Salı Mayıs 21, 2024

ALMAN DEVLETİNİN 15 NİSAN 2015 TARİHİNDE PARTİ FAALİYETÇİLERİMİZE EŞ ZAMANLI OLARAK DÜZENLEDİĞİ OPERASYON POLİTİKTİR, YANITIMIZDA POLİTİK OLACAKTIR!

Alman Adalet Bakanlığının emri ile 15 Nisan 2015 tarihinde eş zamanlı olarak TKP/ML faaliyetçilerine karşı son yılların en büyük ve bir o kadar da hukuksuz operasyonu yapıldı. Almanya’nın çıkardığı tutuklama kararıyla yürütülen operasyonda eş zamanlı olarak İsviçre’de 1, Fransa’da 1, Yunanistan’da 2, Almanya’da 7 kişi olmak üzere toplam 11 devrimci tutuklanmıştır. Almanya’nın iade talebiyle Fransa, İsviçre ve Yunanistan’da tutuklattığı devrimcileri Almanya’ya getirtip 129 a–b ‘Anti-terör’ maddesinden yargılamak istenmektedir.

Alman Devletinin Şizofrenisi!

Alman polisinin tutukladığı parti faaliyetçilerimiz uzun yıllardır Almanya’da ikamet eden insanlardır. Çalışan, emekli ve politik ilticacı olan faaliyetçilerimiz, adresleri bilinen ve tanınan kişilerdir. Birçoğu politik kimliğini hiçbir zaman gizlememiştir. İltica dilekçelerinde ve iltica mahkemelerinde Türkiye de TKP/ML faaliyetlerinden dolayı yakalandığını, işkenceler gördüğünü, haklarında dava açıldığını, uzun süre hapis yattığını, hala arandığını ve hala aynı görüşleri taşıdığını açıkça belirtmişlerdir. Bu gerekçelerle politik iltica oturumları Alman mahkemeleri tarafından kabul edilmiştir. Alman polisi ise şimdi aynı gerekçelerle bu insanları tutuklamaktadır. Tutuklananların ev ve iş adresleri bellidir. Polis istediği zaman bu insanları ifadeye çağırabilirdi. Tam tersine bir polis terörü estirilmiş. Evlerin kapıları kırılarak içeri girilmiştir. Alman devleti bu yaklaşımıyla partimize ve Türkiyeli politik mültecilere karşı bir gözdağı vermeye çalışmıştır.

Alman devletinin göstermeye çalıştığı gibi partimiz TKP/ML bir “terör örgüt” değildir. Ki Alman yasaları ve mahkemeleri de aksi yönde bir tutuma sahip değildir. Partimizin Alman yasalarını ihlal ettiğine dair bir mahkeme kararı da yoktur. Ki partimiz on yıllardır Almanya’da politik faaliyetlerini sürdürmektedir. Bugün bu politik faaliyetlerin dünden farklı olan hiçbir yanı da söz konusu değildir. Partimiz Türkiye’de Demokratik Halk Devrimini yaparak, ardından Sosyalist bir topluma varmayı hedefleyen Marksist Leninist Maoist bir partidir. Kimliğimiz açıktır. Partimiz hiçbir zaman programını ve hedeflerini kamuoyundan gizlemedi. Bilinmez bir parti değiliz. 43 yıllık temiz bir geçmişe sahip olan partimizin bu tür baskı ve komplolarla geriletilip ablukaya alınacağı hesaplanıyorsa bu kocaman bir yanılgı olur.

Evet, biz hiçbir zaman hedeflerimizi ve siyasal düşüncelerimizi gizlemedik. Türkiye’de illegal faaliyet yürütüyor olmamız, tamamen ülkemiz şartlarıyla ilgilidir. Türkiye Kemalist ideolojiyi esas alan faşizmle yönetilen bir ülkedir. Kurulduğu 1923 yılından bu yana, baskı ve katliamlarla varlığını sürdüren Türk devleti, farklı olana hayat hakkı tanımamıştır. Tek dil, tek millet, tek vatan, tek bayrak, tek dil ve tek din’i esas alan Türk devletinin devrimcilere ve komünistlere karşı sürek avı sürdürdüğü bilinmez değildir. Partimiz 24 Nisan 1972 yılında kurulduğunda, daha bir yılını doldurmadan Kemalist faşist Türk Devleti tarafından kurucu önderimiz İbrahim Kaypakkaya yoldaşımız 18 Mayıs 1973 günü Diyarbakır hapishanesinde öldürüldü. Türk devleti sadece Türkiye’de tespit ettiği devrimcileri katletmekle kalmıyor. Bir şekilde yurtdışına çıkmak zorunda kalan devrimci ve yurtseverler Avrupa’da tespit edildiklerinde de Türk devleti tarafından katledilmişlerdir. Partimiz aktivistlerinden Katip Saltan 1981 yılında Almanya’nın Aachen şehrinde, Nubar Yalım ise 1982 yılında Hollanda’nın Amsterdam şehrinde Türk MİT’i tarafından öldürüldüler. Yine 9 Ocak 2013 tarihinde Paris’te PKK kurucularından Sakine Cansız ve yanında bulunan Fidan Doğan ve Leyla Şaylemez Türk MİT’i tarafından kurşunlanarak öldürüldüklerini Alman polisi de çok iyi biliyor.  Bundandır ki, illegal faaliyet yürütmemiz, Türkiye’de ve yurtdışında yaşayabilmemizin tek garantisidir.

Türk Devleti Faşisttir! Faşizme Karşı Mücadele Sadece Barışçıl Yöntemlerle Sürdürülemez !

Türk devleti 90 yıldır kendi topraklarında yaşayan Kürt ulusunu hep inkâr etti. Kürtler ne zaman kendi haklarını istediyse karşılığı hep katliam oldu. On binlerce Kürt tüm dünyanın gözü önünde katledildi. Kürtler yok sayıldı, asimile edildi, siyasal özgürlükleri gasp edildi, köyleri yakıldı, zorla göç ettirildi ve sistemli şekilde imhaya tabi tutuldu.

Türk devleti sadece Kürtlerle sınırlı tutmadı faşist siyasal baskısını. Hak ve özgürlük isteyen tüm sınıfları, katmanları, inançları da aynı baskıya maruz bıraktı. Demokratik hak ve özgürlük isteyen devrimci demokratik kişiler işkencelerden geçirildi, zindanlara atıldı, göz altında kaybedildi ve durmaksızın katledildi. Bu durum Almanya ve tüm Avrupa’da çeşitli siyasal ve insan hakları örgütlerinin raporları ile de belgeli ve tescillidir. Yani Türk devletinin faşist niteliği açık ve seçik bilinen bir gerçektir.

Toplumsal her gelişmeyi zorla ve baskıyla sindiren Türk devleti Avrupa Birliği sürecine en fazla angaje olduğu dönemde de bu tutumunu sürdürmüştür. Gezi parkının (2013 yılında) holdinglere peşkeş çekilmesine karşı duyarlı insanların oturma eylemine vahşice saldırması ile geniş kitlelerin biriken memnuniyetsizliği tam bir toplumsal patlamaya dönüşmüştür. Ülke çapında milyonların katıldığı kitlesel eylemler gerçekleşmiştir. Türk devleti yine tüm dünyanın gözü önünde eylemlere vahşice saldırılıp 8 kişiyi katletmiş, 10’un üzerinde insanın gözleri kör edilmiş, yüzün üzerinde ağır olmak üzere 2500 aşkın insan polisin vahşi saldırıları sonucu yaralanmıştır. Yüzlercesi tutuklanıp işkencelerden geçirilerek hapislere atılmıştır.

Türk devleti faşist yüzünü son süreçte çocuk katliamlarıyla da daha fazla göstermiştir. Türkiye Kürdistanı’nda toplumsal olaylarda Kürt çocuklarını katletmek sıradan bir vakıa olmuştur. Türk devletinin bugün ki Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, 2006 yılında başbakan iken T. Kürdistanı’nda yaşanan eylemsellikler karşısında “çocukta olsa kadında olsa gereği yapılacaktır” talimatları vermiştir. Gereği de yapılmıştır. Enis Ata, Nihat Kazanhan gibi bir çok çocuk katledilmiştir. Son olarak Gezi eylemlerinde Berkin Elvan katledilmiştir. Türk devleti gerek hükümet nezdinde gerekse de mahkeme kararlarıyla bu çocukları terörist ilan etmiştir.

Türk devleti legal bir zeminde çalışan partilere dahi tahammül edememektedir.7 Haziran 2015 tarihinde yapılacak olan genel seçimlere katılan HDP’ye karşı neler yapıldığı kamuoyunun bilgisi dâhilindedir. Seçim süresince HDP silahlı saldırılara, polis kontrolünde linçlere maruz kalmıştır. Mitingleri bombalanmış, seçim çalışmaları sürekli engellenmiştir. Bu süreçte tam 8 HDP’li barışçıl seçim çalışmaları yürüttüğü için katledilmiş, HDP irili ufaklı tam 2000 saldırıya maruz kalmıştır.

Türk devleti legal, barışçıl olan her türlü demokratik faaliyetin düşmanıdır. Devrimci legal dergilere sık sık saldırıların olması, devrimci gazete satan, dağıtan insanların sürekli polis baskısına maruz kalması, gazete satan bayilere baskı yapılması, gazete sattırılmaması vb. Türkiye’de legal bir mücadelenin dahi ne kadar zor olduğunu göstermektedir.

Türk devleti 90 yıldır Sünni-İslam dinini esas alarak diğer tüm din ve inançlara düşmanca davranmaktadır. Hristiyanlar, Ortadokslar İslamcı Türk Devleti için her zaman düşman dinler olarak kabul edildi. “Gavur” denilerek “katli vacip” görüldü. Bu toprakların kadim ulusları olan Ermenileri, Rumları, Süryanileri soykırıma tabi tutarak bire kadar kırdı, tehcir ve mübadele ile topraklarından sürdü. Geçmişe gitmeye gerek yok, sırf Ermeni olduğu için Ermeni haklarını ve Ermenilerin uğradığı tarihsel haksızlıkları dillendirdiği için gazeteci Hrant Dink devletin planlaması ile katledilmiştir. Malatya da Zirve yayınevinde Hıristiyan misyonerler diye 3 insanın boğazı kestirilerek vahşice katlettirilmiştir. Trabzon’da ve Hatay’da Rahipler bıçaklanarak öldürülmüştür.

Farklı bir mezhep ve inanç olan Alevilerde Türk devletinin düşmanı olarak tanımlanmakta ve baskılara maruz kalmaktadır. Aleviler daha yakın zamana kadar ibadetlerini gizli yapmak zorunda kalmış, Maraş, Sivas ve Çorum’da topluca katledilmişlerdir. Alevilerin Cem Evleri hala ibadet yeri kabul edilmemiştir. Sistemli bir asimilasyona tabi tutularak inançlarından soyutlanmaya çalışılmıştır. Zorunlu din dersiyle, Alevi çocukları Sünni din öğretisiyle eğitilmektedirler. Nisan 2015 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin “Cem Evleri Alevilerin İbadet Yeridir” kararına dahi Türk devleti karşı çıkmış, bu kararı tanımamıştır.

Türk Devleti düşünce özgürlüğüne düşman bir devlettir. Yazılı ve sözlü görüş ve düşünce bildirmek her zaman yasak olmuştur. Onlarca gazeteci hala cezaevlerinde tutulmaktadır. Yasal gazete okuyucuları sürekli takip edilmiş, tehdit edilmiş, tutuklanmış ve işkence görmüşlerdir ve görmeye devam etmektedirler.

Türkiye’de hapishaneler zulüm ve kan deryasının sembolüdür. Bugün hala 10 bin devrimci ve yurtsever Kürt siyasal nedenlerle hapishanelerdedir. Türk devleti Cezaevlerinde birçok kez katliamlar yapmıştır. 19 Aralık 2000 tarihinde eş zamanlı olarak 22 cezaevine yapılan saldırıda 28 devrimci katledilirken, yüzlercesi yaralanmıştır. Katı bir tecrit ve izalasyona dayanan F tipi zindanlara karşı devrimciler ölüm oruçlarıyla direnmiştir. Türk devleti bu meşru hak mücadelesine karşı faşist ve yok sayan bir tutum benimsemiş ve 122 insanın açlıkla ölmesine neden olmuştur. Türk Adalet Bakanlığı’nın yaptığı resmi açıklamada 2002 yılı ile 2014 yılı arasında 2847 kişi cezaevlerinde hayatını kaybetmiştir. Yine yapılan resmi açıklamalarda 547 devrimci tutuklu ve hükümlü yakalandıkları hastalık sonucu bugün ölüm sınırına gelmiş, Türk devleti bu devrimcileri tahliye etmeyerek ölümlerini beklemektedir.

Türk Devleti 1980 yılından 2014 yılına kadar 17 bin kişiyi gözaltında ve “faili meçhul” gösterilerek kaybetmiş, bu insanların nerede ve nasıl öldürüldükleri hala açıklanmamaktadır. Bu insanların bir mezarı bile yoktur. Devletin İçişleri ve Adalet Bakanı bu faali meçhul cinayetleri kabul etmesine rağmen, cenazelerini ailelerine vermemektedir.

Bunları uzatmak daha da mümkündür. Ancak Türk Devletinin nasıl bir devlet olduğunu göstermesi bakımından yeterli olduğu kanısındayız…

Komünistlerin Türkiye’de legal olarak yaşama, düşüncelerini yayma ve halkı örgütleme şansı yoktur. Bunun için tek seçenekleri illegal olarak örgütlenmektir. Partimizin illegal bir parti olarak örgütlenmesinin zorunluluğunun temel nedeni Türk devletinin faşizmle yönetiliyor olmasıdır.

Partimiz Değil, Emperyalist-Kapitalist Rejim Teröristtir!

Silahlı mücadele partimizin meşru direnme hakkının kullanılmasıdır. Varlığı yok sayılan, halkı örgütlemesine müsaade edilmeyen, taraftarları, üye ve kadrolarına hayat hakkı tanımayan, yakaladığı üye ve sempatizanlarımızı en ağır hapis cezalarıyla cezalandıran Türk devletine karşı silahlı direnme hakkımızı savunmamız tamamen meşrudur. Bu sınıf mücadelesinin tarihsel olarak dayattığı bir zorunluluktur aynı zamanda. Zor ve şiddete dayanmaksızın sömürücü, zalim, egemen sınıfları ortadan kaldırmak mümkün ve olanaklı değildir. “Terör”, “Teröristler”  ve “Terör Örgütü” algısı hangi sınıfın nasıl baktığıyla alakalıdır. Alman Devleti de kendi sınıf çıkarlarıyla partimizi değerlendirmektedir.  Partimiz enternasyonal proletaryanın Türkiye temsilcisidir. Halkın çıkarlarını gerçekleştirecek Demokratik halk devrimini, sosyalizmi ve komünizmi savunmaktadır. Bu uğurda mücadele yürüten bir örgütün “terörist” olarak görülmesi çeşitli milliyet ve inançlardan bütün dünya halklarının itibar etmeyeceği bir durumdur. Halkın yararı, onun çıkarları için mücadele yürütmek terörizm değil onurlu bir devrimciliktir. Partimizde 43 yıllık mücadelesiyle onurlu devrimciliğin sembolü olmuştur.

Emperyalist-kapitalist, faşist ve gerici tüm sistemlerde hâkim güç toplumu yönetmek için birçok yol ve yöntem geliştirmiştir. Toplumda yaratılan “terör” korkusu da bu araçlardan biridir. Alman devletinin partimize karşı yaratmaya çalıştığı “terör” algısını kabul etmiyor, reddediyoruz. Alman devrimcileri, ilericileri partimizi iyi tanıyor. Partimiz her zaman kör bir şiddetin karşısında olmuş, silahlı mücadelede halka zarar vermemek için çok büyük çabalar sarf etmiştir. İrademiz dışında halkın ve sivillerin zarar görmesi durumunda özeleştiri vermiş, bu tür pratikleri mahkum etmiştir. Bu tavrını da kamuoyuna duyurmaktan çekinmemiştir.

Alman devleti önce 2001’de bugüne ABD öncülüğünde Afganistan ve Irakta petrol ve yüksek karlar için milyonlarca insanın katledilmesine sunduğu desteğin hesabını vermelidir. Mısırda, Libya’da, Suriye’de yüzbinlerce insanın katledilmesinde oynadıkları cesaretlendirici ve teşvik edici rolün hesabını vermelidir. Ellerinde milyonlarca insanın kanı vardır. Asıl terörizm küresel sermayenin çıkarları için milyonların katledilmesidir. Alman devleti de bunun merkezindedir, asli unsurudur.

Partimizin Alman Adalet Bakanlığı ve polisince “Terörist” bir yapılanma olarak kamuoyuna lanse edilmesinin gerçek nedeni, Almanya’nın Türk devletiyle olan ekonomik ve siyasi ilişkileriyle doğrudan bağlantılıdır. El altından bir pazarlığın yapıldığını gösteriyor. İleride bu daha iyi ortaya çıkaracaktır.

Alman devleti Ortadoğu planlarında Türk devletiyle iş pişirmek için Türkiyeli devrimcilere saldırmaktadır. Gerici emperyalist politikalarını Türk devletiyle organize bir şekilde Ortadoğu için uygulamak istemektedir. Buna gölge düşürecek, karşı duracak her gücü tehlike olarak görmektedir. Partimize yönelik saldırılarda bu kirli hesap ve çıkarların sadece bir sonucudur.

129 a-b ‘anti terör’ yasının içeriği ve hedefi nedir?

2001 yılında İkiz Kulelere yapılan saldırı sonrası, ABD dünya çapında geçerli olacak şekilde çıkardığı ‘Anti-Terör’ yasasını genişletmiş, mevcut yasaları yeniden düzenlemiş ve bu yasaların diğer ülkelerce de yürürlüğe konması için büyük baskılar yapmıştır. Baskı sonucu birçok ülke kendi bağımsızlığını bir yana bırakarak ABD’nin talebi doğrultusunda kendi yasalarında yeni düzenlemelere gitti.

Avrupa Birliği ülkeleri ABD’nin istediği yeni düzenlemeleri uygulamada gecikmedi. Bu ülkelerden biri de Almanya’dır. Daha önce kendi yasaları içinde yer alan 129. ceza maddesi, 2002 yılında çıkartılan ek maddelerle kapsamı oldukça genişletildi. 129. Ceza maddesi aslında yeni değildir. Bu maddenin ruhu Bismarctan Hitlere uzanan bir tarihsel arka plana sahiptir. Örneğin 129. Ceza maddesine dayanılarak 1951 yılında ‘Özgür Alman Gençliği’nin faaliyetleri bu kapsamda yasaklandı.

1970 yılından sonra Almanya’da gelişen devrimci mücadelenin yükselmesini takiben,  birçok devrimci örgütün Alman devletine karşı muhalif duruşuyla birlikte 129. maddeye ‘a’ maddesi eklenerek, bu örgütlerin takibi ve yargılanmaları daha da kolay hale getirilmiştir. Almanya 2001 yılından sonra 129-a maddesine “b” maddesini de ekleyerek 129’un kapsamını daha da genişletti. “Uluslararası terörizm” tehlike gösterilerek 2002 yılında yürürlüğe koyduğu bu ek maddeyle, “takip edilecek” örgüt listesini oldukça genişletti. Bu yasaya dayanan Alman devleti, Almanya’da faaliyet yürütmemiş olsa da, kişilerin bir “örgüte sempati” duyması, soruşturma açılması ya da Almanya dışında ise tutuklanıp Almanya’ya getirmesi için yeterli görülmektedir. Örneğin 5 Kasım 2008’de gözaltına alınıp tutuklandıktan sonra yargılanan “Anadolu Federasyonu” üyelerinin yargılanma gerekçesinde “Almanya’da suç işlemeleri” değil, Türkiye’de “yasadışı bir örgüte üye” olma yargılamaya gerekçe olarak gösterilmiştir. Bir başka örnekte PKK’dır. Almanya’da PKK sempatizanlarına yönelik birçok dava açılmış, bu davalarda gösterilen gerekçelerin birçoğunda, “yürüyüşlere katılmak, PKK derneklerine gitmek, gece ve toplantılara katılmak” olarak gösterilmiş, Alman mahkemeleri her defasında hukuku katletmiştir.  Almanya, 2009 yılında yasa 129’un 5 maddesinde bir değişiklik daha yaparak yasaya, “işlenmemiş suçların”  cezalandırılmasını da eklemiş ve bu madde kapsamında Almanya’da binlerce kişi takip edilmiş, dava açılmış, yargılanmış ve ağır cezalar almıştır.

15 Nisan 2015 tarihinde Partimiz aktivistlerine karşı yapılan operasyon ve tutuklamaların  perdesini yırttığımızda karşımıza Türk-Alman ekonomik ve siyasal gerici ilişkileri çıkmaktadır.

Türk-Alman ilişkilerinin tarihsel geçmişi ve Almanya’nın Türkiye’deki yatırımları, siyasal ve askeri çıkarları göz önünde bulundurulduğunda, Türk devletinin Almanya’dan talep ettiği devrimci ve komünistleri iade etme, yakalama, yargılama talebine Almanya hiçbir zaman kayıtsız kalmamıştır. Almanya Başbakanı Angela Merkel’in 3-4 Şubat 2013 tarihinde Türkiye’yi ziyaret etmesiyle birlikte Almanya’nın burada yaşamak zorunda kalan devrimcilere ve komünistlere karşı daha da sertleşeceği basına yansıyan haberlerde de görülmüştür. Bu durum, el altından bir “alış-veriş” olduğunun göstergesiydi. Son operasyon ve tutuklamalar da bunun bir göstergesidir.

Sonuç olarak;

Tutuklanan TKP/ML faaliyetçilerinin hukuki değil siyasi nedenlerle yargılanacakları açıktır.

129-a-b maddesinden yargılananlar hakkında yasa oldukça keyfi uygulamaları içermektedir. Bu maddeden yargılananlara karşı mahkemeler ve cezaevi idareleri ağır yaptırımlar uygulamaktadır. Dosyaların avukatlara verilmemesi, savunma hakkının kısıtlanması, savunma için gerekli materyallerin tutuklulara verilmemesi, cezaevinde haberleşme haklarının kısıtlanması, aile görüşlerine getirilen sınırlamalar, kitap, dergi verilmemesi, ağır tecrit uygulaması bilinen uygulamalardır. PKK, DHKP-C, Filistinli ve Alman devrimcilerinin yargılanmalarında tüm bu yaptırımların defalarca ve en ağır şekilde uygulandığına Alman kamuoyu defalarca tanık olmuştur.

Parti olarak, tutuklanan faaliyetçilerimizin bir an önce serbest bırakılmasını ve baskılara son verilmesini istemekteyiz. Almanya kamuoyunu bu hukuksuzluğa karşı tavır almaya çağırıyoruz. Bu hukuksuzluk, kirli siyasi hesaplar ve baskılar her ne kadar sadece partimiz ve diğer göçmen devrimci, ilerici ve yurtsever örgüt ve partilerle sınırlı kalmayacaktır. Bu baskıcı ve yasakçı uygulamaların Almanya’da toplumsal muhalefet yükseldikçe tüm muhalifleri ve devrimcileri içereceği ortadır. Bir kez daha, tüm devrimci, ilerici kamuoyunu 15 Nisan komplosunu protesto etmeye çağırıyoruz.

               

Türkiye Komünist Partisi/Marksist-Leninist Merkez Komitesi

 Haziran 2015 

 

48125

Proletarya Partisi

 Proleterya Partisi'nden gundeme iliskin yazilar

Son Haberler

Proletarya Partisi

2023 Cumhurbaşkanlığı seçimine ilişkin boykot tavrı neden doğru değildir

Çünkü öncelikle içinden geçilmekte olunan tarihi momentin realitesi; “Burjuva faşist düzen partileri ve ittifaklarının adaylarını boykot et, devrimci demokrat adayları destekle!” (MKP-SB. Bk. Halkın Günlüğü gazetesi) şiarında dile getirilen bu yaklaşımla örtüşür değildir. Neden değildir? Çünkü öncelikle içinden geçilmekte olunan süreç, ‘normal-olağan’ rutin bir süreç olmayıp; yönetimsel olarak sistemde niteliksel değişimin yaşanacağı bir süreçtir.

Delirmeye Az Kaldı Doktorum Nerede

Mahlukatlar içerisinde, kendisi gibisini, yaratabilecek tek canlı insanlardır. (Albert Ergün Einstein)

Ah.... çocuklar... ahh....

Memleketteki partilerin zayıflıklarını öne sürerek her türlü burjuva partileriyle bir araya gelenler....

İş dünya proletaryalarının burjuva renkleriyle bir araya gelmeye gelince....

Dünya proletarya partilerin zayıflıklarını öne sürerek bir araya gelmeyi ret etmekteler.

Ve bu insanlar örgütlüler biz proletaryalar örgütsüz.

Ve bu insanlar örgütlüler biz proletaryalar örgütsüz.

Ve tc’nin okul sıralarında olsa dahil...

Ermeni Devrimcilerin İttifak Deneyiminden Hareketle “YÜRÜ BE KEMAL…”

6 Şubat depremleri sonrasında on binlerce can kaybının ardından 14 Mayıs 2023 tarihinde “Başkanlık” ve “Milletvekilliği Genel Seçimleri”nin “yenilenme”si kararı alındı. Depremler ve ardından yaşanan sellere rağmen ülke seçim sath-ı mahalline girmiş bulunuyor. Seçim, iktidardaki AKP-MHP partilerinin oluşturduğu “Cumhur İttifakı” ve ona eklemlenen partiler ile CHP-İYİ Parti’nin başını çektiği “Millet İttifakı”nın oluşturduğu iki ana siyasi kampın iktidar mücadelesi biçiminde gelişiyor.

ATAERKİL SİSTEME KARŞI MÜCADELE SORUNU, EZEN-EZİLEN CİNS ÇELİŞMESİNİN ÇÖZÜMÜ SORUNUDUR

Sorunların doğru çözümü, öncelikle onların özünün tam olarak ne olduğu veya neye tekabül ettiğinin eksiksiz olarak ortaya konulmasıyla doğrudan bağlantılıdır. Yani sorun aslında tıpkı şuna benziyor: Doğru ve isabetli tedavi ancak ki doğru teşhis ile mümkün olabilir.

“Kadın sorunu” olarak tanımlanan sorun da böyledir. Sorunun özü bir kez gözden kaçırıldımıydı, sorunun kendisi de çözümü adına ileri sürülenler de isabetli ve doğru olarak ortaya konma şansını yitirir esasen.

Azaduhi (Nubar Ozanyan)

Herkesin anlatılacak bir hikayesi, yazılacak bir yaşamı vardır. Liceli Azaduhi’nin hikayesi, soykırım yaşamış bir Ermeni kadının Lice’den Diyarbakır’a, İstanbul’dan Hollanda’ya uzanan sürgün hikayesidir. Doğduğu yerde yaşayamadığı gibi ölemeyenlerin hikayesidir. Onun hikayesi kolay taşınamaz acıların, tanımlanması zor hüzünlerin hikayesidir. İyilik yapmaktan başka bir şey bilmeyen, ekmeğini paylaşmaktan başka bir şey düşünmeyen, direngen Liceli bir Ermeni kadının hikayesidir.

Katledilişinin 50. Yılı Vesilesiyle KAYPAKKAYA ve TKP-ML

Faşist T.C. Devleti tarafından, bundan 50 yıl önce bir komünist önder, aylarca süren işkenceli sorgular ardından hunharca katledildi. Buradan bir kez daha bu cinayeti kınıyor ve Türkiye-

K. Kürdistan devrimci hareketinin ender yetiştirdiği bu komünist önderi saygıyla anıyor ve ideallerine bağlı kalacağımızın sözünü yineliyorum.

Onun katli, “işkence sonucu ölüme sebebiyet verme” şeklinde olmayıp; bizzat devletin ilgili ve yetkili kurum ve kişilerince, “devletin ulvi çıkarları adına” karar altına alınan bilinçli ve iradi bir cinayettir.

Partizan’ımızı Özlüyor, Mücadelesini Örnek Alıyoruz | Hüseyin Şenol

Partizan’ımızın hayatını kaybetmesinin üzerinden tam iki yıl geçti… Dursun Çaktı’nın bize bıraktığı miras gibi; demokratik kitle örgütlenmesi anlayışının tüm alanlarda yerleşmesi olmazsa olmazımız olmalıdır…

İki yıl önce 25 Şubat’ta, daha 65 yaşında kaybettiğimiz Dursun Çaktı’yı, Partizan’ımızı özlemle anmaya devam ediyoruz ve sürekli anacağız.

Ölümün susturduğu yaşamlar (Nubar Ozanyan)

Yoksulluk, zulüm yetmiyormuş gibi depremin ve kışın beyaz zulmü de halkımızı ölüm karşısında çaresiz ve yalnız bıraktı. Devlet, yüz binlerce insanı canlı canlı toprağa gömdü. Kapitalizmin sermayesi yine halkın canı ve kanıyla yıkandı.

Depreme dayanıksız konutlar halkın mezar taşı oldu. Yoksulluk, kış, çaresizlik, ölüm ezilenleri üşütmeye devam ediyor. Kapitalist sistem, kendisiyle birlikte insanlığı hızla belirsiz bir yıkım ve sona doğru götürüyor. Her şeyi metalaştıran kapitalizm, yaşam gibi ölümü de metalaştırarak insanlığı çaresizliğe ve yıkıma doğru sürüklüyor.

Halk Düşmanı Faşist İktidar Yargılanmalıdır!

Deprem yerkürenin  doğal bir harektliliğinin sonucudur, insanlar için bir felaket haline gelmesi ise, toplumsal sistemin sınıfsal karakteriyle doğrudan ilgilidir. Bilim ve buna bağlı olarak teknolojinin gelişmediği zamanlarda insanların doğal felaketlerden daha büyük zarar görmesi doğaldı. İnsanlık doğanın hareketini öğrendikçe onunla uyumlu yaşamasınıda öğrendi.

2023 Seçimlerinde okun sivri ucunu neden hakim sınıf kliklerinden en gerici en faşist olanına yöneltmek zorundayız ?

Başta Emek ve Demokrasi Bloğu olmak üzere halk güçlerinin önemlice bir kesimi 2023 seçimlerinde Tayip Erdoğan ve AKP ve MHP dinci faşist iktidar blokunun önünün kesilmesini; günün isabetli siyasi taktiği olarak belirlemişken, ancak ne var ki bir kesim sol-sosyalist ve komünist güçler ise, bunun aksine; “bir faşisti indirip yerine bir başka faşistin gelmesi için oy kullanamayız” diyerek, cumhur başkanı seçiminde ‘boykot’ taktiğini, günün isabetli taktiği olarak ileri sürmekte.

Birazda Muziplik

1) Kadrolar sürekli birliktelik (mutluluğu dışarda arama) yarışına sürüklenir.

2) Yarışı beceremeyenler, geri kalanlar veyahutta ret edenler diskalifiye olur.

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

Sizde bizi kandırmıyorsunuz değil mi...

Ah... devrimci demokrasiciğim... ah....

İnsanların ilişkilerini kınarken, kınadığı insanlarla bozulan arasını düzeltmeye gelenlere kınadığı ilişkilerle yakalanmak....

Ve yahutta....

Sayfalar