Perşembe Nisan 25, 2024

Tecrit, direniş ve ailelerimiz

kaypakkaya-partizan
Unutmayalım ki beyinlerdeki tecritti parçalamadan hapishanelerdeki, hücrelerdeki tecritti parçalayamayız.

 

Hapishaneler tarihsel süreç içerisinde her daim sınıf mücadelesinin bir parçası ve sonucu olarak var olmuşlar ve aynı zamanda sınıf mücadelesinin de devam ettiği mekânlar olmuşlardır.

Bu anlamda ülkemizde de mücadelenin bir parçası olarak hapishaneler bu kavgada büyük çatışmalara sahne olmuş; egemenlerin ideolojisi olan burjuva feodal ideoloji ile ezilenlerin ideolojisi olan devrimci proleter ideoloji arasındaki savaşa tanıklık yapmıştır. Bu savaşta devletin faşist niteliğinde iki sınıf arasında yaşanan çatışmanın boyutunun çok daha keskin ve amansız olduğu, devletin katliam, baskı ve işkenceleriyle dolu olduğu görülecektir. Katliam ve soykırım üzerine kurulu kanlı tarihinin bir yansımasını da hapishanelerde görüyoruz.

Baktığımızda faşist TC’nin kanlı hapishaneler tarihi,  İstiklal Mahkemelerinden idam sehpalarına, ’80 askeri faşist darbeden, Mamak, Metris, Davutpaşa’ya, Amed’e yaşanan vahşete, zulüm, işkence ve katliamlara, ’82-84 ölüm oruçlarına. Eskişehir tabutluklarından, Buca, Ümraniye, Amed katliamlarına, ’96 ölüm oruçlarına... Ulucanlar’dan Burdur’a 19-22 Aralık 2000 hapishaneler katliamlarına ve F tiplerine kadar uzanmaktadır.

Ancak şu da bir gerçek ki zulmün, baskı ve katliamların olduğu yerde başkaldırı isyan ve direnişlerde kaçınılmazdır. Bu anlamıyla Türkiye hapishaneler tarihi baskı, zulüm, işkence ve katliam tarihi olduğu kadar ulusal hareket ve Türkiye devrimci hareketi açısından da direniş başkaldırı, mücadele ve zaferler tarihidir de. Bu noktada yurtsever, devrimci ve komünist örgütler oldukça büyük ve zengin deneyimlere tecrübelere de sahiptir. Ve büyük direniş ve mücadele gelenekleri yaratılmıştır.

Bu saldırı ve katliamların sadece devrimci komünist tutsaklara sınırlı olmayıp, tüm topluma yönelen kapsamlı, büyük, keskin ve çetin çatışmaların yaşandığı, bir o kadar da karşısında örülen direnişlerinde en görkemlisinde tanıklık yaptığımız süreçlerden birisi 19-22 Aralık 2000’de, 22 hapishaneye birden gerçekleştirilen hapishaneler katliamıyla tutsakların F tipi tecrit hapishanelerinin açılmasında yaşandı.

Faşist devlet 28 devrimci tutsağı katledip, yüzlerce tutsağı yaralayıp, sakat bırakarak, büyük bir katliam ve vahşetle tecrit hapishanelerini yaşama geçirdi. Ama bu kazandığı anlamına gelmiyordu. Devlet fiziki olarak tutsakları hücrelere koymuştu ama teslim alamamıştı. Teslim alması demek, onları ideolojik, politik kimliğinden arındırıp, inançlarından, devrimci ve komünist kişiliğinden soyundurup örgütünden koparıp soysuzlaştırarak, sınıf mücadelesinin dışına itebilmesi demektir. Faşist devlet katliamlar yapmış, tutsakları tecrit hapishanelerine koyup, toplumdan, birbirlerinden fiziken koparıp yalıtmıştı ama istediği, hedeflediği zaferi kazanmıştı.

Tam tersine aldığı darbelere rağmen ideolojik olarak kazanan devrimci ve komünist tutsaklar, Türkiye Devrimci Hareketi idi. F tipi tecrit hapishanelerinin yaşama geçirilişinin üzerinden 14 yıl geçmesine rağmen kazanamadıklarını, yenilgilerini devletin kendisi, Kasım (2014) ayında ÇTE müdürlüğü imzalı bir genelgeyle devrimci ve komünist tutsakları örgütlerinden, mücadelelerinden, koparamadıkları biçiminde itiraf etti bir kez daha. Faşist devlet bu savaşta ideolojik olarak yenilmiş olsa da savaş bitmiş değil, devam ediyor. Devrimci ve proleter ideoloji ile faşist sistemin ideolojisi olan ideoloji sürekli çatışma halinde, çatışmanın bitmesi yaşamın durması anlamına gelir. Bugün kazanan devrimci proleter ideoloji… Ama faşist devlet bunu tersine çevirmek için hiçbir saldırı aracını kullanmaktan çekinmiyor. Hatta dünkü açık faşist saldırısından daha tehlikeli biçimde zaman ve mekâna yayılmış bir tecrit ve tredman politikalarıyla yaşama geçirmeye çalışıyor bu saldırıları. Düşman tecritte bazen açıktan, bazen de görünmez biçimde ama sürekli ve kesintisiz olarak ideolojik, politik, fiziki saldırı amaçlarını kullanarak tutsağı yalnızlaştırıp, bireyselleştirmeyi, bencilleştirmeyi, özünden koparıp, devrimci değerlerinden uzaklaştırmaya ve nihayetinde, örgütünden ve örgütlü mücadeleden koparmaya çalışıyor.

Devrimci ve komünist tutsaklarsa kuşkusuz bu saldırıların panzehiri olan direnişi büyüterek karşılık veriyorlar. Tecrittin yalnızlaştırıp, bireyselleştiren yönünü alternatif devrimci kolektif ruhu harekete geçirip, örgütleyerek, örgütsel mekanizmalarını kurup, koruyarak, üreterek yaşamı kendini tekrar tekrar yenileyip, kolektif güçle birleştirerek, tecridin dar duvarlarını, dar dünyasını parçalayıp, devasa sınıf mücadelesini parçası olarak, onu besleyip büyütebiliyorlar.

Ancak şu da bir gerçek ki devrimci ve komünist tutsaklar tecrit, tredman saldırısına karşı, direniş ve mücadelenin öznesi olsa da tek parçası değiller. Bunun bir de dışarı, aileler ortak kolektif yapı ve toplumsal muhalefet ayağı da var. Nasıl ki F tipi saldırısı sadece devrimci ve komünist tutsaklara yönelik olmayıp, tüm toplumu sindirmeyi ve teslim almayı hedefliyorsa; karşı koyuşta dün olduğu gibi bugünde dışarı-içeri ayağı birlikte örülerek aşılabilir. Dünyadaki tecritte karşı mücadele pratiklerine baktığımızda ancak içerdeki ve dışarıdaki mücadelenin birleştirilebildiğini pratiklerde tecrit saldırısı püskürtüle bilmiştir. Sınıf mücadelesi geliştirildiği oranda hapishanelerdeki direniş ve mücadele de geliştirile bilmiştir.

Bugün bunu ne kadar birleştirebildiğimiz sorgulandığında ciddi eksikliklerimiz olduğu görülecektir. 14 yıl boyunca tecrit hapishanelerinde devrimci ve komünist tutsaklar tarından fiili aktif, pasif olmak üzere birçok mücadele yöntemi kullanılmış, can bedeli direnişler örülmüş ama dışarı-içeri bütünlüğü tam olarak sağlanamamıştır. 2000’lerin ilk yıllarından sonra, dışarı ile içeri arasındaki uçurum daha büyümüş, aile örgütlenmelerimiz kendi kurumlarımızda dâhil tecrit kanıksanmaya başlanmış, hapishanelere karşı bir yabancılaşma olmuştur. Tutsak yakınlarımızdan ailelerimizden yoldaşlarımıza karşı hapishanelerde neler yaşanıyor yeterince algılanmamakta bunda duyarsızlığın, ilgisizliğin daha fazla apolitiklerin bulunmasında payı olduğu gibi bunlara karşı mücadele edilmememsi duyarsızlığı ilgisizliği daha da büyütmektedir.

Oysa biz tecritin temel amacını tutsakların sosyal bir varlık olan tutsakların düşüncelerinden, birbirlerinden, yaşamdan, toplumdan, dış dünyadan koparılarak ve yalnızlaştırılarak devrimci komünist kişiliğinden arındırılıp, ideolojik olarak imhasının olduğunu biliyoruz. Elbette bu saldırıların panzehiri direniştir. Ancak direniş soyut değil, somuttur. Tutsağın kendisini, yaşamını sürekli geliştirip, yenileyip ideolojik politik donanımlı artırmasından geçiyor. Tam da burada tutsağın dışarıdan maddi manevi beslenmesi güçlendirilmesi gerekiyor. Maalesef bu yönlü aile örgütlememizin kurum ve çeper örgütlenmelerimiz yeterli sahiplenici pratiği sergilemediğini görüyoruz. Bizim sarıp sarmalayamadığımızı, kolektif ruhu büyütemediğimiz durumda özellikle genç, yeni ve tecrübesiz insanların faşist devletin sistematik olan tecrit-tredman saldırılarına daha açık olmaları ve bu saldırılar karşısında yalnızlaşıp, gerileyip mücadeleden kopabiliyorlar. Koptuğunda da şaşırıyoruz. Oysa yenilenmeyen, gelişmeyen geriler, yenilir. Ortada yenilgi varsa hepimiz kendi payımızı da sorgulamak, onu ortadan kaldırmak, tutsaklarla dayanışmayı-özellikle de ağır tecrit altında olan, genç ve yeni tutsaklarla-büyütmek zorundayız.

Unutmayalım ki beyinlerdeki tecritti parçalamadan hapishanelerdeki, hücrelerdeki tecritti parçalayamayız.

İçerde-dışarıda tecritti parçalayalım!

(Gebze Hapishanesi’nden Tutsak Partizanlar)


1202

Son Haberler