Cuma Mayıs 3, 2024

12 Eylül yargılandı... mı?

“Eğer biz imkânsızı yapmazsak,olanaksız ile karşı karşıya kalacağız.”[1]

Geçtiğimiz günlerde, Türkiye 12 Eylül darbesi aktörlerini “yargıladı”, “mahkûm etti”, hatta mahkeme darbeci generallerin “rütbelerinin sökülmesine” hükmetti…

Böylece, onyıllar sonra da olsa, “adalet yerini bulmuş”, ülke “darbe geçmişiyle hesaplaşmış”, ve bu yolla da “demokratikleşme yolunda çok önemli bir adım atılmış” ve hatta (galiba) “ileri demokrasi”ye geçilmişti…… mi?

Kuşkusuz fark etmişsinizdir; bu ülkede siyaset, kanayan yaralarını sağaltma adına, tarihsel-toplumsal koşulların, iç-dış konjonktürün dayattığı adımları “çok geç, çok az, çok saptırılmış/sulandırılmış” bir biçimde atmanın üstadıdır. “Kürt sorununu çözüyoruz” denir, seçmeli Kürtçe derslerle, TRT Şeş’le filan idare edilir; “Alevîlerin kimliğini tanıdık,” denir; devlet büyüklerinin Hacı Bektaş Veli şenliklerinde boy göstermesiyle yetinilir; “kadınlara yönelik şiddeti önledik”, denir, hâkime, savcıya, polise kurslar, Cuma hutbeleri, kadındansa “aile”yi korumayı hedefleyen bir yasa ile sorun baştan savılır; “taşeronu kaldırıyoruz” denir, taşeronlaşma yaygınlaştırılır…

Bu nedenledir ki “çözüm” adına atılan adımlar, genellikle “sorun”u daha da vahimleştirmek, yaraları kangrene dönüştürmekten öte bir anlam taşımaz. Bu, egemenlerin “yönetme” biçimidir; yani ezilenler ve sömürülenler üzerindeki baskıyı, her karşı çıkış dalgası yükseldiğinde şekil değiştirerek sürdürme taktiği…

AKP iktidarının bu “idare-i maslahat” sanatında usta olduğunu hepimiz teslim etmeliyiz. İktidara geldiğinden bu yana, bu ülkenin kronikleşmiş pek çok sorununu “çözüyormuş” gibi yapıp kendi “restorasyon” girişimine dolgu malzemesi kılmakta (ve kabul etmek gerekir ki her seferinde kimi “muhalifler”i “müttefik”e dönüştürmekte usta…

12 Eylül’ün bir ayağı çukurda iki generalinin yargılanması da -12 Eylül darbesinin (karşı) “taraf”ını oluşturan devrimcilerin cansiperane çabaları bir yana- iktidar açısından böyle bir farsın sahnelenmesinin ötesine geçmedi. 2010 Anayasa değişikliği referandumuna, liberalleri ikna etmek üzere son dakikada eklenmiş bir elma şekeriydi, kabul edildi. Dava gerçekten açıldı. Yargılama, ileri yaşın her türlü arazıyla malûl iki “hazret”in gıyabında sürdürüldü. Başka hiç kimseye “bulaştırılmaması” hususunda tüm heyetin aşırı özeniyle. Ne bir komutan dâhil edildi yargılama sürecine, ne bir er, ne bir gardiyan, ne bir istihbarat görevlisi, ne bir polis amiri, ne bir memur… 4 yıllık karabasan, ev baskınları, gözaltında kaybedilenler, onca işkence, idamlar, bütün bir toplumu lâl eden devlet terörü, sansür… Sanki iki iblisin yazıp sahnelediği sürreel, şom bir oyundu; o ikisini yuhalayıp sahneden kovaladığımızda “olmamış” sayabileceğimiz. Nitekim, yeni devletlûlar, oyunun sonunda; “haydi artık, soğutun yüreklerinizi” deme yüzsüzlüğünü gösterdiler bizlere; “adamlar 100 yaşına merdiven dayamışlar; cezaevine atsak ne olur. Hem bakın, rütbeleri de söküldü; öldüklerinde devlet töreni de yapmayacağız… Unutun olup bitenleri.”

Neyi unutalım? Nasıl soğutalım yüreğimizi? Er Kenan Evren ile er Tahsin Şahinkaya’nın, diğer kafadarlarıyla birlikte yaptıkları darbeyle idam edilen, işkencelerle katledilen, bir kısmının kemiklerini hâlâ aradığımız yüzlerce canımızın, cezaevlerinde, işkencehanelerde karartılan hayatlarımızın üzerine sünger çekerek mi? 12 Eylül zulmünün dönüştürdüğü devlet mekanizmasının 1990’lar boyunca Kürtlere kan kusturmasını bağışlayarak mı? Yoksa 12 Eylül rejiminin arkaplanını ve yapısal nedenini oluşturan neo-liberal ekonomik politikanın bu ülkenin tüm işçileri, emekçileri, esnafı, küçük işletmecilerini sürüklediği cehenneme “istikrar rejimi” diye alkış tutarak mı? Ya da hâlâ 12 Eylül’cülerin topluma geçirdiği deli gömleği Anayasa altında, bu Anayasa’nın topluma dayattığı kurumların cenderesinde yaşamakta oluşumuzu görmezden gelerek mi? Söyleyin, nasıl?

Kabul etmek gerekir, Türkiye siyasetinin kronikleşmiş sorunları zamana yaya yaya, sulandıra sulandıra, sündüre sündüre “çözme” alışkanlığı, geriye insanın havsalasını zorlayan tuhaflıklar bırakıyor. Son vak’ada, ülkenin son otuz küsûr yılını, “Anayasa’yı ve TBMM’yi ortadan kaldırmaya ve görevini yapmasını engellemeye teşebbüs suçunu işledikleri, 12 Eylül 1980’de de cebren Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nı tağyir, tebdil veya ilgaya ve bu kanun ile teşekkül eden TBMM’yi ıskat ve cebren men” suçunu işledikleri gerekçesiyle TCK’nın 146/1. maddesi gereğince ağırlaştırılmış müebbede mahkûm edilen bir kişinin hazırlattığı bir Anayasa altında geçirmiş olması, ve mahkûmiyet kararıyla kadükleşmiş aynı Anayasa’yla kimbilir daha kaç yılını geçirmeye mahkûm olduğu gibi…

Bütün “devletlû”ların aklımızla alay etmelerine daha ne kadar izin vereceğiz, acaba?

 

24 Haziran 2014 10:05:11

 

N O T L A R

[*] Newroz, Yıl:8, No:253, 27 Haziran 2014…

[1] Murray Bookchin.

93137

Sibel Özbudun

1956 yılında,İstanbul'da doğdu. Üsküdar Amerikan Kız Lisesi'nden mezun olduktan sonra, Fransa'ya giderek, üç yıl süresince Fransa'da dil ve Paris VII ve Paris X Üniversitelerinde sosyoloji öğrenimi gördü. Türkiye'ye döndükten sonra,İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Antropoloji Bölümü'ne girdi. Mezun oldu. Uzun süre yayıncılık (Havass ve Süreç Yayınları) ve çevirmenlik yapan Özbudun;

 

1993 yılında, Hacettepe Üniversitesi Antropoloji Bölümü'nde yüksek lisans eğitimi görmeye başladı. 1995 yılında,aynı bölümde araştırma görevlisi oldu. Doktorasınıda aynı üniversitede verdi. İngilizce, Fransızca ve İspanyolca bilen Özbudun'un çok sayıda çevirive telif eseri bulunmaktadır.

     Blog

 

sozbudun@hotmail.com

Son Haberler

Sibel Özbudun

Siyasi Tutsakların Tecridi Kırma Mücadelesinin Neresindeyiz? (Yorum)

Emperyalist kapitalist sisteme karşı mücadele eden devrimcilere, komünistlere karşı hemen her ülkede gözaltı ve tutuklama sistematik bir şekilde devam ediyor.

Bu sistematik durum, bu faşist devletler nezdinde tutuklananların her gün daha da derinleşen br şekilde tecrit altında bırakılması anlamına da geliyor.

Egemenler dünyanın dört bir yanındaki devrimci ve komünistlere dönük saldırılarını, katletmekle bitiremediğinde esir alma, tutsaklar üzerinden muhalif güçleri, toplumu sindirme, hapishaneleri bu sindirmenin en önemli aracı haline getirmek hedefiyle yürülüğe sokmaktadır.

Artsakh (Dağlık Karabağ) Tehciri: Stalin Düşmanlığı ve Sosyalizme Saldırı

Uluslararası alanda sömürü, baskı, saldırı ve ilhaklar son dönemlerde katbekat artmış ve katmerli boyutlara tırmanmıştır. Emperyalist devletler ve onların güdümündeki gerici devletlerin, tüm ezilen sınıflar ve toplumlar üzerindeki saldırı furyası, had safhaya ulaşmış durumda. Öyle ki, uluslararası hakim sistem bir taraftan mevcut sorunların bedelini giderek ezilen yığınlara ve mazlum uluslara daha fazla yüklerken diğer taraftan saldırılarını da daha acımasız ve daha şiddetli boyutlara tırmandırmış durumdadır.

Garod – “Hasret” (Nubar Ozanyan)

Halkların coğrafyaları suç ve cinayet örgütü gibi çalışan devletler tarafından zorla boşaltılıyor. Soykırım, işgal, tehcir zulmüyle toprakları cehenneme dönüşen halklar; belirsizliğe, bilinmezliğe, karanlığa doğru zorla sürülüyor. Boyunlarında geleceksizlik zinciriyle birlikte adına yaşamak denilen zulme mahkum ediliyor.

Gerilla, haktır ve halktır (Nubar Ozanyan)

Sınırları ateşten ordularla kuşatılmış her dört parça toprakta, yaşam ve var olma hakkı ellerinden zorla gasp edilmiş Kürt halkının, direnme ve isyan etmekten başka çıkış yolu var mıdır? Kürtlere, ezilenlere kıyamet yaşatılırken her bir karış toprağına ölüm yağdırılırken, en dezavantajlı koşullar altında gerilla, çıplak elleri ve cesur yürekleriyle özgürlükleri uğruna savaşmaya devam ediyor.

TURAN TALAY’IN ANISINA…

Onu maalesef ki çok erken denilebilecek bir yaşta, henüz 68’indeyken, 11.10.2023 tarhinde yitirdik. Bu ani ve erken ölümü tüm sevenlerini, yoldaşları ve dostlarını derinden sarstı ve acılara boğdu.

Akciğer kanserine yakalanmıştı. Hastalık, özelliklede ikinci kez nüksettikten sonra çok hızlı ve sinsi bir şekilde gelişti. Öyle ki doktorların her şeyin normal göründüğünü söylediklerinin kısa bir süre sonrasında yapılan muayende, kanserin kafaya sıçradığı ve de yayıldığı tespit edildi. Artık tıbben yapılabilecek bir şey de yokmuş. 

Emperyalist Kamplar Arasına Sıkıştırılmış Bir Halk: Filistin

Filistin-İsrail sorunu olarak bilinen ve esas olarak da Filistin topraklarında İsrail'in kurulmasının teorik ve politik temeli 1890'lı yılların sonunda atılıyor. 1. emperyalist paylaşım savaşıyla koşullar olgunlaştırılıyor. 2. emperyalist dünya savaşı sonrası ise emperyalist burjuvazi, Filistin'i parçalamayı ve orda İsaril devleti inşa etmeye karar veriyor ve bunu Filistin halkının soykırıma uğratma pahasına gerçekleştiriyorlar. Alman emperyalizmi tarafından soykırıma uğratılan yahudi halkı, bir başka ulusu (Filistinlileri) soykırıma uğratarak kendi ulusal varlığını inşa ediyor.

Hazan Ayının Şehitleri

Kasım, proletarya partisinin en değerli kadro, komutan ve savaşçılarının katledildiği aylardandır.  Hüzün ve öfkenin birlikte yaşandığı aydır. III. Konferans delegelerini, komünist önder Mehmet Demirdağ’ı ve Aliboğazı şehitlerini hep bir hazan ayında kaybettik. Zafere açılan kapıyı adım adım aralayan, özgürlüğe giden yolu damla damla döşüyen Kasım ayı şehitlerimiz tarihin yüceliğine kavuşanlardır. Onlar, yarınların mutlak yenenleri olarak yazılacaktır parti ve devrim notlarımıza.

“Durum İyidir, Gerçekler Devrimcidir”

Yaşadığı dönemin özelliklerini anlayarak, savaşın hükmüne, zorun değiştirici rolüne inanan, sınırlı yaşamını sınırsız davaya adayan önder yoldaş Mehmet Demirdağ ölümsüzdür! Özgürlüğü ve kurtuluşu herkesten ve her şeyden daha fazla isteyen bu uğurda emeğin eğittiği bilinçle savaşarak şehit düşen proletarya partisinin dördüncü genel sekreteri Mehmet Demirdağ yoldaşı üstlendiği öncü pratik ve önder duruşuyla tanırız.

Yalım Nubar’dan Ozanyan Nubar’a Süren Hikaye Bizim!

Botan’dan Yozgat’a dek uzanan toprakların bağrından çıkıp İstanbul Ermeni yetimhanelerinde okumaya gelip, orada bilge önder İbrahim Kaypakkaya yoldaşın devrimci görüşleriyle tanışan ve tutkuyla bağlanan yoksul Ermeni çocukların hikayeleridir, Ermeni devrim şehitlerimizin hikayeleri.

Onları doğdukları topraklardan koparıp buruk ve sancılı bir şekilde İstanbul yollarına düşüren tarihsel gerçeklerin yanında yokluk ve yoksulluktur da. Onları İstanbul yolculuğuna çıkaran çaresizlik, yalnızlık, sahipsizliktir.

Mısır'ı Mesken Tutan Türk Tekelleri

Deutsche Welle (DW)'de Aram Ekin Duran'ın, „Türk Şirketleri Mısır'a Kaçıyor“ adlı bir haberi yayınlandı. Sıradan bir haber gibi gözüküyor, ama, Türkiye ekonomisinin ve Türk devletinin niteliğini araştıranlar, sorgulayanlar için küçük bir haber olmaktan öte bir anlam taşıyor. Özellikle de kendine ML ve Maoist diyen komünist örgütler için daha fazla önem taşıması gerekiyor.

Hesaplaşma mı? Kutlama mı?

Faşist TC devleti hem ülke içinde hem de bölgesel düzeyde, resmi ve sivil militarist güçleriyle başta Kürt halkı olmak üzere demokrasi ve özgürlükten yana olan herkesi yok etmek ve devlet terörüyle susturmak için çalışmaya devam ediyor. Bu süreç aynı zamanda TC’nin kuruluşunun da yüzüncü yıl dönümüdür.

TC, yüz yıl önce Osmanlı yıkıntıları üzerinde tekçi bir zihniyetle kuruldu. Ermeni soykırımında, diğer azınlık halkların yok edilip sindirilmesinde aktif rol alan ittihatçı birçok ırkçı kadro da kuruluş sürecinde rol aldı.

Sayfalar