Perşembe Nisan 25, 2024

Resim ıslak ben ıslak

2003'te İsviçre'ye iltica etmiştim. İbrahim bir sabah çıkıp geldi kaldığım kampa. "Yoldaş" dedi, "aile ortamını özlemişsindir."

Alıp evine götürmek istedi beni. Büroya adresini verdi. Çıktık yola. Kış, yollar kar, hava buz kesiyor. İki saatlik bir araba yolculuğundan sonra, “Geldik yoldaş.” dedi.
 Neuchatel Kantonuna bağlı La Chaux de Fonds'da dağların arasında küçük bir kasaba-şehir karışımı bir yerde kalıyorlar. Arabayı bir apartmanın önünde park edip, asansörle 5’ci kata çıktık. Kapıyı küçücük bir kız çocuğu açtı. Tatlı mı tatlı. Şipşirin. Bir ceylan yavrusu kadar ürkekçe bakıyor bana. Kaçmakla kalmak arasında bocaladı durdu önce.
"Baba kim bu?" gibilerden baktı.
"Unuttun mu kızım Hacı amcan" dedi, "hani ben gidip ta Almanyalardan alıp eski evimize getirmiştim ya."
"Ha, hatırladım, o amca bu mu?" dedi birden, sevindi, "eğil de boynuna sarılayım" dedi tekrar.
Ben gözlerimi üzerine dikince: "Ne yapayım amca boyun çok uzun"
Eğilip kucağıma aldım. Gıdıkladım. Gevrek gevrek güldü. Ardından ellerini boynuma doladı. Yanaklarımdan üç kez öptü. Yere indirdim sonra, kaçıp odasına saklandı. Uzun bir süre çıkmadı içeriden... Arada bir kapı aralığından başını uzatıyor, gözetliyordu bizi. Babası, annesi ne kadar dil döktüyse de odasından dışarı çıkmadı. Sonra dayanamayıp ben gittim odasına. Ranzasına, yanına oturdum.
“Sen gel salonda yanımızda otur” dedim, “gelmezsen şayet, ben senin odana gelir ve bu gece senin yatağında birlikte uyuruz.”
“Gerçekten mi” dedi, gözlerinin içi gülüyordu.
“Gerçekten…”
Sonra durup bir şeyler geçirdi aklından.
“Ama” dedi, “benim yatağım küçücük. Senin boyun çok uzun… Hem bu yatak ikimizi taşımaz.”
Yataktan kalktı, elimden tutarak beni salona götürdü.
“Anne, baba “ diye seslendi, “benim yatağım Hacı amcamla beni taşır mı? Kırılır de mi anne?”
“Kırılsın, yenisini alırız kızım” dedi İbrahim ve Fatoş.
Ceren gidip babasının dizlerinin dibine oturdu. Babası onun ipek saçlarını okşarken, o, gözlerini dikmiş beni izliyordu hâlâ.
Bir hafta kaldım İbrahimlerde. Biz üç arkadaş hep birlikte oynuyorduk; ben, Ceren ve abisi Uygar. Sürekli üzerime çıkıp çıkıp atlıyorlardı. Vücumda ağrıtmadıkları bir yeri bırakmadılar neredeyse. MP 3 çalarımı bile parçaladılar. Evden ayrılacağım gün okula gitmek istemedi ikisi de.
"Gitmesin Hacı amca, biraz daha kalsın."
Almanya’da, gecelerde, Basel’de yürüyüş ve anmalarda, Zürich dernek toplantılarında ve 1 Mayıslarda hep karşılaştık. Birlikte bayrak ve flama taşıdık. Bir daha hiç kaçmadı benden. Gözlerini de kaçırmadı.
Bu gece ölüm haberini duyunca, yıkıldım. İçimde her şey yıkıldı. Duygular ıslak, gözler ıslak, anılar ıslak…
“Bir Ceren “ceylan yavrusu” annesinden uzakta, bir başına nasıl yaşar?” dedim içim ağlayarak.
En son 1 Mayıs Kitap Standında karşılaştık. Az daha tanıyamıyordum Ceren’i. Büyümüş, boy atmış, çok güzel genç bir kız olmuş. Gelip boynuma sarıldı. Yanaklarımdan öptü.
"Kocaman kız olmuşsun" dedim, boyun da uzamış."
Güldü. "Sen bir de Uygar abimi gör" dedi, "boyu bir doksan." Konuyu kitaplara getirdi sonra:
“Amca öykülerini zevkle okuyorum” dedi, “çok güzel yazıyorsun çok. Keşke babam da senin gibi yazabilseydi…”
"Babanla alanlarımız farklı, o da çok fedakâr biri ama." 
“Sana bir şey söyleyeyim ama aramızda kalsın” dedim sonra. Gerçi İbo burnumuzun dibine kadar gelmişti. Duydu bizi. “Yeni Roman çalışmamda sen ve Uygar'dan bol bol bahsettim.”
“Gerçekten mi?” deyip sevindi. Boynuma sıkıca sarıldı. Cep telefonunu babasına uzattı:
“Baba Hacı amcamla fotoğrafımızı çeker misin?” dedi. “Birkaç poz çek ama… “
 İbo birkaç poz çekti. Sonra bir başkası üçümüzü çekti.
O gün çok yağmur yağmış, çadırı kurarken Ali Rıza Hocayla epey ıslanmıştık. Üzerimdeki ıslaklık resme de yansımış. Bugün Ceren’in ölüm haberini duyunca, bir kez daha baktım. Resim ıslak, ben ıslak, yürek ıslak… Ah yanağı gamzeli güzel kızım sırası mıydı şimdi bizi bırakıp gitmenin...

Necmettin Yalçınkaya

 

1592

Son Haberler