Pazartesi Mayıs 20, 2024

Alevilerin cennette zaten işi yok

 

TRT’de yayınlanan Açı programında Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Rektörü Sedat Laçiner’in Şiilik ve Şiilerle ilgili söylediği bir söz günlerdir sosyal medyada “Aleviler cennete gidemez” şeklinde yer alıyor ve kendisine ‘Aleviyim – Kızılbaşım’  diyen kimi basın yayın organları, kişi ve kurum temsilcilerince de Alevilere yapılan bir hakaret olarak algılanıyor ve kamu oyuna da öyle yansıtılıyor.

 

Burada söylenenleri doğru anlamak ve buna göre gerekli/doğru tepkiyi vermek için Laçiner’in söylediği söze bir daha bakalım. “Sadece Irak’ta değil Körfez’de de Şiiler var, Kuveyt’te de. Şimdi bir insanın Şii olması Hıristiyan olmasından kötü, çünkü Hıristiyan nihayetinde ehli kitaptır; üç dinden bir tanesindendir. Allah onu selamete de erdirebilir, belki(!) cennete de koyabilir. Şiilikte ise sapkınlık var orada dini bozmaya çalışmak var” demişti Laçiner.

 

Öncelikle, Rektörlük payesi alabilmiş olabilmiş birisinin inançlar arasında böyle bir ayrımcılık, aşağılama, kötü gösterme veya küçük düşürücü içerikte değerlendirme yapmış olması, bilim adamı kimliğiyle ve akademisyenlikle uyuşmadığı gibi, aynı zamanda sağlıklı bir ruh haline de sahip olmadığını da gösterir ki, bu tavır şiddetle kınanmalı ve protesto edilmelidir.

 

Ama asıl üzerinde durmak istediğim önemli bir ikinci konu vardır ki, o da rektörün yaptığı değerlendirmeyi Şiilikle ilgili yapmasına rağmen kimi Alevilerin, Alevi kurumların temsilci ve yöneticilerinin söylenen sözleri “Aleviler cennete gidemez” şeklinde yansıtmaları ve bu tanım üzerinden çeşitli tepkilerde bulunmalarıdır.

 

Sedat Laçiner, hakaret içeren konuşmasında “Alevi-Bektaşi-Kızılbaş” sözcüklerini değil “Şii” sözcüğünü kullanmıştır. Sözkonusu konuşmada ‘Alevi-Bekteşi-Kızılbaşlara’ değil, ama’Şiiler ve Şiilik’ mezhebine bir hakaret olduğu kesindir. Doğal olarak da Şii - Caferilerin temsilcileri bu konuşmaya kendi pencerelerinden bakıp “ihtilal döneminde bile kimse bizim mezhebimize dil uzatmadı” diyerek tepki göstermiş ve Laçiner’i mahkemeye vereceklerini beyan etmişlerdir.  

 

Bu noktada Alevilere, Alevi kurum yöneticilerine ve Kanaat  önderlerine seslenmek istiyorum…

 

Eyy, Alevi örgütü yöneticileri,  

Eyy, Alevi aydınlar, yazarlar,

Eyy, Alevi kanaat önderleri,

 

Bırakın  bu Ebu Suud özentili fetva veren rektörü..

Belli ki, o adam ırkçı, gerici zihniyetin bir temsilcisi,

Belli ki,  o ülkeyi yönetenler misali kafatasçı,

Belli ki,  o kişi rektör olmuş olsa da, aslında  ‘cahil’ olan biri…

Bırakın onu bu haliyle, kendisiyle baş başa kalsın… 

 

Burada daha önemli olan bir şey var, gözlerimizden, dikkatimizden kaçan…

Onun söyledikleri ‘Şiiler ve Şiilikle’ ilgili..

Ola ki, o konuşmada ‘Alevi’ sözcüğünü de kullanmış olsun.

 

Nasıl olur da bizler, bu Şiilik ve Şiilere hakaret içeren konuşmayı “Aleviler cennete giremez” şeklinde algılıyoruz, kamuoyuna da böyle yansıtmaya çalışıyoruz?

 

Derhal altı kalın çizgilerle çizilmesi gereken olgu, biz Alevi ve Kızılbaşların, Şii ve Caferi olmadığımız gibi, “cennet – cehennem” gibi bir anlayışımızın da olmadığı gerçeğidir.

 

Cennete gitmek deyimine gelirsek göreceğiz ki, Alevilikte ölmek, ‘Hakka yürümek’,’don değiştirmek’ deyimi ile ifade edilir.  Başka inançlardan farklı bir ölüm anlayışı vardır ve Alevi Kızılbaşlar bundan ötürü de "ölüm yok", ya da  "ölüm ölür biz ölmeyiz" derler. Alevilikte öldükten, yani ‘hakka yürüdükten’, ’don değiştirdikten’ sonra çeşitli biçimlerde yeryüzüne tekrar gelineceğine, bu yeryüzüne geliş gidişlerin ‘insanı kâmil’ olana kadar süreceğine ve olgunlaşan insanın geldiği kaynağa geri dönerek yaradanla bütünleşileceğine, hakkın varlığına kavuşulacağına inanılır. Yani her şeyin bir canı olduğu, her şeyin aslına döndüğü ‘Devriye’ olgusu vardır.

 

Alevilikte ‘Devriye kuramı’ ile, ‘Cennet – Cehennem’ olgusuna ilişkin o kadar çok bilgi, deyiş var ki, bunlardan birkaçını paylaşayım istiyorum.

 

Alevi ozan Sırrı Baba diyor ki:

 “Cihan var olmadan ketmi ademde / Hak ile birlikte yektaş idim ben /

Yarattı bu mülkü çünkü o demde / Yaptım tasvirini nakkkaş idim ben /

 

Harabi de Vahdetname’de :  

“Daha Allah ile cihan yok iken / Biz ani var edip ilan eyledik

Hakk'a hiçbir layik mekan yok iken / Hanemize aldik mihman eyledik”

 

Yunus Emre’nin “cennet, cennet dedikleri / Birkaç köşkle birkaç huri  / İsteyene ver sen onu /  Bana seni gerek seni” dizelerinde de görüldüğü gibi Alevi-Bektaşi-Kızılbaşlıkta mükâfat veya cezaya dayalı bir  ‘cennet – cehennem’ olgusu ya da felsefesi yoktur.

 

Hallac- Mansur misali “enel hak” diyen bir felsefede cennet ve cennet olgusundan zaten sözedilemez.

 

Kaygusuz Abdal’ın “Duydum köprü yaptırmışsın / Has kulların geçsin diye / Onlar şöylecene dursun /Yiğit isen sen geç tanrı”  deyip Tanrıyla konuşan, onu eleştiren;

 

Ya da Ali Budak’ın  “Can içinde canan sensin / Gözlerimde üryan sensin / Cennet cehennem diyerek / Kandıran sen değil misin?”  diyerek tanrının insanı kandırdığını sorgulayan bir anlayışta cennet cehennem olgusu olabilir mi?

 

İsterseniz devam edelim biraz daha….  

 

·  ‘Ölümden korkum yok, o benden korksun / Cehennem var ise, günahım yaksın /

 Cennet güzellikleri seyrana çıksın  / Sevgi muhabbete özendim, yeter’ 

 (Ali İzzet Özkan)

·  ‘Ey dostum ölenler geri dirilmez,  / orda sual sorulması yalandır /

 Cennet cehennem hepsi burda, / orda mahşer kurulması yalandır’   

(Kul Ahmet)

·   ‘Irmaklarından şaraplar akacak’ diyorsun,  /   Cennet-i ala meyhane midir? /

 Her mümin'e iki huri vereceğim diyorsun,/Cennet-i ala kerhane midir?’

(Ömer Hayyam)

·   ‘Bize aşk şarabında sun saki, /  bize cennetteki kevser gerekmez’     

(Yunus Emre)

 

Dörtlüklerden de anlaşılacağı gibi bu felsefe, “cennet de, cehennem de bu dünyadadır”  düsturuna ve “cenneti de cehennemi de başka cihanda arama’’ diyen bir argümana sahipken yapay ve ilgisiz cennet-cehennem tartışmalarıyla neden zaman kaybediyoruz? Neden Devriye kuramı bu felsefenin olmazsa olmazlarındayken, cennet ve cehennem gibi İslamiyeti çağrıştıran bir söyleme bu kadar prim veriyoruz?

 

Yapmamız gereken, bizleri yapay polemiklerin içine çekmeye çalışanlara bilerek veya bilmeyerek pirim vermek değil; onların yarattığı gündemin peşinde koşmak hiç değil; yapmamız gereken bizim ne olduğumuzu, nasıl yaşamak istediğimizi doğru bir şekilde ifade etmek ve buna uygun politikaları her platformda hayata geçirmeye çalışmaktır.

 

Aleviliği kendine özgü kuralları, ritüelleri olan, insanı, yaşamı, tanrıyı algılayışı ve kavrayışı farklı olan, sosyal konulara da cevap veren ayrı – özgün bir kültür, felsefe ve yaşam biçimi’ gibi tarif etmeyen her türlü düşünce ve bu düşüncenin savunulmasına hizmet etmeyen anlayış, Alevi Kızılbaşlığa değil, ancak ve ancak asimilasyona hizmet eder.

 

 

108513

Kürt Kerbelası‏

 

Boyunlarına ip geçirerek bir duvarın üzerine dizdikleri küçücük çocukları aşağı itip boşlukta sallandırarak boğuyorlar. Çocuklar çırpına çırpına can verirken o vampirler, "Allah Allah" naraları ile onların can çekişini seyrediyorlar.

Bu oyunu zor bozar

 

 

Tarihte, zorun rolü üzerine çok şeyler söylenmiştir. Özellikle sınıfsal zorun ortaya çıkışı, varlığı ve uygulanması konusunda, burjuvazinin ideologlarıyla Marksistler arasında ciddi bir ayrım konusu yaşanmış ve yaşanmaktadır. Burjuvazi, kendi sınıfsal zorunu meşru görürken, ezilenlerin, özellikle de işçi sınıfının burjuvaziye karşı uyguladığı devrimci zorun adını bile duymak istemediği gibi, bunu “toplumsal etik dışı” olarak, son yılların burjuva moda deyimiyle,  “terörist” eylemler olarak kriminalize etmeye çalışır.

On İki İmamlar Alevi Olabilir mi ? 1-2

“…Bir insanın arınmışlık düzeyi en güzel sahip olduğu hoşgörüyle, anlayış ile ölçülebilir. Arınmış insan başkalarını yargılamaktan uzak, olayları ve insanları çok geniş bir bakış açısı ile görebilen, hoşgören, olaylar karşısında sukunetini yitirmeyen, her şeyi doğallıkla kabul eden bir yapıdadır. İyi yada kötü diye ayrımları yapmaktan kaçınır, sevgisi bütüne, herkese ve her şeyedir. Hoşgörüsündeki yükseklik, onun bu sevgiyi bu şekilde eksiksizce ve adilce aktarabilmesini sağlar. Korku ve endişelerden hemen hemen tamamen uzaklaşmıştır.

Minaresiz Camiler ve Alevi Asimilasyonu

 

Dedeler var hoca olmuş bir nevi
İhtirasa kurban edilmiş sevi
Minaresiz cami gibi cemevi
Aleviyi namaz kılarken gördüm

(Ozan  Emekçi)

 

Bazı Milliyetçi Ermeni Aymazlara Zorunlu Cevap! Hasan Aksu.‏

 

İnsan eğer ırkçılık, milliyetçilik ve şovenizmden ideolojik gıda alıyorsa; her şart ve koşulda diğer ulus ve azınlıklara kin nefret ve kan kusarak nemalanıyorsa; adı ne olursa olsun sosyalizm ve de komünizm düşmanlığı yapıyor demektir. Çünkü her türlü milliyetçilik yaşanan örnekleriyle hepimizin malumudur.

T.“C”NİN HÜLASASI: “HAYATA DÖNÜŞ” HAREKÂTI’NDAN ROBOSKÎ’YE![1]

 

“Acı veriyorsa geçmiş;

geçmemiş demektir.”[2]

 

“Geçmiş” diye sunulan ama bugünden, yani T.“C” hülasasına denk düşen “Hayata Dönüş” harekâtı’ndan Roboskî’ye uzanan vahşetten söz etmek; egemen hukuk(suzluk), zorbalık, şiddet tarihinin sayfalarında gezinmektir.

Kolay mı?

BE ZİMAN JÎYAN NA BE![1]

 

“Yaradılış gözyaşı vermiş bize,

acıma çılgınlığı vermiş,

İnsan artık dayanamaz gibiyse,

 üstelik

Ezgiler, sözler bağışlamış bana, yaramı

Bütün derinliğiyle dile getireyim diye;

Ve acıdan dili tutulunca insanın,

bir Tanrı

Çektiğimi anlatayım diye

bana dil vermiş.”[2]

 

Paris katliamının failleri ve düşünülmeyenler

 

KÜRT MESELESİNDE EVRİM Mİ KANSIZ DEVRİM Mİ?

 

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın hayret verici çalımının gölgesinde süren Devlet-Öcalan görüşmesi -bana ümit vermese de- tereddütsüzce desteklenmelidir. Desteklenmelidir, çünkü anlaşma sağlanırsa hiç değilse savaş duracak ve artık gençler ölmeyecek. Bir de cezaevlerindeki binlerce insan dışarı çıkacak. Sadece bu iki nedenle de olsa görüşmelerin mutabakatla sonuçlanması için taraflar adım atmaya teşvik edilmelidir.

 

KÜÇÜK BURJUVAZİNİN ÖZGÜRLÜĞÜ ARADIĞI YER

Küçük burjuva aydınları sosyalizmi sevmezler. Gerçekte, onların sevdiği düzen, kapitalist sistemdir. Kapitalist sistemin kendilerine dokunmamasını isterler. Onların tek istekleri; “özgürce yazmak”, “özgürce sanatlarını gerçekleştirmek”... Ancak, bu kutsal “özgürlüğün” içinde, kapitalist sistem tarafından ezilen işçi ve emekçilerin özgürlüğü yoktur. Onlara göre, işçi ve emekçilerin görevi; kapitalist iş bölümü gereği sermaye sahibine artı-değer üretmek...

İSLÂMCI-MUHAFAZAKÂRIN ZİHİN HARİTASINDA BİR GEZİNTİ: “NASIL BİR KADIN(LIK)”?[*]

 

“Biri kurbağa öper,

biri yüzyıllarca uyur,

biri 7 cüceyle yaşar,

biri kuleye kapatılır.

Bir masal prensesi olsan bile

kadınlık zor.”[1]

 

1. Arap-İslâm İmgeleminde Kadın: Arzu ve Tehlike

 

Sayfalar