sürgünde dahi tekrar zindanlara “sürülme” haberleri karışıyor aramıza! Kongreleri’ni, Soykırım’ın 100.yılına adayan yoldaşlarımızın zindanlara “sürülme” haberleri! Onlara yürekten selamlar gönderiyoruz hep beraber.

European Syriac Union, “Süryani-Ermeni-Keldani Soykırımı’nın 100.yıl Dönümü’nde, Bu Soykırım’ın Avrupa Ülkeleri’nin Parlamentoları Tarafından Tanınması” talebiyle 15 Nisan’da başlattığı 3 günlük Açlık Grevi çadırındayız. Almanya’nın Giessen şehrinde başlatılan bu Açlık Grevi’ne seçim çalışmaları sebebiyle sürekli toplanan 10’u aşkın kurum da destek veriyor. Avrupa Sürgünler Meclisi olarak da; mesajlarımızla, ziyaretlerimizle bu arkadaşların yanındayız.

Duvarlar; insanların kılıçlarla katledildiği bir asır öncesinin resimleriyle dolu.

En yaşlımız Yahkup Baydono “4 Açlık Grevi yaptım. 34 yürüyüşe katıldım. Şimdi izin vermediler. Midyat’taydık. Bütün halklar birlik olsaydık, hiçkimse bizi katledemezdi. Halklar birlik olamadık. Avrupalar’a kaçtık. Burada mücadele etmeseydik, adımız dahi unutulurdu. Bütün katledilenleri yaşatmak için, onların isimlerini çocuklarımıza koyduk. Ben kellesi koparılıp suya atılan amcamın ismini taşıyorum” derken hıçkırıklara boğuluverdi.

Verdo Rhawi Yahkup amcanın kızı; “babamın katledilen halasının ismini taşıyorum. Bu isme onurlu bir şekilde, onları unutmadan-unutturmadan sahip çıkmaya çalışıyorum. Biz Süryaniler Midyat’ta, Mardin’in merkez nüfusundan daha fazlaydık. Kürt aşiretlerinin arasında kaldık. Yaklaşık 13 aşiret vardı, ikiye bölündüler ve biz arada kaldık. Bugün kişiler olarak değil, bir kurum olarak bu tarihle yüzleşip, bütün halkları biraraya getirme çabaları beni çok mutlu ediyor. Kürt arkadaşlarla aynı çadırda, beraber Açlık Grevi’ndeyiz. Tüm halkların barış içerisinde yaşamalarından başka bir arzumuz yok. Buna susadık hep ve bugün biraradayız. Çok mutluyuz bu yüzden. Biz Süryani kadınları da; tüm kadın tarihleri gibi, direngen bir tarihe sahibiz. Ama 1915 katliamından sonra, dinini-dilini açıkça yaşayamamış bir halkın kadınları olarak; evine kapanmış kadınlar. Hayatta kalabilme, çocuklarını büyütebilme mücadelesini vermişler. Biz de farkındayız Kürt kadınlarının nasıl kimliklerini sahiplendiklerinin. Biz de sahiplendik yıllarca, tüm gidenleri-tüm şehitleri-katledilenleri. Hiçbir zaman duyarsız olmadık. Biz de kendimize göre tarihimizi sahiplendik. Ama Mezopotamya topraklarının tüm kadınları gibi, çok ileriye adımlar atamadık” diyor.

Köceri Baydono; Yakup amcanın eşi, Verdo’nun annesi. Kendisi Ermeni! Ama doğduğu andan itibaren “Kürtçe”yle büyümüş. “Hep Kürt vardı etrafımızda. Sülalemiz katledilmiş. Büyükler bir eve 43 kişiyi toplayabilmişler. Öyle devam etmiş soyumuz. Kürtler’in içindeymişiz. Hiç Ermenice konuşulmadı-yasaktı, hiç öğrenmedim. Türkçe biraz öğrendim sonra ve Süryanice’yi burada öğrendim. Atalarımız hep ortak katledildi. O yüzden yanyana gelebildik” diyor.

Daha kaç hikaye duymak mümkün burada. Süryani, Ermeni, Kürt; yeri geliyor çoğu apansız Kürtçe konuşmaya başlıyorlar birbirleriyle. Kendilerinin bir çadır altında buluştukları bu hallerine gülümsüyorlar sonra! Onlar o topraklarda bunu doğal biçimde yaşamışlar da; biz tanıklık edenlere bu sahne nice tarihleri canlı olarak taşıdı!!! Bunun için defalarca teşekkür ettik kendilerine; onlarda defalarca bundan onur duyduklarını ilettiler.

“Ölüm olmadan yaşam olmaz. 500 yıllık bir tarih süresince, boyunduruk altında yaşamışız. Sonra Hristiyanlık ortak çatısıyla, ortakça bir çıkış yapabilmişiz. Bu bile meşru görülmemiş, oradan-oraya sürülmüşüz, katledilmişiz. Ve şu anda Türkiye topraklarında kalan çok az Süryani var.

Özür dilemek erdemdir. Özrü kabul etmek daha büyük bir erdemdir. Biz hep bu erdemi taşıdık; barış mesajını hep bayraklaştırdık. Hiçbir halka karşı olmadık. Osmanlı’dan bugüne gelen tarihi bilimsel olarak ele almaya çalıştık ve bizi katletmelerine alet olan halklara karşı dahi düşmanlaşmadık. Mezopotamya toprakları tüm halkları topluyor. Ama egemenlerin çıkarları için sürekli ölüm makineleri yaratılıyor, halklar bölünüyor.

Burada ilk kez toplu bir direniş sergiliyoruz. Biz demokrasi güçlerinin kimler olduğunu biliyoruz ve demokrasi güçlerinden yanayız. Bugün Süryaniler Kürtler’le beraber şehit düşüyor. Halklar orada birleşti ve daha çok yol katetmemiz gerekiyor. Daha çok birbirimizi anlayabilme süreci yaşayabilmeliyiz.

Arap toprakları-tarihi kara bir tarih. Ancak her ne kadar karaysa da; oralarda yeşeriyoruz. Biz beraber adım atabiliyorsak, bu yeşermeyi başardık demektir. 3 günlük Açlık Grevi zor birşey değil. Katledilenlerimizi yüreğimizde canlı tutmak, onların aç günlerini hatırlamak-hatırlatmak için bir vesile sadece.

Seçimlere yönelik ise; bu barajı kırmak, bir zihniyetin kırılmasıdır. Bu zihniyetin kırılmasından yanayız hepimiz, buna inanıyoruz. Barajı aşamasak bile; halkların kardeşliğini burada başardık” biçiminde İsveç’ten gelen Rhavi Sleymun tarafından yapılan bir konuşmayla başlatıldı Açlık Grevi. En yaşlılar, en gençlerden başlayarak AG.önlüklerini giydirdiler eylemcilere.

Kilise adına gelen bir temsilci, Soykırım’dan bugüne katledilenlere adanan, onların yaşadıklarını anlatan bir ilahi ve bir şarkı söyledi Süryanice. Almanya’nın her köşesinde yaşayan Süryaniler bölüm bölüm ziyaret etmeye başladılar çadırı.

Beş yaşlarında bir çocuk konuşma yapmak için can atıyordu. Mikrofonu verdiler ona da; onun da adı, tıpkı diğerlerinin olduğu gibi katledilenlerden birisinin adıymış! Kimin adını taşıdığını, kim olduğunu çok iyi biliyordu; “Şehitler ölmez” diye bize slogan attırdı ve yeni şehit düşen Süryaniler’in resimleri önünde saygıyla eğilerek, gururla yerine oturdu. Bu hem kültürel olarak, hem de dini olarak taşıdıkları ortak bir davranış biçimi olsa gerek!

Yahkup Amca ve diğer yaşlıların gözleri yıldızlar kadar keskin-hiç abartısız- parıltılarla doluydu. “Halklar birbirini tutmadı” diyen Yahkup Amca; bari bu dünyaya veda etmeden önce halkları birarada görebilmenin mutluluğunu gözleriyle anlatıyor, akşamın geç vakitlerine kadar çadırı terketmek istemiyordu. “Yaşasın Halkların Kardeşliği” sloganı defalarca tekrarlanırken, her seferinde gözlerinden apansız yaş boşalandı! Bu slogan, yaşlıların dolan gözlerindeki her damla yaşla, 100 yıl öncesini isimleriyle yaşatışlarıyla ete-kemiğe büründü hep.

Onlardan sayfamızda haber yapma izni istediğimizde, defalarca “Avrupa Sürgünler Meclisi” kim diye baktılar. “Sürgün” kelimesinin anlamını çok iyi biliyorlardı. Ve herkesin buna ait anlatacağı nice birbirine hiç benzemeyen anıları vardı. Anlatıldı, paylaşıldı ve nice yürek yolculuklarına ortakça çıkılabildi!

YAŞASIN HALKLARIN KARDEŞLİĞİ!

İYİ Kİ VARIZ!

 

55665

Bu oyunu zor bozar

 

 

Tarihte, zorun rolü üzerine çok şeyler söylenmiştir. Özellikle sınıfsal zorun ortaya çıkışı, varlığı ve uygulanması konusunda, burjuvazinin ideologlarıyla Marksistler arasında ciddi bir ayrım konusu yaşanmış ve yaşanmaktadır. Burjuvazi, kendi sınıfsal zorunu meşru görürken, ezilenlerin, özellikle de işçi sınıfının burjuvaziye karşı uyguladığı devrimci zorun adını bile duymak istemediği gibi, bunu “toplumsal etik dışı” olarak, son yılların burjuva moda deyimiyle,  “terörist” eylemler olarak kriminalize etmeye çalışır.

On İki İmamlar Alevi Olabilir mi ? 1-2

“…Bir insanın arınmışlık düzeyi en güzel sahip olduğu hoşgörüyle, anlayış ile ölçülebilir. Arınmış insan başkalarını yargılamaktan uzak, olayları ve insanları çok geniş bir bakış açısı ile görebilen, hoşgören, olaylar karşısında sukunetini yitirmeyen, her şeyi doğallıkla kabul eden bir yapıdadır. İyi yada kötü diye ayrımları yapmaktan kaçınır, sevgisi bütüne, herkese ve her şeyedir. Hoşgörüsündeki yükseklik, onun bu sevgiyi bu şekilde eksiksizce ve adilce aktarabilmesini sağlar. Korku ve endişelerden hemen hemen tamamen uzaklaşmıştır.

Minaresiz Camiler ve Alevi Asimilasyonu

 

Dedeler var hoca olmuş bir nevi
İhtirasa kurban edilmiş sevi
Minaresiz cami gibi cemevi
Aleviyi namaz kılarken gördüm

(Ozan  Emekçi)

 

Bazı Milliyetçi Ermeni Aymazlara Zorunlu Cevap! Hasan Aksu.‏

 

İnsan eğer ırkçılık, milliyetçilik ve şovenizmden ideolojik gıda alıyorsa; her şart ve koşulda diğer ulus ve azınlıklara kin nefret ve kan kusarak nemalanıyorsa; adı ne olursa olsun sosyalizm ve de komünizm düşmanlığı yapıyor demektir. Çünkü her türlü milliyetçilik yaşanan örnekleriyle hepimizin malumudur.

T.“C”NİN HÜLASASI: “HAYATA DÖNÜŞ” HAREKÂTI’NDAN ROBOSKÎ’YE![1]

 

“Acı veriyorsa geçmiş;

geçmemiş demektir.”[2]

 

“Geçmiş” diye sunulan ama bugünden, yani T.“C” hülasasına denk düşen “Hayata Dönüş” harekâtı’ndan Roboskî’ye uzanan vahşetten söz etmek; egemen hukuk(suzluk), zorbalık, şiddet tarihinin sayfalarında gezinmektir.

Kolay mı?

BE ZİMAN JÎYAN NA BE![1]

 

“Yaradılış gözyaşı vermiş bize,

acıma çılgınlığı vermiş,

İnsan artık dayanamaz gibiyse,

 üstelik

Ezgiler, sözler bağışlamış bana, yaramı

Bütün derinliğiyle dile getireyim diye;

Ve acıdan dili tutulunca insanın,

bir Tanrı

Çektiğimi anlatayım diye

bana dil vermiş.”[2]

 

Paris katliamının failleri ve düşünülmeyenler

 

KÜRT MESELESİNDE EVRİM Mİ KANSIZ DEVRİM Mİ?

 

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın hayret verici çalımının gölgesinde süren Devlet-Öcalan görüşmesi -bana ümit vermese de- tereddütsüzce desteklenmelidir. Desteklenmelidir, çünkü anlaşma sağlanırsa hiç değilse savaş duracak ve artık gençler ölmeyecek. Bir de cezaevlerindeki binlerce insan dışarı çıkacak. Sadece bu iki nedenle de olsa görüşmelerin mutabakatla sonuçlanması için taraflar adım atmaya teşvik edilmelidir.

 

KÜÇÜK BURJUVAZİNİN ÖZGÜRLÜĞÜ ARADIĞI YER

Küçük burjuva aydınları sosyalizmi sevmezler. Gerçekte, onların sevdiği düzen, kapitalist sistemdir. Kapitalist sistemin kendilerine dokunmamasını isterler. Onların tek istekleri; “özgürce yazmak”, “özgürce sanatlarını gerçekleştirmek”... Ancak, bu kutsal “özgürlüğün” içinde, kapitalist sistem tarafından ezilen işçi ve emekçilerin özgürlüğü yoktur. Onlara göre, işçi ve emekçilerin görevi; kapitalist iş bölümü gereği sermaye sahibine artı-değer üretmek...

İSLÂMCI-MUHAFAZAKÂRIN ZİHİN HARİTASINDA BİR GEZİNTİ: “NASIL BİR KADIN(LIK)”?[*]

 

“Biri kurbağa öper,

biri yüzyıllarca uyur,

biri 7 cüceyle yaşar,

biri kuleye kapatılır.

Bir masal prensesi olsan bile

kadınlık zor.”[1]

 

1. Arap-İslâm İmgeleminde Kadın: Arzu ve Tehlike

 

ZİNDANLARDAKİ ÇIĞLIK, BÜYÜK ÇIĞI OLUŞTURACAK…[1]

 

“Tarih, gelecek için

kavga verip, yitirmiş bile olsa,

insanlık için vuruşanları

hiç unutmaz.”[2]

 

Şu an elim tuttuğum 29 Ekim 2012 tarihli mektup Erzurum H-Tipi Kapalı Cezaevi’nin B-Blok’undaki 4. Odadaki Muzaffer Yılmaz’dan geldi…

Sayfalar