Perşembe Mart 28, 2024

Proletarya Partisi

Proleterya Partisi'nden gundeme iliskin yazilar

TKP-ML MK SB:Artık Söyleyecek Sözümüz Az, Yapacak İşimiz Çoktur!

FIRTINAYI YARATACAK DAMLALAR OLACAĞIZ! KAYPAKKAYA YOLDAŞI FIRTINALARLA ANACAĞIZ!

Çeşitli ulus, milliyet ve inançlardan Türkiye proletaryası ve halkına;

İbrahim Kaypakkaya yoldaşı katledilişinin 46. yıldönümünde, planlamasını yaptığı ancak pratikleştiremediği 1. Kongremizle selamlıyor ve anıyoruz. Ülkemiz topraklarında enternasyonal proletaryanın öncü ve önder bölüğü partimiz TKP-ML’yi kuran önder yoldaş, Halk Savaşını geliştirme planları içindeyken, faşist TC güçlerince tutsak edildi ve Amed zindanlarında katledildi. Önder yoldaşımızın anısı ve devrimci komünist mirası önünde bir kez daha eğilirken, onun gözbebeği olan partimize yönelik dışarıdan ve içeriden gerçekleştirilen her türlü saldırıya karşı durmanın ve komünist mirasını yeniden üretmenin bahtiyarlığını yaşıyoruz.

İbrahim Kaypakkaya yoldaşın komünist mirasını ülkemiz topraklarında daha güçlü var edememenin, 28 Şubat 1973’te Amed Zindanı’ndan bizlere yazdığı son mektubundaki “Selam Eder, Gözlerinizden Hararetle Öperim… Daha sıkı, daha sağlam, daha kararlı bir savaş dilerim. Hoşçakalın” talimatını layıkıyla yerine getirememenin burukluğunu yaşarken; Onun bizlere bıraktığı komünist tezlerin üzerinden partimizin 1. Kongresini gerçekleştirerek bir programa kavuşturulmasının ve göndere çektiği kızıl bayrağı anda somutlamanın haklı gururunu yaşıyoruz.

Bu, her şeyden önce onun devrimci komünist mirasına gecikmiş de olsa verilmiş mütevazi bir yanıttır. Partimizin programatik görüşlerini günümüz gerçekliği içinde analiz edilerek bir programa dönüştürülmesi, yakına ama ileriye atılmış bir adımdır. Şimdi sözümüz söylenmiş, görevlerimiz somutlanmıştır. Şimdi Kaypakkaya yoldaşın talimatlarını yerine getirme, gözbebeği partisini “Önce Parti” şiarıyla devrimci temeller üzerinden daha sağlam örgütleme, “daha sıkı, daha kararlı bir savaş” yürütme göreviyle karşı karşıyayız.

Bunu başaracağımıza, Kaypakkaya yoldaşa ve halkımıza verdiğimiz sözü layıkıyla yerine getireceğimize inancımız sonsuzdur. Bu inancımızın kaynağı, Marksizm Leninizm Maoizm bilimi ve halkımızın özgürlük, bağımsızlık, demokrasi ve devrim isteğidir. İşçi sınıfımızın sömürüye, işsizliğe, hak gasplarına; halkımızın açlığa, yoksulluğa, Kürt ulusuna yönelik imha-inkar ve Özgürce Ayrılma Hakkı’nın gasp edilmesi saldırılarına; kadın ve LGBTİ’lerin katledilmesine, başta Aleviler olmak üzere her türden ezilen inanca yönelik baskılara; hayvanlara ve doğaya yönelik gerçekleştirilen saldırı ve talana karşı isyanımız ve mücadelemiz meşrudur, haklıdır.

Kaypakkaya’nın neredeyse tek korkusu olarak ifade ettiği, kitlelerin mücadelesinin gerisinde kalma tehlikesi, başta partimiz olmak üzere tüm devrimci hareket açısından günceldir. İşçi sınıfı hareketi güç biriktirmektedir. Köylülük başta yaşam alanlarının talan edilmesi olmak üzere, üretimden koparılmaya karşı çıkmaktadır. Kürt ulusu faşist TC’nin “sınırları aşan” saldırganlığına karşı direniştedir. Kadınlar ataerkiye ve katledilmeye karşı isyandadır. Başta Aleviler olmak üzere çeşitli inançlara sahip halkımız demokratik mücadelesini sürdürmektedir. Gençlik kendisine dayatılan geleceksizliğe karşı öfkelidir. Yeni Geziler, Serhildanlar mayalanmakta, damlalar birikmekte, fırtınaya hazırlanmaktadır. Halkımızın fırtınasında bir damla olmak, bu fırtına içinde İbrahim Kaypakkaya’yı anmak, fırtınayı Halk Savaşı kasırgasına dönüştürmek temel yaklaşımımızdır.

Yoldaşlar, gençler, kadınlar, halkımız!

Katledilişinin 46. yıldönümünde İbrahim Kaypakkaya yoldaşı bir kez daha anarken, onu anmanın en iyi ve en doğru yolunun, onun bilimsel yöntemini kavramak olduğunun bilincindeyiz. 1. Kongremiz, bu anlayışla hareket etmiştir. İbrahim Kaypakkaya yoldaşın komünist tezlerine yönelik sağdan ve “sol”dan her daim saldırılar olmuştur. Dün onun tezlerinin geçerliliğini yitirdiğini iddia edenlerden bugün onu putlaştıran “en keskin Kaypakkayacılar”a kadar bir dizi anlayış ortaya çıkmış, ancak gerçeklerin devrimciliği her zaman galebe çalmıştır. Kaypakkaya yoldaşı komünist önder yapan, onun dünyada ve ülkemizde kitle hareketlerine yaklaşımıdır. Gerçekleri olgularda arama, eskiyene ve çürüyene keskin bir neşter vurma pratiğidir. Kaypakkaya’nın hayata karşı konumlanışı ihtilalcidir. Gerçeklere yaklaşımı devrimcidir. Onu bir kez daha anarken altını çizmeliyiz ki; onun gerçekler karşısında bilimsel yaklaşımından hareket etmek, “bayatı atıp tazeyi almak” hareket noktamızdır.

Partimiz TKP-ML’nin 1. Kongresi, Kaypakkaya’nın bu devrimci yöntemine ve ihtilalci çizgisine bağlı kalacağını beyan etmiş, bir kez daha savaşı yükseltme kararlılığında olduğunu deklare etmiştir. Partimizin Kaypakkaya yoldaş sonrası eksik bıraktığı kimi görevlerin bu süreçte yerine getirilmesi, programını oluşturmasının yanında, Kadın Komünistler Birliği’nin kuruluşunu ilan etmesi vb. bu kapsamda değerlendirilmelidir.

Şimdi görev bizlerdedir. 1. Kongre çizgimizin emrettiği şey, partiyi savaş içinde inşa etmektir. Hiçbir “öncelik”, hiçbir “gerekçe” buna engel olmamalıdır. 1. Kongre irademizin yaklaşımı nettir, berraktır. Başta partimiz olmak üzere, halk ordumuzu, Komsomolumuzu ve Kadın Komünistler Birliği’mizi savaşın en sıcak alanlarında örgütleyeceğiz. Çünkü biliyoruz ki; İbrahim Kaypakkaya’yı anmak, partimizin 1. Kongre çizgisinde ortaya koyduğu fırtınalar içinde damla olmak çağrısına uymaktır.

Yoldaşlar!

Öfkemiz; çektiğimiz acılarla paralel, hesaplaşmamız yoksulluğumuzla doğru orantılıdır!

Kaypakkaya yoldaşın ihtilalci çizgisi 12’lerden Nubar Ozanyan yoldaşa uzanan çizgide yaşam bulmakta, İtalyan enternasyonalist anarşist savaşçı Lorenzo Orsetti’lerle sürmektedir. Şan ve şeref olsun İbrahim Kaypakkaya’ya… Şan ve şeref olsun onun ardılları olarak toprağa düşenlere,

İBRAHİM KAYPAKKAYA ÖLÜMSÜZDÜR!

FIRTINALAR İÇİNDE DAMLA OLACAĞIZ, KAYPAKKAYA YOLDAŞI FIRTINALARLA ANACAĞIZ!

PARTİYLE DEVRİME, ŞAN OLSUN 1. KONGREMİZE!

YAŞASIN PARTİMİZ TKP-ML, HALK ORDUMUZ TİKKO, GENÇLİK ÖRGÜTÜMÜZ TMLGB, KOMÜNİST KADIN BİRLİĞİMİZ KKB!

TKP-ML MK SB

Mayıs 2019

Uluslararası Proletaryaya, Komünist Harekete, Devrimci ve Demokrat Kamuoyuna ;Partimiz TKP-ML Darbeci Tasfiyeci Bir Saldırıyla Karşı Karşıya Kaldı!

“Bir siyasal partinin kendi yanılgıları karşısındaki tutumu, bu partinin ciddi olup olmadığını, kendi sınıfına karşı ve emekçi yığınlara karşı görevlerini gerçekten yerine getirip getirmediğini saptayabilmemiz için, en önemli ve en güvenilir ölçütlerden biridir. Yanılgısını içtenlikle kabul etmek, nedenlerini arayıp bulmak, bu yanılgıya yol açan koşulları tahlil etmek, yanılgıyı doğrultma yollarını dikkatle incelemek; işte ciddi bir partinin belirtileri bunlardır.” (V.İ. Lenin; c. XXV, s. 200, Rusça)

Nisan 2015 tarihinde Alman emperyalizmi ve faşist TC tarafından Partimiz TKP-ML’ye yönelik gerçekleştirilen merkezi düzeydeki karşı devrimci saldırı sonrasında, Partimizin önderliğinde yer alan burjuva kariyerist ve bürokrat dogmatik unsurlar, Partimize yönelik darbeci tasfiyeci bir girişimde bulundular. 8. Konferansımızın işbaşına getirdiği MK’nın içinden çıkan bu unsurlar; düşman operasyonu sonrasında Partimizde “yaşanan krizi fırsata çevirmek” istediler.

Bu unsurlar; 8. Konferans sonrasında izledikleri çizginin hesabını vermemek ve işledikleri bir dizi suçtan kaçmak için Partimizin birliğine yöneldiler!

Bu unsurlar, Parti içindeki MLM güçlerin bütün çabalarına rağmen, komünist bir platforma gelmekten, meseleleri bu zeminde tartışmaktan ve hesaplaşmaktan özenle kaçındılar!

Bu unsurlar; izledikleri çizginin faturasını ve işledikleri suçların hesabını ödememek için, Parti birliğini dinamitlemenin yanında, Partimizi “hizip” ilan edecek kadar politik olarak zavallılaştılar! Partimizi “sağ tasfiyeci” ilan eden bu unsurlar, “sağ tasfiyecilik”le komünist bir zeminde ve komünist platformlarda hesaplaşmaktan özenle kaçtılar.

Bu unsurlar; Partinin yaşadığı krizi ve sorunları komünist bir platformda çözmek yerine, “Parti iradesini temsil ediyoruz” diyerek Partimizi tümden ele geçirip, TC faşizminin ve emperyalizmin sınıf işbirlikçisi, oportünist bir çizgide demirlemesini istediler!

Partimizin iradesine yönelik gerçekleştirilen bu darbeci tasfiyeci saldırının özü; Parti iradesine hesap vermekten, eleştiri ve özeleştiri zemininden ısrarla kaçmaktır. Partimiz, Nisan 2015 sonrasında ısrarla bu çizgi sahiplerini komünist platforma oturtmaya çalıştı! Bunun için mücadele yürüttü ve emek harcadı! Ancak bu burjuva kariyerist ve dogmatik statükocu unsurlar, Partimizin önderliğini özel mülkleri haline getirme çabasından vazgeçmedi. Israrla kendilerini Partimize dayattılar! Düşman operasyonu sonrasında Parti önderliğinde yaşanan irade yitimini tüzüğümüzün emrettiği şekilde değil krizi büyütecek ve kaos haline getirecek şekilde “çözmek” ısrarından bir an için vazgeçmediler. “Çözüm” için Partiyi çözmeyi tercih ettiler! Ve bu “görev”lerini de başardılar!

Bu unsurlar; Partimizin yaşadığı sorunları çözmek yerine kendileri bir sorun haline geldiler. Sorunun kaynağı haline dönüştüler! Partimize, Partimizin birliğine saldırmakta ısrar ettiler ve nihayetinde bir kısım Parti gücümüzü de peşlerinden götürerek Partiden koptular.

Ancak önemle vurgulamamız gerekir ki; bu bir sonuçtur! Ve daha da önemlisi Partimize yönelik gerçekleştirilen bu darbeci tasfiyeci saldırı ve ortaya çıkan sonuç, sadece birkaç burjuva unsurun pratiği değildir. Böyle ele almak, olayı basitleştirmek demektir. Yaşanan her olgu ve gelişme gibi bu pratik de sınıf mücadelesinden ve yaşamdan kopuk değildir. Darbeci tasfiyeci klik önderlerinin yaptığı gibi, daha düne kadar komünist gördüğünüzü birdenbire “hizip” ilan etmek ve “bir şekilde” ondan kurtulmaya çalışmak sorunu fazlaca basitleştirmek ve Partimize, Partimizin birliğine yönelen darbeci tasfiyeci saldırının sınıfsal özünü karartmak demektir. Partimiz, meseleyi kendi tarihsel sürecinden de hareketle değerlendirmekte ve bu süreci bir bütün olarak analiz etmektedir. Son olarak yaşadığımız darbeci tasfiyeci saldırı, kökleri Partimizin kuruluşundan bugüne uzanan ve kendi içinde bir türlü mahkum etmediği oportünizmin ürünüdür.

Başkan Mao bu çizgiyi “liberalizm” olarak tanımlamakta ve şöyle demektedir; “Liberalizm, oportünizmin bir ifadesidir ve Marksizme tamamen aykırıdır. Olumsuzdur ve nesnel olarak düşmana hizmet eder; içimizde sürüp gitmesinden düşmanın hoşnut olması bundandır. Bu niteliğinden dolayı liberalizmin devrim saflarında yeri olmamalıdır.” (Mao Zedung; “Liberalizmle Mücadele Edelim”, 7 Eylül 1937, c. 2; s. 28, Kaynak Yayınları)

Açıkça belirtiyoruz ki; bu oportünist çizgiyle hesaplaşmadan, Partimizin Türkiye Demokratik Devrimine önderlik etmesi, sosyalizm ve komünizmi gerçekleştirmesi mümkün değildir.

Partimizin yaşadığı darbeci tasfiyeci saldırı; pratikte devrimci olmamanın, statükonun ve kitlelerle, kitle hareketiyle buluşamamanın ve nihayetinde somut koşulların somut tahlilinden hareketle, Türkiye koşullarında yaşanan değişimleri, ortaya çıkan çelişkileri, sınıf mücadelesinin aldığı biçimleri analiz edip sentezleyememenin ve bu sentezi, Halk Savaşı stratejisiyle birleştirememenin ürünü olarak ortaya çıktı ve gerçekleştirildi.

Partimize yönelik bu darbeci tasfiyeci saldırıya önderlik edenler, uzun bir süredir Partimizin önderlik kademesinde yer alan ve komünist kimlikleri bırakalım Partimizi, halkımız ve taraftarımız nezdinde dahi tartışma konusu olan; ideolojik olarak bitmiş, politik olarak tükenmiş, kültürel olarak yozlaşmış kişiliklerdir. Bu unsurlar, Partimizin sınıf mücadelesi karşısında güçsüzlüklerine dayanmış, devrimci çalışmalarındaki eksikliklerinden kendilerini var etmiş ve nihayetinde hesap verme vakti geldiğinde, Partimizin birliğine yönelmekten ve kariyer uğruna Partimize yönelik darbeci tasfiyeci bir saldırıya girişmekten bir an olsun çekinmemişlerdir.

Kendi yaşamlarında bırakalım komünizmi devrimciliği dahi uygulamaktan kaçan bu burjuva kariyerist unsurları Başkan Mao şöyle tanımlamaktadır: “Liberal kimseler Marksizmin ilkelerini soyut birer dogma olarak görürler. Marksizmi kabul ederler, ama onu uygulamaya ya da hakkıyla uygulamaya yanaşmazlar; liberalizmlerinin yerine Marksizmi koymaya yanaşmazlar. Bu kimselerde Marksizm vardır, ama aynı zamanda liberalizm de vardır. Marksizmden söz eder, liberalizmi uygularlar. Marksizmi başkalarına, liberalizmi kendilerine uygularlar. Bunlar her iki malı da dağarcıklarında bulundururlar ve her birini kullanacak yer bulurlar. Bazılarının kafası işte böyle işler. (age, s. 28)

Bu unsurların Partimizin birliğine yönelmesi ve darbeci tasfiyeci saldırılarından sonuç alması, Partimizde var olan oportünizmin hangi boyutlarda olduğunu göstermesi açısından önemli olduğu kadar, görevlerimizin ağırlığına da işaret etmektedir. Partimiz; yaşamış olduğu darbeci tasfiyeci saldırıyı asla kişilerle açıklamamaktadır. Bu bir sonuçtur. Önemli olan bu sonucu ortaya çıkartan zemindir. Partimiz bu oportünizmin boy verdiği kökleri kurutmadan, MLM ideolojisiyle donanmadan ve ilkelerini hakim kılmadan, her türden sağ ve sol oportünizmden kurtulamayacağının bilincindedir.

Partimizin “Sürekliliği Sağlanmış” Önderliği Sorunu!

Kuşkusuz ki bu bir önderlik sorunudur. Partimizin İbrahim Kaypakkaya yoldaştan sonra sürekliliği sağlanmış bir önderlik sorunu yaşaması; Parti içi mücadeleyi, Partiyi ve sınıf mücadelesini geliştirici ve ilerletici değil de kişileri ve statükoyu korumaya yönelik bir tavır içinde ele alması bizi her daim kendi içinde çıkan “hizip”lerle, darbeci tasfiyeci saldırılarla karşı karşıya bırakmıştır. Bu durum Partimizi Türkiye devrimine önderlik etmede takatsiz bırakmış, esas olarak iç sorunlarla boğuşmasına neden olmuştur.

Elbette ki Partimiz de dahil olmak üzere komünist partilerde farklı görüşlerin olması ve mücadele içinde bulunması doğaldır. Ancak gerek iki çizgi mücadelesi ve gerekse de parti içi farklı görüşler partiyi geliştirmenin, ideolojik olarak sağlamlaştırmanın, politik olarak yetkinleştirmenin, örgütsel olarak bolşevikleştirmenin/güçlendirmenin ve askeri olarak düşmana vuruş kapasitesini sıçratmanın aracı olarak ele alınmamıştır. Varolan önderlikler meseleyi kendi oportünist çizgilerini ve statükolarını korumak için ele almışlar, ortaya çıkan sorunları, var olan farklı görüş ve çizgileri sınıf mücadelesiyle ilişkilendirmemişler; bunları komünist çizginin gelişimi için bir fırsat olarak görüp/kavrayarak meseleye yaklaşmamışlardır.

Partimiz de dahil olmak üzere, komünist partiler açısından farklı görüş ve çizgiler, proleter çizgiyi güçlendirmek ve bu anlamıyla yok edilmek için kavranmak zorundadır. Yok edilmekten kastettiğimiz, örgütsel tedbirlerden ziyade esas olarak ideolojik politik mücadeledir. Bunun yolu da farklı görüş ve çizgilerin, andaki sınıf mücadelesiyle bağını kurmak ve sürekli mücadele içinde olmaktır. Bu yapılmadığında Partimizin yaşamak zorunda bırakıldığı gibi sürekli bir hizip, darbe, ayrılık olmakta ancak Partimiz bu süreçlerden güçlenerek çıkmamaktadır.

Durum o hale gelmiştir ki; Partimiz kendi tarihini “hizip”ler tarihi olarak açıklamaya başlamış(!); “sürekliliği sağlanmış önderlik yaratma” sloganı, konferans kararları olarak alınmış ve bu kararlar dönüp dolaşıp, Partinin ilerleyememesinin, sınıf mücadelesine etkili müdahale edememesinin ve Halk Savaşı çizgisini başarıyla hayata geçirememesinin gerekçesi olarak Partiye ve kamuoyuna sunulmuştur.

Gerçekte ise Partimizde önderlik pozisyonunda olanlar sürekliliği sağlanmış bir önderlik pozisyonundadır. Son yaşadığımız darbeci tasfiyeci saldırıya önderlik eden ve bu anlamıyla Partiyi bölen, birleşmenin değil dağılmanın, düşmana değil yoldaşına yönelmenin önderliğini yapanlar yaklaşık yarım asırdır Partimizin önderlik kademesinde merkezi düzeyde yer alanlardır. Hal böyleyken halen sürekliliği sağlanmış bir önderlik yaratmaktan bahsetmek son derece yanıltıcıdır. Partimiz sürekliliği sağlanmış bir önderlik yaratmıştır ve bu önderlik gelinen aşamada, sorgulayan, araştıran, eleştiren, muhalefet eden parti üyelerinin karşısında, en iyi bildiği şeyi yapmış, klasik bir “hizip” senaryosuna başvurmuş, Parti güçlerini bu anlamıyla saflaştırarak, darbeci tasfiyeci saldırısını örgütlemiştir.

Partimiz sürekliliği sağlanmış bu “önder”liklerle ve onun oportünist çizgisiyle hesaplaşmadığı müddetçe, bu türden sorunları tekrar tekrar yaşamaya adaydır. Bu anlamıyla Partimizin sorunu basitçe, “hizip”, “darbe” söylemine ve ajitasyonuna indirilmeyecek kadar önemlidir. Partimiz gerçekten Türkiye devrimine önderlik etmek iddiasındaysa öncelikle yıllardır Partiye önderlik eden ve gelinen aşamada Partiyi darbeci tasfiyeci bir saldırıyla karşı karşıya bırakan, üstelik de bunu son derece apolitik gerekçelerle “hizip” olarak maskeleyen, bu oportünist önderlik tarzıyla; Partinin sınıf mücadelesi ve kitle hareketleriyle ilişkilenişiyle hesaplaşarak, silahlı mücadelenin, genelde gerilla savaşı özelde Halk Savaşı stratejisinin ülkemizde aldığı ve alacağı biçimlerle birlikte değerlendirerek yapmak zorundadır.

Dolayısıyla meselemiz, tıpkı 8. Konferans kararlarında olduğu gibi, masa başında doğru ve isabetli kararlar almak değildir! Bu kararların doğruluğunu bizzat pratikte test etmek, yanlışları ret edip, doğruları güçlendirerek yürümektir. Doğru Marksist tutum budur. Bunun dışındaki her ele alış oportünizmdir. 8. Konferans ve onun iradesini teslim ettiği 8. MK’nın kağıt üzerinde almış olduğu “doğru kararlar” pratikte yaşama geçirilmediği, bizzat 8. MK’nın buna önderlik etmediği koşullarda, alınan kararların bir kıymeti harbiyesi yoktur. Tarihe düşülmüş “doğru kararlar” olarak kalmışlardır.

Bu anlamıyla bugün açısından Partimizin asıl hesaplaşması gereken başta MK olmak üzere, partinin sınıf mücadelesi karşısındaki ideolojik duruşu, politik olarak meseleleri ele alışı ve çelişkileri çözümlemesi, örgütsel olarak belirlediği merkezi politikaya uygun şekillenmesi, askeri olarak da bu genel siyasi çizginin basitten karmaşığa örgütlenmesidir. Bütün bu alanlarda cesaretle kendimize dönmek, pratiğimize özeleştirel yaklaşmak ve tıpkı Partimizin kuruluş döneminde olduğu gibi “burjuva karargahları bombalamak” temel şiarımızdır.

Partimizin Birliğine Yönelen Darbeci Tasfiyeci Saldırının Özetlenmesi!

Partimiz Nisan 2015 tarihinde merkezi bir düşman operasyonuyla karşı karşıya kaldı. Bu operasyon sonrasındaki 8. Konferans’ın seçtiği 8. MK (diğer bazı etmenlerle birlikte) irade yitimine uğradı. İrade yitimi iki nedenden kaynaklıdır. Birincisi 8. Konferans’ın verdiği yetki süresinin dolmuş olmasıdır. Esasen 8. MK iradesi, 8. Konferans’ımız sonrasında parti tüzüğümüz gereği 3 yıllık bir iradeyi temsil ediyordu. 8. MK tüzüğümüz gereği kendisine verilen uzatma hakkını iki kez kullanmış ve bu süre 2013 yılında dolmuş durumdadır. Ancak 8. MK’nın Partiyi iradeye taşıması beklentisi nedeniyle bu yetkisizlik tartışma konusu yapılmamış, 8. MK’nın Partiyi iradeye götürmesi beklenmiştir. Ancak düşmanın karşı devrimci saldırısıyla bu süreç kesintiye uğramıştır.

İrade yitiminin ikinci nedeni, operasyon sonrasında aktif olan 8. MK üyelerinin içine düştükleri durumdur. Parti tüzüğümüze göre kağıt üzerinde bir “salt çoğunluğa” sahip olan 8. MK; operasyon sonrasında kendi içinde bölünmüş ve salt çoğunlukla karar alma yetkisini de kaybetmiştir. Aktif durumda olan 8. MK üyelerinin tek yapmaları gereken Partiyi iradeye götürmekti. “Ortak olarak” alabilecekleri tek karar tüzüğümüz nedeniyle buydu.

Ancak tercih edilen bu olmamıştır. 8. MK’nın bir üyesi, diğer bir üye hakkında çeşitli iddialarda bulunmuş, bunun karşılığında diğer üyeler de bu üyeyi partiden atmaya kalkmışlardır. Üstelik Partimizin açık tüzük hükümlerine rağmen bu yapılmaya çalışılmıştır. Partimiz bizzat kendi “önderliği” eliyle kriz ve kaosun içine atılmıştır. Bunda belirleyici olan etmen ise azınlık durumunda olan 8. MK üyelerinin tavrı olmuştur. 8. MK’nın azınlık üyeleri var olan krizi fırsata çevirmek istemiş ve 8. Konferans dönemine ilişkin Parti iradesine hesap vermekten kaçmak ve son yaşanan merkezi karşı devrimci saldırıdaki rollerini geçiştirmek için, Partimize yönelik darbeci tasfiyeci bir saldırı içine girmişlerdir.

Partimize yönelik gerçekleştirilen bu darbeci tasfiyeci saldırı, kaynağını küçük burjuva ideolojik dünya görüşünden alsa da yer yer lümpen proletaryanın şiddet içeren pratiklerini de barındırmaktadır. Devrimci yayın bürolarının basılması, Parti faaliyetçilerimize yönelik şiddete başvurulması, parti kadrolarımızın ve faaliyetçilerin deşifre edilerek düşmana ihbar edilmesi gibi pratikler; bu çizginin görünürdeki tezahürü olsa da esas olarak ideolojik olarak çürümenin ve yozlaşmanın, proletarya saflarından kopmanın ve kendi politikasına güvensizliğin ürünüdür. Bu anlamıyla bu çizgiyle Partimizin ve proleter çizginin uzaktan yakından bir ilgisi bulunmamaktadır. Ve tam da bu nedenle bu grup, Partimizi “hizip” ilan ederek saflarımızdan kopmuştur.

Partimiz yukarıda bahsedilen süreçte, belli bir aşamaya kadar kamuoyuna dönük herhangi bir açıklama yapmayarak Parti içi iki çizgi mücadelesini yaşama geçirmeye çalışmış, demokratik merkeziyetçilik mekanizmalarının işletilmesi için çaba harcamıştır. Bunun nedeni, bu gruba ilişkin bir fikrimizin olmaması değil, esasen darbeci tasfiyeci anlayışın etkisi altında bulunan Parti güçlerimizi ikna etmek, Partinin bölünmesini engellemekti. Nitekim, bu grup MK ismini kullanarak Parti organlarını (Geçici Yurtdışı Komitesi) kamuoyunda teşhir ederek, tasfiye ettiğini açıklayıncaya kadar Partimiz tarafından, tartışmalı hiçbir konuda kamuoyuna dönük bir açıklama yapılmamıştır. Yurtdışı Komitesi’nin tasfiye edildiğine dair açıklamanın ardından ise Parti güçlerimizi temsil eden organlarımız ve faaliyet alanlarımız (Ortadoğu Bölge Komitesi, Kadın Komitesi, Geçici Yurtdışı Komitesi, Yayın Komitesi ve TMLGB) tarafından bir açıklama yayımlanmıştır. Bu karşılıklı açıklamalara karşın, Partimiz süreç tamamen sonuçlanıncaya kadar “ayrılık” ilanı yapmamış, aksine parti güçlerinin birliği için çalışmaya devam etmiştir. (EK 1)

Ancak bizler Partimiz TKP-ML’ye yönelik gerçekleştirilen bu “kast darbesi”ni ve dolayısıyla partinin güçlerinin bölünmesini engellemeye; darbeci tasfiyeci azınlık MK üyelerini Parti tüzüğümüze ve ilkelerimize uygun davranmaya çağırıp yaşanan sorunları “Birlik-Eleştiri-Daha Yüksek Birlik” ilkesine uygun hareket ederek çözmeyi amaçlarken; darbeci tasfiyecilik bu çabamızı alabildiğine kullanmaya çalışmış, Partimizi darbeleme ve bölmek için fazlasıyla yararlanmıştır.

Darbeci tasfiyecilik kendi aldığı kararın dahi arkasında durmamış, “hizip” ilan ettiği partimizle bu zeminde hesaplaşmaktan ve bu şekilde kopmaktan özellikle kaçmıştır. Altını çizmeliyiz ki; darbeci tasfiyeci klik, zorlama “hizip” senaryolarına ancak kendilerini ikna edebilmiş, halkımızı ve taraftarlarımızı ikna edememiştir.

Yapabildikleri tek şey, ideolojik-politik-örgütsel ve askeri alanda suç işlemek ve bu suçun faturasını ödememek için Partiyi bölmeyi dahi göze alabilmek, Parti iradesinin karşısına çıkmaktan özenle kaçınmak, sahte “hizip” söylemleriyle meseleleri kriminalize etmek, neredeyse her önüne gelene soruşturma açıp, Partiden atmakla tehdit etmek ve nihayetinde TKP-ML’nin ideolojik duruşuna tamamen aykırı biçimde devrimcilere saldırmak olmuştur. Sorunun daha da büyümemesi, tamamen partimizin sol duyulu ve devrimci değerlere sarılan yaklaşımıyla alakalıdır. Ancak darbeci tasfiyecilik işlemiş olduğu bu suçlar nedeniyle tarih ve kitleler karşısında daha şimdiden yargılanmış ve mahkum olmuştur.

Partimiz doğru zeminde ve platformlarda darbeci tasfiyeci anlayışla hesaplaşmak istemiş, bunu sonuna kadar da zorlamıştır. Çünkü bu hesaplaşma, kendi komünist çizgisini güçlendirecekti. Ancak darbeci tasfiyeci klik her türlü kirli pazarlığı gündeme getirmekten de kaçınmamıştır. Bu pazarlıkçı anlayışın çizgi ve önderlik yöntemine en iyi örnek “hizip ilan ettikleri”yle irade konusunda pazarlık yapmak olmuştur. Bizim Parti anlayışımızda hiziplerle pazarlık yapılmaz! Bir yerde hizip varsa bu hizip, komünist zemin ve platformlara çekilir ve orada mahkum edilir. Özellikle ideolojik-politik olarak bu tercih edilir ki, komünist çizgi güçlensin!

Darbeci Tasfiyeci Oportünizmin Tablosu!

Partimiz darbeci tasfiyeci anlayışın temsilcileriyle komünist platformda hesaplaşmak için bütün enerjisi ve yoğunlaşmasını harcadı. Ancak bunda başarılı olamadı.

Örneğin Partimiz 8. Konferans’ında dört ana başlık altında sayacağımız bir yönelim belirlemişti. Bunlar:

1) Gerilla savaşının ilk aşamasını tamamlamak,

2) Kitleler içinde örgütlenmiş ve sürekliliği sağlanmış önderlik yaratmak,

3) Yeni kadro ve militan yetiştirmek,

4) İdeolojik-kültürel dejenerasyonu etkisiz kılıp ortadan kaldırmak.

Bu görevlerden hiçbirisi 8. MK önderliği tarafından yerine getirilmemiştir.

Kısmi de olsa gerilla alanında yapılan çalışmalar kendini tekrar eden ve giderek de tüketen bir çizgide ilerlemiş ve daha da önemlisi 8. MK, Partimizin Halk Savaşı kavrayışına uygun olarak, doğrudan doğruya kendi sorumluluğu ve önderliğinde bir Halk Savaşı örgütlemek yerine; bu görevi bölgedeki bir parti komitesine devretmekte sakınca görmemiştir.

Partimizin Halk Savaşı yaklaşımı stratejiktir ve bir alanda faaliyet yürüten parti komitesinin önderliğinde değil, doğrudan doğruya MK’nın ideolojik-politik-örgütsel ve askeri önderliğinde gerçekleşmek zorundadır. Partimizin tüzüğünde de bu koşul vardır. Bunun yapılmadığı yerde bırakalım Halk Savaşı’nı kavrayışında bir sorun olmasını, örgütsel olarak menşevik bir örgütlenme modeli hayata geçiriliyor, Partiye bu dayatılıyor demektir. Bunun adı tasfiyeciliktir ve bu anlayıştan bir gelişim çıkmayacağı, Partinin 8. Konferans’ında önüne koyduğu gerilla savaşının ilk aşamasını tamamlayamayacağı çok açıktır. 8. Konferans’tan günümüze Partimizin Halk Savaşı ve onun ilk aşaması olan gerilla savaşı pratiği bu olmuştur. Sosyal pratik bu gerçeği fazlasıyla göstermiştir.

Nitekim Partimiz, Kongreye hazırlanırken, bu pratiği gerçekleştirenler, hesap vermekten kaçmak için Partimizin birliğini baltalamaktan çekinmemişler, Partimize yönelik darbeci tasfiyeci bir saldırı gerçekleştirmişlerdir.

Partimizin 8. Konferans sonrasında Halk Savaşı kavrayışı ve ele alışını tartışmak ve gerekli dersleri çıkarmak önümüzde bir görev olarak durmaktadır.

8.Konferans’ın belirlemiş olduğu diğer yönelimlerin hiçbirisine dair de somut ve elle tutulur bir adım atılmamıştır. Parti önderliğinin bırakalım kitlelerden kopukluğu, giderek Partiden de koptuğu, kendi içinde koalisyona dayalı bir yönetim anlayışı belirlediği ve yaşanan sorunlardan kendisini değil de doğrudan doğruya Parti üyelerini, Parti militanlarını, faaliyetçilerini ve giderek ülkedeki durumu (kitleleri) sorumlu tuttuğu(!) bir pratik ve anlayış ortaya çıkmıştır.

Böylesi bir tabloda bırakalım Partiye yeni kadro ve militan yetiştirmeyi, MK’nın tek düşüncesi, kendi önderlik pozisyonunu korumak, gelişmeye açık, dinamik yoldaşları ileriye taşımak ve partileştirmek değil, MK içindeki dengelere göre, Partiye değil de “kendine göre” örgütlemek olmuştur.

Nihayetinde Partimizin yaşamak zorunda bırakıldığı darbeci tasfiyeci saldırı sırasında yaşanan pratikler, Partimizde yaşanan ideolojik-kültürel dejenerasyonun ne boyutlarda olduğunu da göstermiştir. 8. MK bu konuda bırakalım adım atmayı, bizzat ideolojik-kültürel yozlaşmanın kaynağı haline gelmiş, parti bu ideolojik-kültürel formasyonla şekillendirilmiştir. Parti tarihimizde örnekleri çok az görünen ve lokal düzeyde yaşanan; devrimcilere, halka şiddet eylemleri, düşmana ihbar ve deşifrasyonlar; bu süreçte, bu grup tarafından bir politika olarak savunulmuş ve pratiğe geçirilmiştir. Bu tablo, Partimize yönelik gerçekleştirilen darbeci tasfiyeci anlayışın ideolojik-kültürel dejenerasyonda bir hayli yol aldığını ve neredeyse Partimize hakim olacağını göstermektedir.

Partimizden Kopan Grubun Niteliğinin Ana Hatları!

Toplamda bu tablo:

8.MK açısından, kendisine liberal, partiye sekter, kapalı kapıcı ve koalisyona dayalı uzlaşmacı bir önderlik gerçekliği ve tam da 8. Konferans’ın işaret ettiği gibi ideolojik-kültürel dejenerasyonu doğurmuştur.

İdeolojik olarak, 8. MK Partiye ideolojik önderlik edip sorunları çözeceğine, kendisi bir ideolojik sorun olarak Parti karşısına çıkmış ve Partiyi bölmek için elinden geleni yapmıştır. İdeolojik olarak Marksizm Leninizm Maoizm’i değil, burjuva ideolojisini; özellikle de liberalizmi, alancılığı/bölgeciliği uygulamıştır.

Mao yoldaşın oldukça net ifadeleriyle tanımlarsak; “Liberalizm, küçük-burjuva bencilliğinden kaynaklanır, kişisel çıkarları birinci plana alır, devrimci çıkarları ikinci plana iter ve bu da ideolojik, politik ve örgütsel liberalizme yol açar.” (Mao Zedung, “Liberalizmle Mücadele Edelim”, 7 Eylül 1937, c. 2; s. 28; Kaynak Yayınları)

Politik olarak, sınıf mücadelesine bırakalım önderlik etmeyi, yaşanan gelişmeleri doğru tahlil edip politika oluşturmak ya da ülkemizin siyasal-toplumsal-kültürel vb. alanlarında yaşanan değişimleri inceleyip, ortaya çıkan çelişkileri tespit edip politika üretmek yerine genel geçer doğruları söylemekle yetinmiştir. 8. MK Partiden ve kitlelerden beslenip yeniden onlara dönmek yerine, bürokrat ve kariyerist yapısına uygun olarak “idare eden” bir önderlik rolü ve misyonu oynamıştır. Politik olarak belirlemeci bir konuma düşmüştür.

Örgütsel olarak, bürokrat ve sekter bir örgütsel politika izlemiş, Partiye yeni kadrolar ve militanlar kazandırmak yerine; kendisine liberal partiye sekter bir örgütsel politika hayata geçirmiştir. 10 yıldır İleri Militan olan yoldaşların varlığı bu tasfiyeci menşevik örgütsel çizginin tipik göstergesi olmuştur.

Askeri olarak, 8. MK Halk Savaşı’nı başta kendisi olmak üzere bir bütün olarak Partinin yönelimi olarak hayata geçirememiştir. Gerilla savaşının ideolojik-politik-örgütsel ve askeri önderliğini, gerilla alanında görevli Parti komitesine devrederek kendi önderliğini adeta yok saymıştır. Bu tarz önderlik anlayışı Partimizin; Halk Savaşı değil, kitlelerden kopuk bir şekilde öncü savaşı vermesini doğurmuştur.

8.MK kendi içinde yaşadığı bu sorunlar ve önderlik krizi nedeniyle Partinin devrimci atılımın önünü kesmiş, devrimci yanının soğurulmasına yol açmıştır. Örneğin Kobane ve Rojava’da Kürt Ulusal Hareketi’yle dayanışma temelli atılan adımlar, darbeci tasfiyeci kliğin önderlerinin sosyal şoven anlayışları ve 8. MK içindeki çelişkilerin kurbanı olmuş, Partimiz bu alanlarda gerektiği ve hak ettiği gibi temsil edilememiştir. Bundan daha da önemlisi, bu alanlardaki devrimci savaş, Partimizin gerilla savaşını güçlendirebilecek, devrimci atılım gerçekleştirebilecek ya da 8. Konferans’ta belirlenen haliyle yönelimi hayata geçirecek tarzda ele alınmamıştır. Bu alandaki güçlerimiz; 8. MK’nın kendi içindeki çelişkilere kurban edilmek istenmiştir. Buna rağmen Partimiz Kobane ve Rojava’da DAİŞ çetelerine karşı savaşta yer almış, çok değerli bir kadrosunu, -Nubar Ozanyan yoldaşımızı- şehit vermiştir.

Benzer biçimde; partimizin başta Kürt Ulusal Sorunu olmak üzere, ülkemizde yaşanan çelişkilerle ilişkilenmek, silahlı mücadelenin geliştirilmesi, faşizme yönelik daha etkili ve ortak eylemlerin gerçekleştirilmesi amacıyla başta Kürt Ulusal Hareketi olmak üzere bir dizi devrimci örgütle birlikte kuruluşunda yer aldığı HBDH örgütlenmesi, “ayrılığın” gerekçesi yapılmış, darbeci tasfiyeci saldırının paslı silahı olarak kullanılmak istenmiştir.

Her şeyden önce HBDH örgütlenmesi, Partimiz açısından sınıf mücadelesinin, özellikle de silahlı mücadelenin, aynı düşmana karşı birlikte yönelmenin ve elbette Partimizin uzunca bir süredir oportünizm tarafından kemirilen devrimci yönlerinin güçlendirilmesi olarak ele alınmıştır. Bu birlik içinde yer almak demek Partimiz açısından politik bir konu olarak değerlendirilmiş ve darbeci tasfiyeci anlayış tarafından propaganda edildiği gibi, Partimizin ideolojik duruşuna yönelik bir kırılma olarak görülmemiştir. Nihayetinde Partimiz kendi ideolojisine, politik duruşuna güvenmektedir. Bu tür birliklerde yer almamayı savunmak, buradan Partinin birliğine yönelmek ve darbeci tasfiyeci saldırıya malzeme yapmak; ideolojik duruşa, komünist dünya görüşüne dair bir probleme işaret ettiği kadar, kendine güvensizliğin de bir ürünüdür. Ancak asıl mesele, ideolojik duruş adı altında, hiçbir şey yapmamak, MLM’yi bir eylem kılavuzu olarak değil, dogma olarak kavramaktır. MLM savunuculuğu adı altında statükosunu korumaktır.

Darbeci tasfiyecilik bu konuda da halkımıza yalan söylemekten çekinmemiş, Parti iradesinin vermiş olduğu karara saygı göstermemiştir. Tablo açık ve nettir. HBDH meselesinde Parti irademiz eşit oranda bir karar belirlemiştir. Buna rağmen darbeci tasfiyeci kast, partimizin HBDH’den ayrıldığını kamuoyuna açıklamıştır. Bu durum tasfiyeciliğin Parti iradesine yaklaşımını, kendisini Parti iradesinin üzerinde gören darbeci anlayışını ele vermektedir. Açıktır ki bu mesele politik bir meseledir. Partimiz politik meselelerde yanlış yapabilir. Yanlış yaptığında ise özeleştirisini verip aynı politik hatayı tekrarlamamaya çalışır. Böylesi bir meselede Parti güçlerini saflaştırmak, –üstelik de ortaya çıkan sonucu çarpıtarak– partinin birliğine yönelmek ve darbeci tasfiyeci saldırının gerekçesi yapmak affedilemez bir suçtur.

Sonuç olarak denilebilir ki; yukarıda özetle işaret ettiğimiz noktalar, Partimizin bir kısım üyesinin tartıştığı ve darbeci tasfiyeci anlayışla temelden hesaplaşmayı içeren yanlar barındırıyordu. Zaten tam da bu nedenle darbeci tasfiyeci kast, bu hesaplaşmadan kaçtı. Partimizi “hizip” ilan edecek kadar zavallı bir politik duruma düştü. Önemle belirtmek istiyoruz ki; darbeci tasfiyecilik “hizip” ilan ettikleriyle, parti zemininde ve komünist platformlarda tartışmaktan özenle kaçınmıştır. Partimiz her zeminde ve platformda, bu bürokrat darbeci tasfiyeci anlayışla hesaplaşmak ve kendi komünist çizgisini sağlamlaştırmak istemiş ancak, bu tasfiyeci klik, tartışmaktan, Partinin sorunlarını çözmekten özellikle kaçmıştır.

Partimiz saflarımızdan kopan grubu; ideolojik olarak küçük burjuva dünya görüşüne sahip, lümpen proletaryanın kimi özelliklerini taşıyan; politik olarak, dogmatik, sosyal şoven ve cinsiyetçi bir çizgi izleyen, örgütsel olarak sol sekter, bürokrat ve kariyerist; askeri olarak ise Halk Savaşı’nı söylemde kabul eden ama pratikte ret eden, kitlelerden kopuk ve öncü savaşı mantığıyla hareket eden bir grup olarak değerlendirmektedir.

Parti kurucumuz İbrahim Kaypakkaya yoldaşın şu sözlerini bir kez daha yinelemek; Partimize unutturulan/unutturulmaya çalışılan bu yaklaşımı bir kez daha hatırlatmak gerekir:

“Kitleler içinde kök salmış, demir disiplinli, subjektivizmden, revizyonizmden ve oportünizmden arınmış, özeleştiriyi uygulayan çelik gibi bir parti, silahlı savaş içinde gelişecek güçlenecektir. Böylece bayatı atıp tazeyi alacak ve burjuva unsurlardan arınacaktır. Halkın en ileri unsurlarını, komünist önderleri ve militanları böylece bağrında toplayacaktır.” (İbrahim Kaypakkaya, Bütün Eserleri, Umut Yayımcılık; s. 449)

 

Darbeci Tasfiyecilik Yenilgiye, MLM Zafere Götürür!

Yaşasın Proletarya Enternasyonalizmi!

Yaşasın Partimiz TKP-ML, Önderliğindeki TİKKO, TMLGB ve KKB!

Yaşasın Marksizm Leninizm Maoizm!

 

TKP-ML MK SB

Nisan 2019

 

Ek 1:

KAMUOYUNA ZORUNLU AÇIKLAMA

Ocak 2017 tarihinde “İşçi Köylü Kurtuluşu adlı bir sitede “Partimiz TKP/ML’ye gönül vermiş Türk-Kürt ve çeşitli milliyetlerden işçi sınıfı ve emekçi halkımıza, partimizin üye ve militanlarına” başlığıyla “İLAN EDİYORUZ: ‘GYDK’ İMZALI AÇIKLAMALAR, ÖRGÜTLENEN FAALİYETLER PARTİMİZDE YEŞERMİŞ YURT DIŞI MERKEZLİ HİZİBİN ÇALIŞMALARIDIR. PARTİMİZ TKP/ML DİSİPLİNİ, PARTİ İŞLEYİŞİ VE HUKUKUNUN DIŞINDADIR. YANİ BU OLUŞUM PARTİ DIŞI KALMIŞ BİR HİZİP ÇALIŞMASIDIR. PARTİMİZLE ARTIK İLGİSİ KALMAMIŞTIR. YAPACAĞI HİÇBİR FAALİYET PARTİMİZİ BAĞLAMAMAKTADIR” şeklinde TKP/ML-MK imzalı bir açıklama yayınlandı.

Partimiz TKP/ML’nin halihazırda devrim yapma iddiasında olduğu topraklarda, o toprakları da kapsayan Ortadoğu coğrafyasında ve tüm dünyada emperyalist-kapitalist sistemin krizinin derinleştiği, ezilen ve sömürülen halk kitleleriyle düzen arasındaki çelişkilerin giderek keskinleştiği, Türkiye Kürdistanı’nda Kürt ulusunun faşist Kemalist diktatörlüğe karşı can kan pahasına verdiği mücadele koşullarında, yani tam da bir komünist partiden beklentilerin ve görevlerin daha somut ve elverişli hale geldiği bir süreçte, bir kezdaha Partimizin yaşadığı sorunlara ilişkin açıklama yapmak zorunlu hale gelmiştir. Bu noktada “bir kez daha” ve “zorunluluk” kavramları özel bir vurgu içermektedir.

Dünya üzerinde emperyalist-kapitalist sistemin yaşadığı ekonomik ve siyasi krizlerin yol açtığı, halk kitlelerinin ayağa dikilmesiyle karşılık bulan isyan silsilesinin ülkemizde vücut bulan hali karşısında ideolojik-politik tıkanıklık yaşadığımız ortadadır. Partimizin yaşadığı kaos tam olarak yaşadığımız bu tıkanıklık ile kitle hareketlerinin itici kasırgası ve egemenlerin buna karşı toptan imhaya varan yöntemlerle diz çöktürmeyi hedeflediği saldırı dalgası arasında kalma durumundan ileri gelmektedir. Süreç ve halk kitleleri; bu tıkanıklığı aşma adına yoğunlaşmayanları, çözüm üretme mekanizmalarını işletmeyenleri, itici kasırga ve saldırı dalgası karşısında kendisini bu sürece hazırlamayanları ve yenilemeyenleri affetmemektedir!

Dolayısıyla yoğunlaşmanın, daha fazla birleşmenin, sisteme karşı çıkan tüm güçlerle daha fazla ortak hareket etmenin önemine sürekli vurgu yaparken, aksine bir pratikle Partimiz yine geçmişte benzer süreçlerde olduğu gibi bir kez daha bölünme, tasfiye edilme, darbelenme açıklamasıyla karşı karşıya kalmıştır. Bu durum, en başta açık bir şekilde tarihimizi diyalektik bir tarih okumasına ve değerlendirmesine tabi tutmayışımızın, dolayısıyla da kendi tarihimizden dersler çıkarmayışımızın ve bu noktadaki dogmatizmimizin bir sonucudur.

Yine daha önce de tecrübe edildiği gibi bu açıklamayı yapanlar, Partinin hukukuna, tüzüğüne işleyişine yönelik darbe ve bu darbeye karşı tavır alanlara yönelik tasfiye operasyonunun üzerini tasfiyecilik, Menşevizm, kuyrukçuluk, hizipçilik, komploculuk, ayrılıkçı, bozguncu, legalist, parlamentarist, barışçıl, sınıf uzlaşmacı, reformist, sivil toplumcu, ekonomist, otonomucu, muhtariyetçi, ilkesiz, popülist, eklektik, dar grupçu, alancı, şehir küçük burjuvazisinin sağ kanadı vs.” çoktan seçmeli, onlarca sözde ideolojik, politik, örgütsel ithamlarla kapatmak istemektedir. Ne kadar çok kavram kullanılırsa o kadar gerçekçi olunacağına olan inanç ise açıklamayı okuyanların zekasıyla alay edercesine MLM olarak savunulmaktadır. Üstüne üstlük yine daha önceki tecrübelerde olduğu gibi Parti kitlesi ve kamuoyu “programcılar ve anti-programcılar” olarak karşı karşıya getirilip aldatılarak, programcılık adına dogmatizmin, ilkeler adına statükoculuğun propagandası yapılmaktadır.

Halbuki sorunların ayyuka çıktığı sürecin başından itibaren parti tüzüğünü ayaklar altına alan, tüzüğün “olağanüstü koşullarda uygulanmayabileceğini” dahi propaganda ederek egemenlerin OHAL keyfiyetini partiye uyarlama çabasında olan bir yaklaşım sergilenmekte, inisiyatif alanlarındaki tüm komiteler işlevsiz hale getirilerek, faaliyet alanları kolektivizmden uzak adeta “başkanlık sistemi” ile yönetilmek istenmekte ve bu yöntem bir bütün partimize dayatılmaktadır.

Yine yaşananlar “bölünme değil arınma” söylemiyle tarif edilmeye çalışılarak Partinin güç kaybetmesinin, kitlelerin umudunun kırılmasının üzeri örtülmeye çalışılmaktadır. Ki bunun devamında gelecek olan açıklama, “ideolojik, politik ve örgütsel olarak arındık, şimdi daha güçlü şekilde iktidara yüründüğü” şeklinde olacaktır. Bu ve benzeri açıklamaları yapanların/yapacakların Avrupa’dan ahkam kesmelerinin de ayrıca düşündürücü olduğu bir gerçektir.

Ancak sistem, işçi sınıfı ve tüm diğer ezilenlerin, Kürtlerin, kadınların, gençlerin, LGBTİ’lerin vd. kesimlerin yaşamı ve geleceği üzerine karabasan gibi çökmüşken, bu ajitatif, fakat boş sözlerin bir kıymeti harbiyesi bulunmamaktadır. Halk kitlelerinin artık bu tür anti-bilimsel, gerçek dışı sözlere itibar etmediğini göremeyenlerin sonraki adımı ise Partinin tüzüğünü, hukukunu savunanlara yönelik şiddete varacak söylem ve pratiklerdir; ki bunun adımları bu süreç içerisinde çeşitli şekillerde atılmaya çalışılmıştır. Gayri-meşru bir şekilde de olsa adını kullandıkları ve ayrıca seslendikleri “Partimize emek veren çilekeş halkımız ve onun çizgisini omuzlayan yoldaşlarımız”ın emek verdikleri, çizgisini omuzladıkları örgütün isminin TKP/ML olduğunu unutanlar, Parti kitlesinin ve yoldaşlarımızın “ideolojik, politik, örgütsel” arınma adı altında Partinin parçalanmasına artık tahammülünün ve itibarının kalmadığının, şiddet vb. tehditler konusunda ise hiçbir zaman taviz vermediğinin farkında dahi değillerdir.

Yapılan bu açıklamaya ilişkin söylenecek oldukça fazla şeyin olduğu bir gerçektir. Ancak biz, partimiz içinde boy veren ve bu açıklamayı kaleme alanların aksine partimizin birliğini gerçekleştirme çabamızın hala son bulmamasından dolayı kamuoyunda açık bir tartışmaya daha fazla girmeyeceğiz. Sadece birkaç noktaya açıklık getirmek ve kamuoyunu bilgilendirmekle yetineceğiz.

1) Partimizin illegal yayın organı İşçi Köylü Kurtuluşu’nun internette bir site açılarak yayın hayatına devam etmesine ilişkin partimizin bir kararı yoktur. Ocak 2017 tarihi itibariyle internette yayınlanan ”İşçi Köylü Kurtuluşu” partimizi bağlamamaktadır. Bu site resmi değildir. Dolayısıyla buradan yayınlanan imzalı açıklamalar da kurumumuza ait değildir ve partimizi bağlamamaktadır.

2) Partimizde ”yeşermiş yurt dışı merkezli” bir ”hizip” çalışması yoktur. GYDK, partimizin resmi bir organıdır ve dönemin MK’sınca da onaylanan bir komitedir. Açıklama sahiplerinin ilk olarak dedikodu ve hedef göstererek alanları karşı karşıya getiren ve düşmanlaştıran bir yaklaşım izlenmesinin ardından özellikle ”yurtdışı” vurgulu bir ”hizip” açıklaması yapması çok açıktır ki yurtdışı alanına yönelik bir yargı yaratma amacı taşımaktadır. Hatırlatmalıyız ki, manipülasyonlarla devrim mücadelesi verilmez.

3) Eylül 2016 tarihi itibariyle MK içinde yaşanan istifa nedeniyle parti tüzüğümüzün ilgili maddesince MK iradesini yitirdiği için hiç kimsenin MK adına hareket etme ve MK imzasını kullanma yetkisi kalmamıştır. Dolayısıyla bu tarihten itibaren MK adıyla yapılan açıklamalar, atılan adımlar/alınan kararlar geçerli değildir!

Şubat 2017

TKP/ML Ortadoğu Bölge Komitesi

Türkiye Marksist Leninist Gençlik Birliği (TMLGB)

Kadın Komitesi

Enternasyonal Büro

Geçici Yurt Dışı Komitesi (GYDK)

Yayın Komitesi

PARTİYLE DEVRİME, ŞAN OLSUN 1. KONGRE’MİZE!

Türk, Kürt Uluslarından ve Çeşitli Milliyetlerden Halkımıza;

24 Nisan 1972’de İbrahim Kaypakkaya yoldaş önderliğinde kurulan Partimiz, İbrahim Kaypakkaya’nın planlamasını yaptığı ancak önce tutsak düşmesi ve ardından da katledilmesi nedeniyle gerçekleştirilmesine önderlik edemediği 1. Kongre’sini gerçekleştirmiş bulunuyor.

Enternasyonal proletarya ve onun mücadelesinin vücut bulduğu komünist partiler, tarihsel olarak ortaya çıktığından bugüne kadar kimi zaman çok sert iniş ve çıkışlar içinde de olsa yürüyüşünü hep ileri taşımasını bilmiş, Partimiz TKP-ML de, kurulduğu tarihten bu yana kızıl bayrağını elinden düşürmeksizin bu yürüyüşün onurlu bir parçası olmuştur.

Partimiz TKP-ML, devrim mücadelesinin kilometre taşları olarak gördüğü ve saflarını düzene sokarak, eksiklerini, zaaflarını masaya yatırıp bunları aşmanın zeminini formüle ettiği, deneyim ve birikimlerini sistemleştirdiği, güçlü yanlarını daha da ileriye taşımak için örgütlülüğünü tahkim ettiği bir platform olarak 1. Kongresi’ni başarıyla gerçekleştirmiştir. Enternasyonal proletarya, ülkemiz proletaryası ve halkımız açısından tarihsel öneme sahip 1. Kongre’miz; her şeyden önce Alman emperyalizminin TC devleti ile işbirliği içinde Partimize yönelik gerçekleştirdiği Nisan 2015 karşı devrimci saldırısı ve hemen ardından bu saldırıyı fırsat bilen ve Parti içinde bir grup azınlığın önderlik ettiği “sol” görünümlü sağ oportünist darbeci/tasfiyeciliğin tüm saldırılarına rağmen ilkelerine sımsıkı tutunarak, her türlü tasfiyeci akıma göğüs geren, hedef ve amaçlarından taviz vermeyen Parti gerçekliğimizin tüm yaratıcılarının emeğini selamlamaktadır.

Partimiz TKP-ML, günümüz açısından devrim mücadelesinin son derece dezavantajlı koşullarında, faşist diktatörlüğün, devrimci, yurtsever ve ilerici güçlere yönelik sürdürdüğü topyekun saldırı ve imha konsepti sonucu belli oranda geri çekilen kitle hareketine, önemli bir daralma yaşayan devrimci, yurtsever güçlerin söz konusu gerçekliğine karşın, 1. Kongre’sini toplama ve başarıyla sonuçlandırma iradesi ortaya koymuştur. Bu anlamıyla Kongremiz, faşist diktatörlüğün bu saldırılarına ideolojik ve politik olarak bir yanıt olmuştur. Bu yanıtımızı savaş alanlarında da alacaklarından kimsenin kuşkusu olmamalıdır.

Emekçi halkımız… İşçiler, köylüler, kadınlar, gençler…

Faşist diktatörlüğün gemi azıya aldığı saldırganlığında bir takım mevziler kazanması, egemenlerin sözcülerinin salyaları akarak halka en yüksek perdeden tehditler savurarak pervasızca hakaret etmeleri, koşulları zorlaştırmakla birlikte asla yanlış ve tek yanlı okunmamalıdır. Zira, her şey onların istediği gibi güllük gülistanlık olsaydı, istedikleri gibi yönetebilselerdi bu kadar yüksek perdelerden çığlıklar atmalarına da gerek kalmazdı. Hayır, onlar için hiçbir şey istedikleri gibi gitmemekte, hiçbir şekilde istedikleri gibi yönetememektedirler. Giderek derinleşen ekonomik kriz hali, biz emekçilerin sırtından fatura edilerek idare edilemeyecek boyutlara ulaşmış durumdadır.

Bu yüzden bu kadar çok bağırmaktadırlar.

İşçi sınıfının yoksullukla, açlıkla terbiye etmeye çalışırlarsa çalışsınlar, bıçak kemiğe dayandığında işçilerin nasıl da bir sınıf olarak hareket ederek kendilerini köşeye sıkıştırdıklarının örneklerini yaşıyorlar.

Bu yüzden bu kadar çok tehdit ediyorlar.

Evlerini başlarına yıkıp, bodrumlarda katlederek sindirmeye çalıştıkları Kürt halkının onlara yaşattığı kabuslar nedeniyle rahat bir uykuya muhtaçlar. Üç günde Şam’a gidip çay içecekleri hayalinden, başta Rojava’daki direniş ve savaşla çabucak uyanmak zorunda kaldıkları için bir o emperyalistin bir bu emperyalistin kanatları arasında yerlerini sağlamlaştırmaya çalışıyorlar.

Bu yüzden her baktıkları yerde “terörist” görüyorlar.

Kadınların, LGBTİ+’ların tüm saldırılara rağmen on binler olup nasıl sokakları zaptettiklerini görüyorlar.

Bu yüzden en cinsiyetçi saldırılarını hep el altında tutuyorlar.

Kısacası, tüm o görünen savaş araçlarının, tükürükler saçarak ettikleri tehditlerin, katliamların, işkencelerin, hapis cezalarının vs. anlamı aslında geleceğe baktıklarında gördükleri koyu karanlıktır.

Bu yüzden korkuyorlar! Korktukları içinde çok bağırıyorlar. Çok bağırdıkça daha çok korkuyorlar. Korktukça daha çok saldırganlaşıyorlar! Sonlarını gören yaralı bir canavar gibi davranıyorlar! Lakin korkunun ecele faydası yok! Kuşkusuz, hesaplaşmamız çektiğimiz acılarla, zorluklarla, zulümle ve katliamlarla doğru orantılı olacaktır.

İşte bizim için esas olan madalyonun bu yüzü ve orada gördüklerimizdir. Yani onları o karanlığa gömecek olan halkın örgütlü mücadelesidir. Bilinçli öfkemiz ve sınıf kinimizdir!

İşte tam da böyle bir gerçeklik içerisinde Partimiz TKP-ML, 1. Kongre’sini gerçekleştirerek direnişin sürdüğüne, mücadelenin soluksuz devam ettiğine, umudun ve kazanma iradesinin varlığına dair bir işaret fişeği olmuştur. 1. Kongre’miz hakim sınıfların karanlığına, ezilen emekçi kitleler, Türk-Kürt uluslarından halkımız adına yakılan bir meşale olmuştur. Emekçi halkımızı bu meşaleyi hep birlikte ileri taşımak, kurtuluş ve özgürlük için savaşın bir parçası olmaya çağırıyoruz.

Hakim sınıfların en çok korktukları nokta örgütlü halk gerçekliğidir. Komünist Partisi’yle bütünleşmiş örgütlü bir halk, onların o karanlık sonunun yaratıcısı olacaktır. Partimiz TKP-ML, gerçekleştirdiği Kongre ile devrimci komünist bir özne olarak tarihsel misyonunu oynamak üzere çeşitli ulus ve milliyetlerden halkımız ile bütünleşmek için, üzerine düşen görevleri layıkıyla yerine getireceğine, savaş mevzilerini dolduracağına dair iddia ve irade ortaya koymuştur. Bu iddia ve irade kitlelerin gücüyle buluştuğu oranda devrim yürüyüşümüz ileri taşınacaktır.

Eksiklerimiz, görevlerimizdir!

İktidar hedefini ve iddiasını ortaya koyan Kongremiz, devrimi gerçekleştirmemizin önünde engel olarak tespit ettiği eksiklerin, zaaflı yanların giderilmesinin, geleceğe dair vazgeçilmez görevler olduğunu beyan etmektedir. Bunu da, sınıf mücadelesinden uzaklaşarak, kenara çekilerek değil, tam da sınıf mücadelesinin en sıcak alanlarında, çelişkilerin en keskin olduğu noktalarda bulunarak ve kitlelerin denetiminde yapabilecektir. TKP-ML, ideolojik, politik ve örgütsel alanlarda önüne koyduğu yönelimle birlikte yaptığı kısa ve orta vadeli planlamalarla başta Halk Savaşını geliştirme görevi olmak üzere, şehirlerde esasta işçi sınıfı içinde örgütlenme, Kürt halkıyla daha fazla bütünleşme, toplumun kadın, halk gençliği, işsiz yığınlar vb. tüm dinamikleriyle buluşma yönünde hedeflerini gerçekleştirecektir.

Kongremiz, Parti tarihimizde tam demokrasinin işletildiği, son derece önemli gündemlerin tartışıldığı ve kararlaşmalara varıldığı bir ortamda gerçekleştirildi. Kongre irademiz, Partimizin kuruluşundan itibaren gerçekleştirmediği program tartışmalarına bir nokta koydu ve Parti programını oluşturarak kabul etti. Aynı zamanda parti tüzüğümüzde gelen önerilerden hareketle çeşitli düzenlemeler ve eklemeler yaptı.

1.Kongremiz ayrıca Partimiz açısından yeterli önemi verilmeyen, kadın kurtuluş mücadelesi açısından da tarihsel önemde kararlar aldı ve Partimiz önderliğinde özerk bir örgütlenme olarak Komünist Kadınlar Birliği’nin kurulmasını kararlaştırdı.

1.Kongremiz, başta emperyalizm ve faşizmin saldırıları olmak üzere partimize yönelik tüm saldırılara karşı, ideolojide derinleşme, politikada yetkinleşme, örgütsel olarak sağlamlaşma ve askeri olarak kararlılık yönelimini koydu.

Partimiz 1. Kongre’sinde, bu hedeflerin sadece sözde kalmaması için bu ve bunun gibi önemli somut kararlar almış, tüzüğünden programına, stratejisinden güncel politikalarına kadar geniş bir çerçevede analizler yaparak bahsini ettiğimiz dinamiklere ulaşmak ve bu buluşmayı gerçekleştirmek için yeni örgütlenmeler ve düzenlemelerle birlikte iradesini ortaya koymuştur. Meselemiz, kağıt üzerinde değil, pratikte devrimciliktir. Sözde değil özde devrimciliktir.

Bu anlamıyla Kongre irademiz, bu faşist diktatörlüğe karşı, tüm halkımızı, ezilen, sömürülen milyonları, bütün işçi ve emekçileri, Kürt halkını, kadınları, gençleri özgürlük ve kurtuluş için, halkın iktidarını kurmak üzere Demokratik Halk Devriminin parçası olmaya çağırıyor. Demokratik Halk Devrimi olmaksızın, verilecek ya da alınabilecek kırıntılarla, saraylarını başlarına geçiremeyiz, geleceğimizi kuramayız, özgür geleceğe kavuşamayız. Bu, tarihin binlerce kez kanıtladığı gibi zor’a karşı zorla ve bugün faşist diktatörlüğe karşı Halk Savaşı ile gerçekleştirilebilecektir.

Partimiz TKP-ML 1. Kongre’sinde, Türk egemen sınıflarının içinde bulunduğu kriz haline yönelik vurgu yaparken, diğer yandan devrimci, demokratik tüm güçlerin, tüm çaba ve kimi somut adımlara karşın parçalı duruşunu da gündem yapmıştır. Bu noktada, ideolojik mücadele çizgisini yitirmeden, egemen sınıfların saldırganlığına karşı, somut hedefler doğrultusunda ilkeli bir ortak zemin oluşturmanın önemi açıktır. Ezilen emekçi halkımızın da talebi bu yönlüdür ve TKP-ML, bu konuda üzerine düşen görevi kararlılıkla yerine geçirme çabası içinde olacaktır.

Yukarıda bahsini ettiğimiz ekonomik, siyasi kriz hali, sadece Türk hakim sınıfları için geçerli değildir kuşkusuz. Emperyalist kapitalist sistem çürüyüşünü sürdürürken, aynı zamanda ezilen dünya halkları ile arasındaki çelişkiyi de derinleştirerek kuyusunu kazmaya devam ediyor. Dünya üzerinde -parça parça da olsa- ezilenlerin öfkesinin sokaklara taşmadığı bir coğrafyadan söz etmek mümkün değil. Diğer yandan halkın gerçek önderleri komünist hareketlerin, yani devrimin subjektif güçlerinin, bu öfkeyi örgütleyecek ve devrime taşıyacak gücün gerisinde olduğu da bir gerçektir. Bunun bir yansıması da enternasyonal ilişkilerin zayıflığı ve kapsayıcı bir örgütlülükten mahrum oluşudur. Partimiz TKP-ML, 1. Kongre’sinde aldığı kararlarla birlikte, “Dünya devrimine hizmet etmek için, ülke devrimini geliştirmek” şeklinde formüle ettiği enternasyonal alanda yaşanmakta olan bu boşluğu doldurmak için adım atmaya hazırdır. TKP-ML; enternasyonal alan faaliyetini ülkemizdeki devrime dair görevlerin yerine getirilmesine çalışmakla birlikte, diğer ülkelerdeki devrim ve sınıf mücadeleleriyle dayanışma ve bütün bunların üst çerçevesindeki kumanda merkezini oluşturan, proleter dünya devriminin ideolojik-politik önderliğini tesis etme ve güçlendirme kapsamıyla ele almaktadır.

1.Kongremiz ayrıca Kongre iradesi tarafından Partili kimliğin örnek bir temsilcisi olan, Partimizin bir üyesi olarak Rojava’da şehit düşen Nubar Ozanyan yoldaşa atfedilerek; İbrahim Kaypakkaya’dan Mehmet Demirdağ’a ve Nubar Ozanyan’a uzanan çizgide, Partimizin nasıl bir komünist kişilik ve kadro istediğinin altı çizilmiş ve bu zorlu sürecin “Ozanyanlaşarak” aşılacağı vurgulanmıştır.

Komünist önderimiz İbrahim Kaypakkaya, savaşın içinde ölümsüzleşmiş olan genel sekreterlerimiz Süleyman Cihan, Kazım Çelik, Mehmet Demirdağ yoldaşlar, Partimizin en zor zamanlarında askeri gücüne komuta eden ve Kongremizi kendisine atfettiğimiz Nubar Ozanyan yoldaşımız, ideolojik-politik-örgütsel önderlikleriyle birlikte pratikte devrimciliğin gerçek anlamı ve tezahürü olarak öğretmenlerimiz olmaya devam edeceklerdir. 

YAŞASIN 1. KONGRE’MİZ!

YAŞASIN PARTİMİZ TKP-ML, HALK ORDUMUZ TİKKO, GENÇLİK ÖRGÜTÜMÜZ TMLGB, KADIN ÖRGÜTÜMÜZ KKB!

YAŞASIN HALK SAVAŞI!

YAŞASIN MARKSİZM-LENİNİZM-MAOİZM!

YAŞASIN PROLETARYA ENTERNASYONALİZMİ!

TKP-ML Merkez Komite Siyasi Büro

Nisan 2019

PARTİMİZ TKP-ML 1. KONGRE’SİNİ GERÇEKLEŞTİRDİ! PARTİYLE DEVRİME ŞAN OLSUN 1. KONGREMİZE!

Partimiz TKP-ML, kuruluşundan 47 yıl sonra 1. Kongre’sini gerçekleştirmiş bulunuyor. Kongremiz sınıf düşmanlarımızın ve Partimizi içten darbelemek isteyen sol görünümlü sağ oportünist çizgi sahiplerinin saldırıları altında gerçekleştirildi. Kongremizin tarihsel önemi, Partimize yönelik gerçekleştirilen düşman saldırılarıyla birlikte Partimizi darbeleyip tasfiye ederek, militanlarımızda, taraftarlarımızda ve halkımızda “umut kırımı” ve “güven bunalımı” yaratmak isteyenlere dur demesidir. Bununla yetinmeyip kuruluşundan itibaren resmi bir programa sahip olmayan Partimizi bir programa kavuşturmasıdır.

1.Kongre’mizin önemi gerek düşmanın yoğun saldırıları ve gerekse de darbeci tasfiyeci çizgi sahiplerinin uyguladığı deşifrasyon ve ihbar furyası altında son derece yoğun bir gündem ve temsili değil doğrudan demokrasiyi işleterek gerçekleştirmesinden kaynaklıdır. Partimiz, bir yandan gücü ve gerçekliği oranında sınıf mücadelesinin gündemlerinden kopmamış, diğer yandan ise kendi içinde sorunlarını tartışmış ve kongresinde de bu sonuçları sentezlemiş durumdadır.

Partimiz, Alman emperyalizmi ve TC faşizminin ortaklaşa gerçekleştirdiği merkezi saldırı sonrasında, birliğine yönelen görünürde “sol” oportünist gerçekte sağ oportünist darbeci tasfiyeci çizgi sahiplerini, kongre ya da konferansa taşımak istemiş, bu yönlü bir iki çizgi mücadelesi içinde olmuş, ne var ki bu çizgi sahipleri “hizip” ilan ettikleri Partimizle bu platformda hesaplaşmaktan özellikle kaçmışlardır. Partimiz, bu çizgi sahipleriyle merkezi platformlarda mücadeleyi zorlamış ancak bu çizgi sahipleri kendilerini ısrarla Parti iradesine dayatmış, varolan krizi değil Partiyi çözmeyi ve böylece kendi iktidarlarını korumayı ve Partiyi bölmeyi tercih etmişlerdir. Ardından da Partiyi sahiplenen kadrolarımıza, üyelerimize, militanlarımıza ve taraftarlarımıza yönelmişlerdir. Bu koşullar altında Partimizi sahiplenen MLM’ler bir Örgütlenme Komitesi kurmuşlardır.

Örgütlenme Komitesi bir yandan sınıf mücadelesinin gündemlerine müdahale ederken diğer yandan Partinin yeniden örgütlenmesini önüne koymuş, Parti iradesinin merkezileşmesi için çalışmalarına başlamıştır. Bu sürecin başlangıcında Parti üyemiz Nubar Ozanyan yoldaş Rojava’da şehit düşmüştür. Partili kimliğimizin özü ve özeti olan Nubar Ozanyan yoldaşın kaybı, Partimiz açısından ağır bir darbe olmuştur. ÖK bu süreç içinde Parti güçlerimizin korunmasında, faaliyetimizin kesintisiz devamında, gerilla güçlerimizin sevk ve idare edilmesinde ve en önemlisi de merkezi platformumuzun örgütlenmesinde çalışmalarına devam etmiş, önüne çıkan kimi engellemelere karşı uluslararası düzeyde etki yaratan bir kampanya yürütmüştür. Bu pratik, Partimizin iddia ve cüretini dosta da düşmana da göstermiştir.

Son On Yıl: Sağ Oportünist Bir Çizgi Ve Hesap Vermemek İçin Partiyi Bölmek!

8.Konferans’ımızdan on yıl sonra toplanan Kongre irademiz, Konferans’tan günümüze kadar geçen süreyi incelemiş, başta 8. Konferans’ımızın iradesini devrettiği 8. PMK olmak üzere Partimizin bütün faaliyet alanlarını değerlendirmiş ve kimi sonuçlar çıkarmıştır.

On yıl gibi Parti tarihimiz açısından oldukça uzun ve tüzüğümüz açısından kabul edilemez bir süre boyunca 8. PMK’nın en önemli başarısızlığını Partiyi merkezi bir iradeye taşıyamaması olarak tespit eden Kongremiz, Partiyi bu kaostan çıkarmak amacıyla kurulan ÖK’nın faaliyetini de değerlendirmiş, kimi eksikliklerine rağmen kuruluş amacını yerine getirmesinden dolayı başarılı bulmuştur.

Kongremiz 8. PMK önderliğini ideolojik, politik, örgütsel ve askeri olarak değerlendirmiş, 8. Konferans’ın 8. PMK’ya ve Partinin önüne koyduğu ve dört ana yönelim olarak tanımladığı görevleri, kimi dönemlerde atılan ileri adımlara rağmen esasta yerine getirmede başarısız kaldığını tespit etmiştir.

Önderlik demek her şeyden önce ideolojik önderliktir. 8. PMK bırakalım Partiye ideolojik önderlik etmeyi, kendisi ideolojik bir sorun olarak Partinin karşısına çıkmış ve nihayetinde iradesini yitiren bir organa dönüşmüştür. Politik alanda yaşanan kimi gelişmeleri tahlil etme ve Partinin önüne görev olarak koymasına rağmen, bu adımları süreklileştirmediği ve denetlemediği için başarısız kalmıştır. Örgütsel alanda kadro ve halef yetiştirme politikası olmasına rağmen, bırakalım Partiyi örgütsel olarak ileriye taşımayı, daha geri bir pozisyona savurmuştur. Parti çevresinde sayısız ileri militan olmasına ve faaliyetin önemli bir kısmı bu yoldaşlarca omuzlanmasına rağmen, bu yoldaşları partilileştirmek üzere bir yönelim izlenmemiştir. Askeri olarak ise Dersim’de gerilla savaşının ilk adımları atılmasına rağmen, ortaya çıkan gelişmeye doğru müdahale edilmemiş, gerilla savaşının yaşadığı tıkanmanın ve kendini tekrar etmesinin önüne geçilememiştir. Rojava’da atılan adımlar ise Partinin darbeci tasfiyeci saldırıya maruz kalması nedeniyle gerektiği gibi değerlendirilememiştir.

Bu noktada Kongremiz yaşanan sürecin sorumluluğunu sadece 8. PMK olarak değerlendirmemiş, Partinin bu süreçteki rolü ve oportünist tavrı üzerinde de durmuştur. Önderliğin belirleyici olduğu yerde, haklar ve görevler paylaşımında, bir bütün olarak Partinin önderlik üzerinde denetim, sorgulama ve hesap sorma görevini yerine getirmediği üzerinde durmuş ve bu tavrı mahkum etmiştir.

Partimizin Güvenliği Her Şeyin Üstündedir!

Kongremiz Partimizin son süreçte yaşamış olduğu düşman operasyonlarını (2015 Merkezi operasyonu, 24-28 Kasım Aliboğazı vd.) değerlendirmiş ve çeşitli sonuçlara ulaşmıştır. Bir kısmını kamuoyuna açmayacağımız bu kararlarda Kongremiz; “sol” görünümlü sağ oportünist darbeci tasfiyeci çizgiye önderlik edenlerin niteliği üzerinde durmuş ve belli bir netliğe kavuşmuş durumdadır.

Kongremiz, Nisan 2015 karşı devrimci saldırısı öncesi ve sonrası üzerinde durmuş, ardından Partimize yönelik gerçekleştirilen darbeci tasfiyeci saldırıyla birlikte tartışmaya açılan “düşman uzantısı” iddialarına son noktayı koymuş ve tüzüğümüzden hareketle darbeci tasfiyeciliğin değerlendirmesini yapmış bulunmaktadır. Kongremiz toplamda bu süreçte Partinin duruşunu sorgulamış ve çeşitli sonuçlara ulaşmıştır.

Kongremiz, Partimizin yaşamak zorunda bırakıldığı bu süreçte özellikle halk kitleleri nezdinde güvenirliliğinin hedeflendiğini, sadece Partimizi değil genel olarak halk kitlelerinde devrime olan umutların kırılmak istendiğini tespit etmiş ve doğru sorular sormanın doğru yanıtlara ulaşmamızı sağlayacağı sonucuna varmıştır. Bu anlamda meselenin dışımızda değil içimizde olduğu, Partimizin ideolojik olarak sağlamlaşmadığı, stratejisi doğrultusunda davranmadığı, devrimci çalışma tarzını uygulamadığı koşullarda bu türden gelişmelerle karşılaşmasının kaçınılmaz olduğunu vurgulamıştır. Dolayısıyla asıl sorunu Partimizde aramak doğru olandır. Devrimci olandır.

Kongremiz hem ülke dışında hem de ülke içinde Partimize yönelik saldırı tehlikesinin devam ettiğini, emperyalistlerin partimizi bir tehlike olarak görmeyi sürdürdüklerini ve yeni saldırılar gerçekleştirebileceklerini, darbeci tasfiyeciliğin yarattığı deşifrasyon ve ihbar etme pratiklerinin ise Partimizin güvenliğini tehdit etmeyi sürdürdüğünü tespit etmiştir. Bu yönlü önlem alma çabalarımız ve attığımız adımlar dahi darbeci tasfiyeci grup tarafından yeni deşifrasyonlar ve ihbarcılıkla karşılanmaktadır.

Bu noktada yapılması gereken, yılların deneyimi üzerinden elde edilen ilkelerimizle hareket etmek, doğru bir çalışma tarzını hayata geçirmek, devrimci uyanıklığı bir an olsun elden bırakmamaktır. Söz konusu olan iktidar iddiası olan Partimizin güvenliği, yoldaşların ve halkımızın kanı, canı ve emeğidir. Gerisi elbette teferruattır.

 

On Yıllık Değişim: Emperyalist Kapitalist Sistemin Krizi ve Faşizmin Yükselişi

Parti Kongremiz, 8. Konferans’ımızdan günümüze geçen 10 yıllık sürede ülkede ve dünyada yaşanan gelişmeler ve değişimler üzerinde durmuş ve belli sonuçlara ulaşmıştır. Bu sonuçlar önümüzdeki süreçte uygun biçim ve yöntemlerle kamuoyuyla paylaşılacaktır.

Kongremiz uluslararası alanda emperyalist kapitalist sistemin ekonomik krizinin halen devam ettiği, buna rağmen emperyalist kapitalist sistemin kendini yeniden üretmeyi başardığını, başta vekalet savaşları olmak üzere dünya çapında emperyalistler arası krizin ve çelişkilerin şiddetlendiği, emperyalist klikler arasında dengelerin değiştiği vb. tespitlerde bulunmuştur.

Bu sürecin Afrika, Güney Asya, Latin Amerika ve Ortadoğu üzerinde doğrudan doğruya yansımaları olduğu, devrimin fırtına merkezlerin halen ezilen bağımlı uluslar ve ülkeler olmaya devam ettiğini vurgulamıştır. Bu noktada özellikle Partimizin Ortadoğu yöneliminin devrimci sonuçlar üretmeye uygun bir zemin sunduğu üzerinde durulmuştur.

Enternasyonal proletaryanın ve ezilen dünya halklarının emperyalist kapitalist sistemin uygulamaya koyduğu politikalara ve bunların yaratmış olduğu sonuçlara yönelik itirazlarının, isyanlarının, eylem ve protestolarının çeşitli biçim ve içeriklerde sürdüğü ancak komünist bir önderlikten yoksunluğun önemli sorun olduğu tespitini yapmıştır. Bu bağlamda Kongremiz uluslararası komünist hareketin içinde bulunduğu durumu tartışmış, “komünistlerin birliği geleceğin değil bugünün sorunudur ve proletaryanın enternasyonal bir örgüte ihtiyacı vardır” görüşünü ileriye sürmüştür. Aynı zamanda kongremiz Partimizin anti-emperyalist, anti-faşist kitle örgütleri, devrimci ve ilerici örgütlerle ilişkileri üzerinde durmuş, Partimizin yönelimi ile birlikte ele alınmasını kararlaştırmıştır.

Kongremiz son on yıllık süreçte ülkemizde yaşanan ekonomik ve sosyal gelişmeler üzerinde durmuş, ekonomik krizin siyasal krize yol açtığı, Türk hakim sınıflarının yönetememe krizi içinde olduğu, başta ekonomik kriz olmak üzere hakim sınıflar arasındaki çelişkilerin keskinleşmesiyle darbe girişimlerinin vb. dönüp, ilerici devrimci örgütlere ve halk hareketine yönelmesini doğurduğu, krizin her alanda faşist saldırganlığı artırdığı üzerinde durulmuştur.

Kongremiz, Türkiye devrimci komünist hareketinin önderlik meselesinin tayin ediciliği üzerinde durmuş, Partimiz de dahil olmak üzere, Türkiye devrimci hareketi işçi sınıfı ve halkın mücadelesine önderlik etmede sınıfta kaldığını vurgulamıştır. Kongremiz bu noktada özeleştirel bir tutum içinde olmayı doğru bulmaktadır. Partimiz de dahil olmak üzere devrimci örgütler, işçi sınıfıyla, halk kitleleriyle, onların kendiliğinden de olsa hareketleriyle ilişkilenmede, sınıfla ve halkla temasta ve örgütlenmede sorunlar yaşamaktadır. Bu nedenledir ki başta Partimizde yaşanan darbeci tasfiyeci saldırıda olduğu gibi, devrimci komünist hareketler örgütsel sorunlarla karşı karşıya kalmış, içten darbelenerek güç kaybetmiştir.

Sürecin ağırlığı ve faşizmin saldırganlığının üst boyutta olması, beraberinde devrimci komünist hareketlerin birlikte hareket etmesini ikili ya da çoklu eylem birlikleri içinde süreci karşılaması gerektiğini dayatmaktadır. Bu noktada HBDH önemli bir olanak olmakla birlikte Partimizin bu eylem birliği içinde rolünü oynayamadığını vurgulamak gerekir.

Kitle hareketinin dibe çekildiği, dipte güç biriktirdiği ve koşulları oluştuğunda dalgalar halinde yüzeye vuracağı durumda, en dipte kitlelerle temas etmek, stratejik yönelimimiz doğrultusunda çalışmayı sürdürmek doğru olan devrimci tutumdur.

Yenilenmeyen Yenilmeye Mahkumdur!

Partimizin 8. Konferans’ından günümüze yaşanan gelişmeleri inceleyen Kongremiz, Türkiye toplumunda yaşanan değişimleri ve ortaya çıkan çelişkileri tahlil etmiş ve kimi devrimci sonuçlara ulaşmıştır. Bu noktada önemli olan husus, kendi öznel subjektif dünyamızı, nesnel dünyanın yerine geçirmemektir. Kendi öznel düşüncelerini nesnel dünyanın yerine geçirenler oportünizme düşmekten kaçamazlar. Nesnel dünyada yaşanan değişimleri inceleyip, dünya görüşü doğrultusunda yeniden üretmeyenler yani bayatı atıp tazeyi almayanların, kirli gömleği çıkarıp temiz gömleği giymeyenlerin sınıftan ve halk kitlelerinden kopması kaçınılmazdır.

Partimizin son on yıllık süreçte izlediği çizgi bu olmuştur. Kongremiz, Partimizin kuruluşundan itibaren ertelediği program tartışmasında bu noktanın üzerinde durmuş ve günümüzde Türkiye toplumunun içinde bulunduğu durumdan hareketle yeni başlıca çelişmeler tespit etmiştir. Kongremiz bu çelişmeleri, “ezen ulusla ezilen ulus ve milliyetler arasında çelişme”, “ezen inançla ezilen inançlar arasında çelişme”, “ataerkil sistemle ezilen cins arasında çelişme” ve “sistemle ekolojik sistem arasındaki çelişme” olarak belirlemiş ve programını zenginleştirmiştir.

Kongre irademiz ayrıca ülkemizde başlıca çelişmeler içinde değerlendirdiği “ezen ulusla ezilen ulus ve milliyetler arasında çelişme” içerisinde Kürt ulusal sorununu tartışmış ve UKKTH yerine Özgürce Ayrılma Hakkı kavramının kullanılmasını kararlaştırmıştır. Yine bu gündem içinde Kürt Ulusal Özgürlük Hareketi kavramının kullanılması ve Kürt ulusal hareketinin, ulusal devrimci bir hareket olarak tanımlanmasını kabul etmiştir.

Kongre irademiz ayrıca Partimizin yaşadığı “sol” görünümlü sağ oportünist darbeci tasfiyeci çizgi sahiplerinin pratiklerinin değerlendirilmesiyle tüzük maddelerini yeniden ele alıp düzenlemiş, Parti isminin yazımını ise bu çizgi sahiplerinin de aynı ismi kullanmaları nedeniyle TKP-ML olarak değiştirmiştir.

Şan Olsun Komünist Kadın Örgütümüze!

Kongre irademiz, Partimizin kuruluşundan itibaren ihmal edilen, bu anlamıyla bir özeleştiri konusu olan ezilen cins ve mücadelesine yaklaşımını da değerlendirdi ve özerk bir komünist kadın örgütlenmesi olarak Komünist Kadınlar Birliği’nin kurulmasını kararlaştırıldı.

Partimizin kuruluşunda değinilen ancak daha sonraki yıllarda kurulması yönlü bir adım atılmayan aksine Parti içinde dahi tüzüksel anlamda daha geri bir noktaya savrulan ezilen cins ve mücadelesine yaklaşım; 8. Konferans’ımızla birlikte daha sistemli ele alınmış, esas olarak Partili kadın yoldaşlarımızın emeği ve mücadelesi sonucunda nitel bir sıçramayla önemli bir düzeye ulaşmış durumdadır. Gerisi örgütsel inşa sorunudur ve başta kadın yoldaşlarımız olmak üzere Partimiz bu görevi, Kongre iradesinden aldığı güçle yerine getirecektir.

Komünist Kadınlar Birliği’nin kuruluşu ve mücadelesi sadece emperyalizme, faşizme değil başta ataerki olmak üzere her türden gericiliğe karşı partinin kendi içindeki mücadelesini geliştirecek, onun devrimci yanını da güçlendirecektir.

Partimiz Türkiye Devrimine Önderlik Etmeye Muktedirdir!

1.Kongremiz; dünyada ve Türkiye’de yaşanan değişimlerle birlikte, Partinin kendisini ve faaliyet alanlarını değerlendirerek, önüne gerçekçi olmayı, yakına ancak ileriye doğru adımlar atarak, ideolojide derinleşmeyi, politikada yetkinleşmeyi, örgütsel anlamda sağlamlaşmayı ve askeri olarak kararlılık vurgusu yaptı.

Kongremiz, Başkan Mao’nun; “Devrimci savaşa önderlik etme yeteneğimizden kuşku duyan herkes oportünizm batağına saplanacaktır” (Mao Zedung, Japon Emperyalizmine Karşı Taktikler Üzerine, 27 Aralık 1935, Cilt 1, Kaynak Yayınları, sayfa, 206) ifadelerinden hareketle Partimizin Halk Savaşı’na önderlik etme yeteneği, bilgisi ve tecrübesi olduğundan hareket etti ve Halk Ordusu’nun önüne çeşitli görevler koydu.

Kongremiz faşizmin, emperyalizmin, feodalizmin, ataerkinin ve her türden gericiliğin saldırılarına karşı esas olarak ideolojik bir duruş sergilenmesi gerektiği, bu anlamıyla Marksizm Leninizm Maoizm biliminin Partimizin, enternasyonal proletaryanın ve halkımızın elinde en önemli silah olduğunu teyit etti.

Kongre irademiz, ideolojik meselelerde taviz vermeden politik alanda yaşanan gelişmeleri doğru tahlil edip müdahale etmenin, belirlenmiş biçim ve içeriklere saplanıp kalmadan yeni açılımlar yapma cüretinin ideolojik derinleşmenin üzerinden yükselecek politik yetkinlikle olabileceğinin altını çizdi.

Kongremiz, başta emperyalizmin, faşizmin partimize yönelik saldırıları olmak üzere, Partimizi tasfiyeye yönelen darbeci tasfiyeci oportünizmin her türlü deşifrasyon, ihbarcılık, tehdit ve taciz politikalarına karşı örgütsel olarak sağlamlaşmanın son derece önemli olduğunu ifade etti ve bu alanda izlenecek yol haritasını belirledi.

Kongremiz, askerileşme alanında 8. Konferans’tan günümüze yaşanan tecrübeleri özetledi ve başta Halk Ordusu olmak üzere partinin bütününün ve özerk örgütlenmelerinin önüne önemli ve planlı görevler koydu.

Toplamda Kongremiz, önceki tarihsel tecrübeler de dahil olmak üzere son on yıllık süreyi değerlendirdiğinde kavranması gereken temel halkanın Partimizin doğru çizgisinin (ve askeri çizgisinin) ancak ve ancak mücadele içinde gelişip güçlenebileceğinin altını çizdi. Partimiz kendi içindeki sol ve sağ oportünizmle amansız bir mücadele vermeden kendi komünist çizgisini geliştiremeyecek ve güçlendiremeyecektir.

Kongre irademiz, Partimizin kendi ilkelerine, tarihsel tecrübesine dayandığı ve kitlelerin mücadelesi içinde olduğu ve kitlelerin hareketleriyle doğru temelde ilişkilendiği müddetçe gelişip güçlenebileceği, iktidara aday olan, Halk Savaşı’nı basitten karmaşığa büyüten bir pratik izleyebileceğini güçlü bir şekilde vurguladı. Kongremiz bu noktada temel meselenin Partiye ve kitlelere güven olduğunun, parti ve kitleler olduğu müddetçe her türlü mucizenin yaratılabileceğinin altını çizdi.

YAŞASIN 1. KONGRE’MİZ!

YAŞASIN PARTİMİZ TKP-ML, HALK ORDUMUZ TİKKO, GENÇLİK ÖRGÜTÜMÜZ TMLGB, KADIN ÖRGÜTÜMÜZ KKB!

YAŞASIN HALK SAVAŞI!

YAŞASIN MARKSİZM-LENİNİZM-MAOİZM!

YAŞASIN PROLETARYA ENTERNASYONALİZMİ!

TKP-ML Merkez Komite Siyasi Büro

Nisan 2019

TKP/ML Kadın Komitesi: “Patriarkanın açık-kapalı yüzlerine teslim olmayacak, bu mücadelenin hep önünde yer alacağız!”

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü vesilesiyle bir açıklama yapan TKP/ML Kadın Komitesi, “Nasıl ki, sokakta AKP’nin kadın hareketine dönük açık-kapalı saldırılarına göz yummadıysak, dönemsel zayıflığımıza karşın bilincimizi hep diri tutarak süreklileşmiş bir kadın hareketine sarıldıysak… Patriarkadan güç alan erkek egemen kurumlardan “komünist” etiketlisine dek kadın hareketine dönük her türlü manipülasyona, saldırıya karşı yine örgütlülüğümüze sımsıkı sarılacak ve kazanımlarımızın gasp edilmesine müsaade etmeyeceğiz!” dedi. Elimize e-posta yoluyla ulaşan açıklamayı haber değeri taşıdığı için paylaşıyoruz:

Patriarkanın açık-kapalı yüzlerine teslim olmayacak, bu mücadelenin hep önünde yer alacağız!

Dokuma işçisi kadınların isyanına alevlerle karşılık veren emperyalist-kapitalist sistem, o gün farkında bile değildi; o alevler kadın işçi ve emekçileri yakarak korkutmak yerine kadınların isyanı ve öfkesinin ateşine katılmıştı. Kadınların emekleri, bedenleri ve yaşamları ile yaktığı bu ateşin alevleri patriarka yanıp kül olana dek sönmeyecektir!

Ancak patriarkayı yıkmak, yok etmek, yakıp kül etmek elbette kolay ve kadınların kendiliğinden öfkesi ile mümkün değildir. Yıkıcı gücü tartışmasız olan kadının patriarka karşısındaki öfkenin yanı sıra bilincimizin de sürekli açık ve canlı olması, dayanışma içerisinde ve her daim örgütlü ilerlemesi şarttır. Karşımızda duran ve hayatımıza kast eden patriarka; etiyle-kemiğiyle baştan sona, aşağıdan yukarıya örgütlü ve erk-ek dayanışma ağı içerisinde konumlanmaktayken… Her yönüyle çürümüş, rezil ve kepaze bu sistem, erk-ek kurumları ve dayanışması ile ayakta kalmakta, birbirinden güç alarak yaşamımızı zehirlemeye devam etmekteyken… Başkaca bir yolumuz, başkaca bir seçeneğimiz yoktur!

Bugün emperyalist-kapitalist sistemin, çıkar ve rant ile sarıp sömürü cenderesine mahkum ettiği dünya halkları yine egemenlerin ekonomik ve siyasi krizlerinin faturasını ödemeye zorlanıyor. Dünya halklarının hiç de yabancı olmadığı bu durumun sonuçları olarak savaşlar, çatışmalar, yoksulluk, işsizlik, popülist-faşist iktidarların sefil politikaları yeniden gündemde baş köşeye oturuyor. Bu tablonun dünya kadın işçi ve emekçileri açısından karşılığının daha ağır olduğu açıktır. Bu tabloya, bu faturaya kadınlar ise Brezilya’dan Portekiz’e, İspanya’dan Nikaragua’ya, Hindistan’dan Türkiye’ye binlerle, on binlerle alanlara çıkarak, faşist yönetimleri kadın mücadelesi karşısında tıkayarak, kadın düşmanı politikalara geri adım attırarak yanıt veriyor. Kürdistan’da sömürgecilere, emperyalist-kapitalist sistemin tecavüzcü-katil çetesi DAİŞ’e dönük temizlik operasyonlarıyla karşılık veriyor. Rojava’da yeni ve demokratik katılımlı, kadın eşitlikçi bir yaşam inşa ederek karşılık veriyor.

Yaşadığımız coğrafya bu bakımdan oldukça zengin bir toplumsal cinsiyet eşitliği mücadelesi birikimi ve enerjisi taşıyor.

“Çözüm süreci” adı altında Kürt ulusal hareketinin barış görüşmesi taleplerine karşı tasfiye saldırılarına hazırlanan, bu dönemde Gezi İsyanı ile sarayları-saltanatları çatırdayan, Kobane serhildanları ile saraylarının çatlaklarından esen ayazda kalarak kabuslarla uykuları kaçan egemenler tüm bunlara kanlı bir süreçle karşılık vermişlerdir. Eylemlerimizin, dayanışmamızın, düğünlerimizin, yaşam alanlarımızın ortasına atılan bombalarla sokaktaki isyanı evlere döndürmeye, bunun yetmediği yerde ölüm ve gözaltı-tutuklama terörüyle hapishanelerde dört duvar arasında sönümlendirmeye çalışmıştır. OHAL dönemi uygulamalarını kalıcılaştırmanın ardından sözde OHAL’i kaldıran egemenler, korku ve zalimlik olmadığı müddetçe ayakta kalamayacaklarının hiçbir zaman olmadığı kadar farkına varmışlardır.

Egemenlere bu “farkındalığı” kazandıran kesimlerin başında ise kadınlar gelmektedir!

Kadınlardan izin de yok geçit de!

Çünkü kadınlar bu ülkede patriarkanın perdelenmemiş erkek egemen politikalarıyla yüz yüze kalıyor; işsizlik ve yoksulluk direkt kadını vururken, her ay onlarca kadın erkekler tarafından katlediliyor, taciz-tecavüz-istismar gündelik hale gelirken erkek dayanışması ile katiller, tecavüzcüler, istismarcılar aklanıp paklanıp tekrar toplumun içindeki konumlarına dönüyorlar. Zengininden yoksuluna erkekler kadının bedeni üzerinde kadının yaşamı dahil olmak üzere hak sahibi olduğunu iddia ediyor ve kadınların kadın olarak nefes alabileceği yaşam alanları giderek sınırlanıyor. Ve devlet bunun bir aracı, kadınlar karşısında erkeklerin arkasındaki büyük güç olarak sadece örgütlü-politik kadınları hedefine almıyor; toplumsal cinsiyet rollerine baş eğmeyi reddeden tüm trans ve natrans kadınları hedefe oturtuyor. OHAL ve uygulamaları ile aynı zamanda bu erk-eklerin dayanışmasıyla ayakta duran düzen güçleniriliyor; istismar yasası, kayyumlar ve bilumum yasa ve mahkeme kararları ile kadınların mücadeleyle edindiği kazanımlar yok sayılmaya, sonra da yok edilmeye çalışılıyor.

Ancak kadınlar buna izin vermemeye kararlı!

“Kadınları güzelleştirme” piyasasının ünlü ismi Flormar’da neredeyse bir senedir direnen kadın işçilerin “kadını Flormar değil, direnişin güzelleştireceği” sloganında anlatılan budur. Yüksel’de işlerinden edilen ve her türlü taciz, gözaltı ve şiddet saldırılarına karşın eylemlerini sürdüren emekçi kadınların “İşimizi geri istiyoruz” ısrarından anlatılan da budur!

Leyla Güven’in 4 ayı geride bırakan açlık greviyle tecrite karşı bedeninden vazgeçişindeki direnç de anlatılan da budur. Aralarında TKP/ML dava tutsağı kadınların da olduğu tutsak politik kadınların tecrite karşı dayanışma dolu eylemlerinde var olan da… Tecrite ve kayyımlara karşı polis ablukaları altında tek başına da kalsa direnmekten vazgeçmeyen Kürt kadınlarının inadının da anlattığı budur!

DAİŞ ve türevleri ile Ortadoğu coğrafyasında kadınların ilmek ilmek ördüğü hayatı darmaduman eden işgalci ve sömürücülerin tüm savaş aygıtları ve güçleri ile DAİŞ’i desteklemelerine karşın bölgede DAİŞ’i temizleyen Ezidi kadın savaşçıların zaferinde de anlatılan budur!

Şule Çet’e cinsel saldırıda bulunup zengin rezidanslarının lüks pencerelerinden ölüm boşluğuna atan patronlarının tüm çabalarına karşın kadınların “Şule Çet için adalet” ısrarında da anlatılan budur! İstismarcılara af ve istismara yasal zemin kazandıran yasal düzenlemeler için “aklınızdan bile geçirmeyin” diyen öfkede de…

AKP kadınlara karşı kendini koruyor: “Turuncu kadın hareketi”!

AKP kadınların bu ısrarının ve öfkesinin farkındadır. Bundan kaynaklı bir yandan patriarkayı güçlendirirken bir yandan da manipüle ettiği kitleler içerisindeki kadınların kadın hareketiyle yakınlaşmasına engel olmak, toplumsal cinsiyet eşitliği mücadelesini bulandırmak-sulandırmak için alternatif bir hareketlilik yaratma çabasındadır. Kadınları, erkeklere “emanet edilmiş” olarak gören ve bizatihi Erdoğan aracılığıyla “kadınların kocalarına saygılı olmasını” salık veren AKP, bunca trans-natrans kadın cinayetinde, taciz-tecavüz-istismarda, kadın emeği sömürüsünde payı ve parmağı yokmuşçasına “kadına şiddetin turuncu çizgileri olduğunu” ilan etmekte ve erk-ekliğin üretildiği, kadının bir “anne” ya da “AKP’li” olarak değer kazandığı kadın kurumları inşa etmektedir.

Kadın hareketi de AKP’nin bu yöneliminin farkındadır ve buna karşı da bir tartışma, bilinçlenme içerisindedir. Ancak bu tartışmalar esnasında yer yer iktidarlaşan yer yer kadın hareketi öznelerini ötekileştirerek patriarkal sistemin yöntemlerine denk düşen çizgiler izleyen bakış açıları da açığa çıkmaktadır. Beyaz kadınların hakim olduğu kadın hareketi alanlarında siyahi kadın hareketlerine dönük “ben bilirimci” yaklaşımlara benzer şekillerde ülkemizde de kadın mücadelesi tartışmalarını kendi tekeline almaya çabalayan, “ben bilirimci” yaklaşımlarla kadın hareketi öznelerini dışlayarak iktidarlaşan bir bakış açısı da peyda olmaya başlamıştır. Bu, oldukça tehlikeli ve kadın hareketini zayıflatıcı tartışma zeminini üretici, kolektif ve dayanışmacı bir hatta kayırmak tüm kadın hareketi öznelerinin sorumluluğu oluğu kadar zorundalıklarından biridir de…

Ne AKP ne “komünist” etiketliler… Kazanımlarımızı gasp ettirmeyeceğiz!

Kuşkusuz patriarka oldukça güçlü ve “deneyimli” bir sistemdir. Dolayısıyla erkek egemen düşüncenin (kuşkusuz bundan beslenen pratiklerin) kadın politikası ve örgütlülüğü üretme iddiasında olan örgütlü devrimci ve komünist güçler içerisinde peyda olması da kaçınılmazdır. Patriarka bir bütün yok edilmedikçe bu böyle olacaktır. Aslolan bu gerçekliğin farkında olarak patriarkaya karşı süreklileşmiş ve kendisini yenilemeye açık bir örgütlenmenin varlığıdır. TKP/ML Kadın Komitesi olarak kendimizle yüzleşme, hesaplaşma ve kadın politikası üretme, örgütlülüğü yaratma iddiamızı ortaya koyduğumuzdan bu yana 9 senemizi geride bıraktık.

Bu 9 sene içerisinde komünist bir hareket olarak kadın politikası üretmedeki açmazlarımızla, çıkmaz sokaklarımızla, erkek egemenliğinin saflarımızdaki kalıplaşmış yaklaşımları ile yüzleştik. Bilinçlenmek, hesaplaşmak ve örgütlenmek konusunda kimi zaman hızlanan kimi zaman yavaşlayan adımlar attık. Her zaman ülkemizde ve dünya kadın mücadelesinin sokaktaki isyanından öğrenmeye, bunları komünist iddiamızla bütünleştirmeye ve her daim kadın mücadelesi gibi güncel ve diri tutmaya çabaladık. Hiçbir zaman kadın mücadelesi konusunda öğrenilebileceklerin derinliğini dıştalamadık. Kadınların kurtuluşu ve özgürlüğü mücadelesine önderlik edebilmek için ilk olarak onun gerçek bir parçası olabilmenin emeğini verdik.

Ancak bu mücadeleye giriştiğimiz andan itibaren saflarımızdaki erkek egemenliği ile mücadelemiz bir süre sonra birçok içsel nedenle birlikte bizleri bir ayrıştırmaya götürdü. Kadın mücadelesinin 9 yıllık deneyim ve tecrübesinden korkanlar, bu emeği “proleter kadın hareketi” ve “küçük burjuva kadın hareketi” gibi cahilce sınıflandırmaya çalıştılar. Kadın mücadelemizin partili kadın ve erkekleri birbirinden ayrıştırdığını iddia ederek kadın partililerin erkek partililerin artık gölgesinde kalmama, güçlenme ve parti içerisindeki emeklerinin karşılığını isteme gelişim ve cüretlerinden korkularını açık ettiler. Yer yer utanmadan kadın mücadelesinin kazanımlarını popülist bir şekilde kendi çıkar ve rantları için kullananlar, adeta AKP’nin yaratmaya çalıştığı “turuncu kadın hareketi” benzeri formlarda erk-ek yüzlerini örtmeye çabaladılar.

Ama nafile!

Nasıl ki, sokakta AKP’nin kadın hareketine dönük açık-kapalı saldırılarına göz yummadıysak, dönemsel zayıflığımıza karşın bilincimizi hep diri tutarak süreklileşmiş bir kadın hareketine sarıldıysak… Patriarkadan güç alan erkek egemen kurumlardan “komünist” etiketlisine dek kadın hareketine dönük her türlü manipülasyona, saldırıya karşı yine örgütlülüğümüze sımsıkı sarılacak ve kazanımlarımızın gasp edilmesine müsaade etmeyeceğiz!

Müsaade etmeyeceğiz çünkü yoldaşlarımıza sözümüz var!

Meral Yakar yoldaşa sözümüz var: Proletarya Partimizin ilk şehidi olan Meral yoldaşın görünmeyen emeğini görünür kılacak, partili kadınların “bacı” değil “yoldaş” olduğunu kabullendireceğiz!

Beşlere sözümüz var: Partimizi kadınların kurtuluş ve özgürlük mücadelesinin savaş aygıtına çevireceğiz!

12’lere sözümüz var: Partimizi yeniden ayağa dikeceğiz!

Cahide Karakaş ve Kamile Öztürk yoldaşlara sözümüz var: Cinsel saldırganlığın kadınlar üzerinde tahakküm aracına dönüştürüldüğü bu çarkı kıracağız!

Nesibe Kaş ve Güzel Şahin yoldaşa sözümüz var: Partimizin isimsiz işçileri içerisine özelde kadın yoldaşların emeğini adlandıracak, görünmezliğine son vereceğiz!

Tüm bunları, patriarka karşısında teslim olmadan, bilinç ve örgütlerimizi erkek egemenliği karşısında her daim gelişmeye açık ve taze tutarak, partimizi işçi ve emekçi kadınların öncü müfrezesine çevirene dek hesaplaşmayı her alanda yapmayı sürdürerek gerçekleştireceğiz. Erkek egemenliğinin temsilciliğine soyunmuş azılı katil Süleyman Soylu’nun “Kadınları öne sürüyorlar” cümlesindeki korkusunu ve kabusunu her daim diri tutacak ve hep devrim ve komünizm mücadelesinin önünde yer alacağız! Kimliğimizle, emeğimizle!

Yaşasın 8 Mart! Biji 8 Adare!

Şan olsun 8 Mart’ı yaratan ve yaşatan kadınlara!

Umut olsun dağlarda, şehirlerde, sokakta ve hapishanelerde direnen trans ve natrans kadınlar!

Umut olsun katliam ve tecavüzle ellerinden alınan topraklardan işgalcileri temizleyen Ezidi kadınlar!

Kadınlar durursa hayat durur, kadınlar isterse bu dünya yeniden kurulur!

12’ler; Öldüler Ama Yenilmediler! Dersim-Aliboğazı Şehitlerinin Anısına!

Ön açıklama: 24-28 Kasım 2016 tarihinde Dersim’de faşist TC devletinin gerçekleştirdiği saldırı sonucunda katledilen 12 halk savaşçısına dair aktardığımız bu yazı, “24-28 Kasım 2016 Düşman Operasyonu Değerlendirmesi, Özeleştiri ve Devrimci Sonuçlar!” başlığıyla proletarya partisinin iç yayınında yayınlanmıştır. Yazıyı haber değeri taşıdığı için  kısaltarak yayımlıyoruz.

Düşman Saldırısı Öncesinde Durum

(…) Saldırı ordumuzun kış üslenmesi öncesinde gerçekleşti. Düşmanın gerillanın kış üslenimine yönelik bir saldırı gerçekleştireceği bilinmiyor değildi. Hatta yaz sürecinde, düşmanın hareket tarzından ve önceki kış üslenimlerine yönelik saldırılarından, saldırının nasıl gerçekleştirileceğine yönelik bir öngörü de söz konusuydu. Buna rağmen gerekli önlemlerin alınmayışı ve düşman saldırısının sonuç alması, askeri bir güç için hele hele bir gerilla gücü için affedilemez/bahane bulunamaz bir durum olarak değerlendirilmelidir.

… partinin ve onun önderliğinde savaşan güçlerimizin, savaş tarihimiz boyunca almış olduğu bu en fazla kayıplı –sonuç itibariyle- düşman saldırısını esas olarak partinin içinde bulunduğu durum, bunun alan ve alan önderliğine yansıması kısacası önderlik ve komutanlık olarak değerlendirmek daha doğrudur. Ki bu sadece gerilla alanına özgü değildir. Herhangi bir faaliyetin başarısı ya da başarısızlığı doğrudan o faaliyetin önderliğiyle, önderliğin sevk ve idaresiyle değerlendirilmelidir.

Düşmanın Durumu…

… Türk hakim sınıflarının kendi içlerindeki çelişkilerin had safhaya ulaştığı ve tam da bu nedenle 15 Temmuz 2016 darbe girişimi olarak adlandırılan bir gelişmenin yaşandığı koşullarda, bu kapışmanın halka ve ilerici devrimci güçlere yönelik eşgüdümlü bir saldırı dalgası olarak yöneleceği çok açıktı.

Düşman, Kürt ulusal hareketi karşısında “bir yandan oyala diğer yandan saldırı konseptini hayata geçir” politikasını izlemiş; 7 Haziran 2015 seçimlerinden sonra, Temmuz ayında saldırısını başlatmış ve bu saldırıdan sonuç da almıştır. 15 Temmuz 2016’da kendi içinde yaşadığı klik dalaşına rağmen saldırılar daha da artmıştır. Bunda darbe girişimi sonrasında kendi gücünü tahkim etmesi, halk üzerinde tahakkümünü sağlamlaştırma isteği de etkili olmuştur. Ulusal harekete yönelik saldırısından, savaşan bir güç olarak partimizin ve ordumuzun güçlerinin etkilenmemesi düşünülemezdi. Nitekim “çözüm süreci”nin bitiminden sonra bir gerçeğe dönüşyaşanmıştır.

Bu gerçeğe dönüş, faşizmin kendi içindeki kapışmayı konsolide ettiği oranda, bu kapışmayı gerekçe gösterip, halka ve devrimci güçlere saldırısının dozajını artırmakta gecikmemesiyle ortaya çıktı. Faşizm kendi içindeki dalaşı, halka ve devrimci-ilerici güçlere saldırısının manivelası olarak kullandı. …

Düşmanın bu saldırganlığı kırsal alanlarda gerilla güçlerine yönelik bir dönem ABD

emperyalizminin kullandığı “önleyici saldırı” olarak formüle edildi ve devreye sokuldu. Bu konseptle düşman en az kayıpla en fazla kayıp verdirmeyi hedefliyordu. Bunun yolu da gerilla savaşı karşısında teknik üstünlüğü son kapasitesine kadar kullanmaktan geçiyordu. Bu amaçla düşman, gerilla güçlerine karşı başta savaş uçakları olmak üzere, hava üstünlüğünü devreye soktu. T. Kürdistanı’nın birçok yerinde gerilla güçlerine yönelik başta elektronik istihbarat olmak üzere, bununla desteklenen biçimde uçaklarla bombalı saldırılar gündeme geldi. …

2016 yaz ve sonbahar sürecinde düşman, keşif uçaklarıyla istihbarat toplayıp, ardından da uçaklarla belirlediği hedeflere bombalı saldırılar gerçekleştirdi. Bu saldırılar sonucunda ise PKK’den ve diğer devrimci örgütlerden toplamda 100’ün üzerinde gerilla şehit düştü. Düşmanın bu hareket tarzıyla sonuç alması, onu daha fazla bu tekniği kullanmaya itti. İlk önce gerillanın noktalama ve üslenme alanlarına keşif uçağı gönderiyor, ardından bu yöntemle topladığı istihbari bilgiyi, savaş uçaklarıyla somut hedef haline getiriyordu.

Düşmanın bu hareket tarzındaki en büyük avantajını, gerilla güçlerinin hareket tarzında verdiği açıklar oluşturmaktaydı. Yaptığı açıklamalardan ve gerillanın operasyonlar sonrası çıkardığı gözlemlerden ortaya çıkan sonuç budur. Keşif uçaklarıyla özellikle belli bir hava sıcaklığının altında, gerillanın yakmış olduğu ateşi (ısı kaynakları) tespit etmesi ve uçakların tam da bu noktaları vurması bunun göstergesidir.

Normal koşullarda gerilla, keşif uçaklarına karşı önlem geliştirmiş durumdadır. Ancak yapılan hatalar, verilen açıklar, düşmanı ve onun tekniği kullanma kapasitesini ciddiye almamak vb. gerilla güçlerini sonucu imha olan bir gerçekle karşı karşıya bırakmıştır.

Düşmanın Dersim’de bu teknik üstünlüğünü kullandığı ve özellikle keşif uçaklarıyla “ısı kaynakları”nı tespit ettiği ve bu noktaları bombaladığı, gerilla güçlerimiz tarafından bilinmiyor değildi. Ancak buna rağmen, bir önlem alınmadı ve gerilla güçlerimiz “kaçınılmaz sonla” karşı karşıya kaldı. Bunun nedenleri üzerinde durmak deyim yerindeyse “göz göre göre” böyle bir sonuçla karşılaşmak elbette sorgulanmalı ve gelecekteki hataları önlemek için gereken dersler mutlaka çıkarılmalıdır.

Başta alan parti önderliği olmak üzere, bölge komutanlığı ve savaşçı bileşeni bu noktalarda mutlaka kendini ve pratiğini sorgulamalıdır. Yapılan hatalar, ortaya çıkan eksiklikler ve en önemlisi de müdahalesizlikler masaya yatırılarak gerekli ders çıkarılmalıdır. Eğer bu layıkınca yapılmazsa, savaşın ilerleyen günlerinde yeni ve daha ağır kayıplarla karşılaşmamız kaçınılmaz olacaktır. (…)

Üslenimin Örgütlenmesi, Kampların Örgütlenmesi

…. güçlerimizin son yıllarda ilk defa … sayıda kamp örgütlendiğini belirtelim.

Bu kamplardan, … kampının taktik olarak … bir alanda örgütlenmesi kararı alınmıştır. Bu; hem önderliğin/komutanlığın hem de gerilla gücümüzün içinde bulunduğu durum göz önüne alındığında oldukça cüretli bir karardı. Sonuçları itibariyle düşünüldüğünde, düşman saldırısı karşısında önemli bir riski de içinde barındırıyordu. …

Kamp örgütlenmeleri ve hazırlıklarının bitiş tarihi olarak, 15 Kasım son gün olarak belirlenmişti. Diğer bir ifadeyle kampların örgütlenmesi için her gruba bir aylık bir zaman tanınmıştı. Geçen süre içinde … kampı hariç, diğer bütün kampların ilk başta belirlenen yerleri değiştirilmiştir. Hatta … kampının yeri üç kez, … kampının yeri dört kez değiştirilmiştir. 15 Kasım tarihine gelindiğinde ise … kamp dışında … kamp bitirilememiştir. …

Yapılması gereken açıktı. Var olan durumun değerlendirilip, 15 Kasım tarihli kararı da dikkate alarak inisiyatif kullanmak ve kamp sayısını yeniden örgütlemek gerekiyordu. Ancak … bu inisiyatif geliştirilemedi ve önceden belirlenen bitiş tarihinden önemli oranda sarkıldı. Bu tarihin önemi, düşman saldırısının beklenmesine rağmen gerilla gücünü hazırlıksız yakalamasıyla birlikte değerlendirilince daha iyi anlaşılır. Sonuçtan hareketle de olsa söylenecek olan, hem komutanlığın hem de gerilla gücünün içinde bulunduğu durum, … sayıda kampın örgütlenmesi yerine … sayıda kampın örgütlenmesi, kadın ve yeni yoldaşlar hesap edilerek, bu kamp sayılarının daha aza düşürülmesiydi. Taktik olarak üslenilen kamp hariç, geriye kalan kampların bu şekilde ele alınması, hem zaman, hem emek tasarrufu hem de kampların niteliği/verimi açısından yararlı olacaktı.

Kamp örgütlenmesinin başında alınan kararın subjektif olduğu anlaşılınca bu karar yapılacak bir müdahale ile değiştirilebilirdi. …. Ancak maalesef ki bu yapılmamıştır/yapılamamıştır.

Savunmanın Örgütlenmesi

… Üslenim boyunca … ve … mıntıkalarında savunma güçleri bırakılmıştır. Savunma gücü olarak bırakılan 3 ayrı tim de savunma yerlerini sırasıyla bırakarak (kendilerince gerekçelerle) gerilla gücünün yanına gelmişlerdir. Üçüncü kez ardı ardına tekrarlanan bu pratikten sonra, savunmayı bırakıp gelen yoldaşlara “soruşturma” açılması talimatı verilmiştir. … Savunma gruplarında yer alan güçlerin birlik komutanları olarak, birim komutanları olduğu düşünülürse … gerilla gücümüz ve toplamda ordu ve parti örgütlenmemiz tarafından gerilla savaşının en temel ilkelerinden biri olan, “kendini koru düşmanı imha et” ilkesinin nasıl kavrandığı görülmektedir. Özellikle de kendini koruma yani savunma meselesini bu tarzda bir ele alış, “savunma mıntıkasını kendine göre gerekçelerle terk etme” yaklaşımı, savaşı kavrayış ve ele alış düzeyi hakkında belli bir fikir vermektedir.

Öte yandan meselenin sadece bununla sınırlı kalmadığının altı çizilmelidir. Yoldaşların bu olumsuz pratiklerine yönelik komutanlıkça anında etkili müdahale geliştirilmediğini de kaydetmek gerekir. Nitekim ancak 3. savunma grubu da savunma mıntıkasını terk ettikten sonra, soruna müdahale etmek, bunun aracı olarak da soruşturma açmak, … savaş ve savaşla ilişkilenişe dair belli bir fikir vermektedir.

Aslında bu durumun arkasında ideolojik bir yaklaşım vardır. En başta da savaşı kavrayış, düşman olgusunu kavrayış, savaşa göre konumlanma vb. vardır. … Öte yandan var olan bu olumsuz duruma müdahale etme çabalarının olduğunu da kaydetmek gerekir. Özellikle savunma gruplarının örgütlenmesinin sadece … kampı üzerinden şekillenmesinin yarattığı sorunlar nedeniyle, bu olumsuz duruma müdahale etmek için gayri resmi bir toplantı yapılmış … ve var olan durum eleştirilmiştir. Bu toplantıdan sonra … savunma gruplarının tamamının … kampından değil, diğer kamplardan da örgütlenmesi kararı alınmıştır.

Bununla birlikte şu gerçeği de kaydetmek gerekir. Kampların öngörülen tarihte bitirilememesi (15 Kasım) beraberinde gerilla gücünün konumlandığı alanı savunma için düşmanın olası indirmeler yapabileceği mıntıkaları mayınlama planının hayata geçirilmesini engellemiştir. … Bu durum sadece savunma anlamında değil, onu da içerecek biçimde düşmana daha fazla kayıp verdirme ve düşman operasyonunu durdurup geri çekilmesini sağlayabilmenin de önünde engel olmuştur.

Toplamda 24-28 Kasım düşman saldırısında savunma anlamında çıkarılacak ders, düşmanın gerilla gücünü en zayıf anında, hazırlıksız olarak yakaladığı gerçeğidir. Bu gerçek, kayıpların fazla olmasında etkili olmuştur. (…)

Düşman Saldırısı

24-28 Kasım 2016 tarihleri arasında yaşanan düşman saldırısı, düşmanın doğrudan partimize ve onun önderliğinde savaşan ordu güçlerimize karşı gerçekleşmiştir. Bu saldırının sonucunda toplam 12 Halk Savaşçısı şehit düşmüş, 1 Halk Savaşçısı da gazi olmuştur. Şehit düşmelerin bir kısmı, düşmanın yoldaşların noktalamalarına yönelik doğrudan hava saldırılarıyla, bir kısmı ise düşmanla girilen çatışmada yaşanmıştır. Düşman güçleri bu saldırıdan sonra iki uzman çavuşun öldüğünü açıklamıştır. Ki düşman, bu kayıplarından sonra arazideki güçlerini çekmiş ve saldırısını sonuçlandırmıştır.

Düşman saldırısı, önce 24 Kasım’da sabah saat 9.00’da geçiş yapan bir keşif uçağı, ardından 12.50’de uçuş yapan bir keşif uçağıyla başlamıştır. Bu keşif uçağı 14.20’de uzaklaşmış, 14.45’de ise yeniden yakınlaşmıştır. Bu sırada ikinci bir keşif uçağının da olduğu sonradan -aylar sonra- öğrenilmiştir. Düşman saat 15.00’te uçaklarla ilk saldırısını gerçekleştirmiştir. 5 dakika arayla iki büyük saldırısını (patlama) gerçekleştirdikten sonra, 15.25’de dördüncü ve son büyük saldırısını (patlama) gerçekleştirmiştir. Bu dört büyük saldırısının arasında, tahminen 8-9 füze saldırısı da yapılmıştır.

Üç büyük saldırı doğrudan doğruya yoldaşların noktalamalarına yönelik gerçekleşmiştir. Bu saldırılar sırasında özellikle noktalamalar arasındaki patikalar ya da düşmanın hareket tespit ettiği yerler füze atışlarıyla vurulmuştur. Son büyük saldırının, yoldaşların noktalarına yönelik gerçekleşen saldırıyla birlikte bulundukları noktadan uzaklaştıkları ve hava saldırısına karşı görece daha uygun olan bir noktaya çekilmelerine rağmen bu noktaya yönelik gerçekleştirildiği anlaşılmaktadır.

Bu noktada kesin olan, düşmanın –sonradan yaptığı açıklamadan da anlaşılacağı üzere- keşif uçağıyla istihbarat topladıktan ve özellikle ısı kaynağı olarak açıkladığı ateş yakılan yerleri (ve hareket tespit ettiği noktaları) tespit ettikten sonra, bu hedeflere yönelik iki uçakla hava saldırısı gerçekleştirmiş olmasıdır.

Dördüncü ve son büyük saldırı, düşmanın hava saldırısının başlamasıyla birlikte, gerilla güçlerimizin o an ki konumlanışları itibariyle kullanmadıkları bir noktaya olmuştur. Bunun anlamı düşmanın saldırılarından kurtulma imkanı bulan 4 yoldaşın hava saldırılarına karşı daha korunaklı olan bir noktaya çekilmeleridir. Ancak düşman keşif uçağıyla bu hareketliliği de tespit etmiş ve o noktayı da vurmuştur. Üçüncü ve dördüncü büyük patlamanın arasındaki 15 dakikalık fark bu şekilde açıklanabilir.

Düşmanın uçakla hava saldırısının bitmesinden sonra saat 16.00’da Kobra saldırı helikopterleriyle araziye yönelik doçka ve roket saldırıları başlamış, düşman böylelikle indirme yapacağı noktalara yönelmiştir. Bu saatten, saat 20.00’ye kadar arazi Amutka ve Akirek karakollarından yapılan havan ve obüs saldırısıyla vurulmuş ve ardından da düşman belirlediği alanlara kara güçlerini indirmiştir.

Düşmanın ön araziye indirdiği güç yaklaşık 200-250 civarındadır. Saldırı kapsamında harekete geçirdiği ve konumlandırdığı güç ise toplamda 1.000 civarındadır. …

Saldırı ilk önce kadın yoldaşların bulunduğu noktaya yönelik gerçekleştirilmiştir. Yoldaşlar saldırı anında şehit düşmüşlerdir. Kadın yoldaşlar (Ekin, Zilan ve Özlem) TİKKO savaşçısıdır. Noktada bulunan saçma ve şarapnel parçaları, saldırının bombayla gerçekleştirildiğini ya da düşmanın bu tarzda bir silahla yoldaşlara yöneldiğini göstermektedir. Düşman bu saldırısından sonra tam tersi –karşı- yöndeki yoldaşların bulunduğu noktaya yönelmiştir. Bu noktaya büyük ihtimalle kazan bombasıyla saldırılmıştır. Saldırı sonrasında ortaya çıkan tahribattan bu anlaşılmaktadır. Daha sonra başka bir noktada bulunan yoldaşlar hedef alınmıştır. Ancak yoldaşlar, dağıldıkları ve önlem aldıkları için kayıp vermemişlerdir. Son saldırı ise düşmanın ikinci noktaya saldırısından önce yoldaşların uzaklaştıkları ve sığındıkları noktaya olmuştur. Bu süre içinde düşman, aralıklarla dar bir alanda hedeflediği noktaları, patikaları uçakla vurmaya devam etmiştir.

Düşmanın ikinci saldırısını gerçekleştirdiği nokta, yoldaşların kış üslenimi için bulunduğu noktalardan biridir. … Düşman saldırısı gerçekleştiği sırada noktaya doğru koşan ve yoldaşları uyaran bir yoldaş görülmüştür. … kesin olarak bildiğimiz bu noktada, 2 yoldaşın şehit düştüğü, 4 yoldaşın ise uzaklaşmış olduğudur.

Düşmanın noktaya saldırısında 2 yoldaş şehit düşmüştür. Bu yoldaşlardan biri TİKKO Birim Komutanı Munzur, biri Ferdi’dir. Noktadan uzaklaşmış olan ve görece daha korunaklı olduklarını düşündükleri bir noktaya mevzilenen 4 yoldaştan biri parti İleri Militanı ve TİKKO savaşçısı Ahmet, diğer üç yoldaş (Orhan, Cem ve Tuncay) ise TİKKO savaşçısıdır. (…)

28 Kasım Devrimci Saldırısı

Düşman güçleri, 24 Kasım’da başlattıkları saldırıyla gerilla güçlerimize kayıp verdirmiş ve araziye indirdiği güçle araziyi denetimi altına almıştır. Bu tarihten sonra 25-26-27 Kasım’da düşman güçleri adım adım araziyi denetim altına alarak, arama ve tarama faaliyetinde bulunmuşlardır. Bu süreçte gerilla güçlerimizin bir kısmı arazideki düşman hareketliliğini gözlemlemiş, bir kısmı ise geri arazide savunma hatlarında bulunmaktadır. Düşmanın araziyi denetim altına alması, alanda bulunan gerilla güçlerimizi savunma pozisyonunda ve hareketsiz bir durumda bırakmıştır.

Bu durum gerilla savaşı mantığı içinde anlaşılır olmakla birlikte, gerilla güçlerinin üslendikleri alanda hareket kabiliyetlerinin sınırlanmış/hareket edemeyecek durumda olması son derece olumsuz olmuştur. Düşman deyim yerindeyse “beklenmedik” bir saldırıyla gerilla güçlerimizi hazırlıksız yakalamış ve bu durum beraberinde gerillanın “ruhuna” aykırı olarak, gerilla güçlerinin belli noktalarda çakılı kalmasına neden olmuştur.

Düşmanın araziyi denetim altına almasından sonra … mıntıkasında savunmada olan bir gerilla timimizin 28 Kasım’da (öncesi de olabilir) bulunduğu mıntıkayı terk ederek, (ki düşmanın bu timimizin savunmada bulunduğu mıntıkaya da saldırdığı bilinmektedir. Bu anlamıyla yoldaşların çatışarak geri çekilme ihtimali kuvvetlidir.) düşman saldırısının yoğunlaştığı ve araziyi denetim altına aldığı alana yöneldikleri anlaşılmaktadır.

3 yoldaştan oluşan bu savunma timinin komutanlığını Birim Komuta’nı bir yoldaş (Aşkın) yapmakta, 2 TİKKO savaşçısı (Bakış ve Hakan yoldaşlar) bulunmaktadır. Bu gerilla timimiz düşmanın denetim altına aldığı araziye yönelerek bir sızma eylemi gerçekleştirmişlerdir. Yoldaşlar önce sırt çantalarını uygun bir yere bırakmışlar ve hareket halinde gördükleri düşman güçlerine yönelik eylem pratiği içine girmişlerdir.

Yoldaşlar, savunma mıntıkası olarak belirlenen alandan çekildikten sonra, (bu nokta da yoldaşların çekilirken de düşmanla çatıştıkları anlaşılmaktadır. Operasyon sonrası yapılan arazi aramasında buna dair kanıtlar bulunmuştur. Düşmanın bu çatışmada da kayıp verme ihtimali vardır.) üslenim yapılan alana gelmişler ve düşmana bir saldırı eylemi örgütlemişlerdir. 28 Kasım’da öğlen saatlerinde gerçekleştirilen bu saldırıda düşmanın iki ölüsü vardır. Bu eylemle birlikte düşmanın başta yoldaşların eylemi örgütlediği noktalar olmak üzere, her tarafa yönelik yoğun bir karşı saldırı içine girdiği gözlemlenmiştir. Saldırı sonucunda düşman iki kobra helikopteri getirmiş ve güvenliğini almıştır. Yine düşman saldırının geldiğini tahmin ettiği alanı ağır silahlarla (lav, bomba atar vb.) dövmüştür. Saldırının hemen akabinde ise düşman, havanın kararmasıyla araziden gücünü çekmeye başlamıştır. Gece boyunca da aynı hareket tarzını izlemiştir.

Düşmanın böyle bir saldırıyı beklemediğini saldırı sonucunda verdiği aşırı tepkiden anlamak mümkündür. Yine araziyi denetim altına aldığını düşünürken, böyle bir saldırıyla karşılaşması, güçlerini araziden hızlı bir şekilde çekmesiyle birlikte değerlendirilmelidir. Bu durum düşmanın, onca teknik üstünlüğüne rağmen arazide gerilla karşısındaki çaresizliğine de işaret etmektedir.

Üzerinde durulması gereken bir diğer nokta da, yoldaşların partimizin ve ordumuzun direniş ve saldırı geleneğine uygun olarak, bu çizgiyi pratikte hayata geçirmeleri olmuştur. Bu nokta son derece önemlidir. Düşmanın gerilla güçlerimize yönelik teknik üstünlüğünü kullanarak sonuç alması ve yine arazide teknik ve cephane üstünlüğüne sahip olmasına rağmen; TİKKO savaşçılarının saldırısıyla kayıp vermesi ve hemen ardından araziden güçlerini çekmesi, onun tüm bu üstünlüğüne rağmen güçsüzlüğüne işaret etmektedir. Yoldaşlarımız bu saldırı eylemiyle, partimizin ve ordumuzun saldırı geleneğini yaşatırken aynı zamanda son süreçte Mercan ve Deşt şehitlerinin direniş geleneğinin de sürdürücüleri olmuşlardır. …

2016 Kışı/2017 Baharı 

Türkiye Komünist Partisi/Marksist Leninist /Türkiye İşçi Köylü Kurtuluş Ordusu Rojava Komutanlığı : “Partimiz ve onun önderliğindeki ordumuz, devrimci savaşa önderlik etme yeteneğine sahiptir!” (2.ve 3 bölüm)

Bir doğal muhabirimizin gerçekleştirdiği röportajın ikinci bölümünde Rojava Komutanlığı Siyasi Komiseri ile 2017 Ağustos’unda Rojava’da ölümsüzleşen halk ordusu komutanlarından Nubar Ozanyan ve geçtiğimiz günlerde bir haber sitesinde yayımlanan darbeci-tasfiyeci güçlerin röportajında yer alan “Rojava güçlerine çağrı”ya yanıt konu edinildi. “Tek cümleyle ifade edecek olursam: Partiye mi darbeciliğe mi katılım?” diyen Siyasi Komiser’in röportajının devamı şu şekilde:(2)

“Nubar yoldaşımızın ölümsüzleşmesi karşısında aldıkları pozisyon, burjuvalaşan geçici yol arkadaşlarının yozlaşan gerçekliğinin açık örneğidir!”

– Rojava’da sizleri yalnızlaştırma ve tecrit politikası neden uygulandı?

– 2015 yılının yaz aylarından bu yana tam bir tecrit ve yalnızlaştırma pratiğiyle savaş ve parti gücümüzün yürüyüşünün güçlenmesini engellemek istediler. Sinsi yalanlarla savaş alanındaki yoldaşlarımızı itibarsızlaştırmaya ve savaşçı gücümüzün motivasyonunu kırmaya çalıştılar. Örneğin Ortadoğu’ya partinin merkezi kararıyla değil kendi başımıza açılım yaptığımız yalanını dahi dillendirdiler. Böyle bir şey olabilir mi? Bu mümkün müdür? Ama maalesef yaşadık. Bu tarz bir propagandayla, varlık ve savaş gerekçelerimiz zayıflatılmaya çalışıldı.

Biraz önce de değindiğim gibi parti içi kaos ve gerilimin devrimin, partimizin yararına sonlanması ve parti birliğinin sağlanması yerine iktidarlarını bu kaostan beslemeyi uygun gördüler. Kaosu devam ettirmenin yollarından biri de parti içi bilgilendirme kanalları yerine yalanı, dedikoduyu, iftirayı devreye sokmak; saflarda güvensizlik yaymak; yoldaşları ve faaliyet alanlarını karşı karşıya getirmek; en geri ve sorunlu unsurları örgütlemek; parti içinde şaibe yaratmak vb.dir. Darbeci tasfiyeciler de bu yöntemi burjuva politikacılara taş çıkartırcasına ustalıkla uyguladılar. Ve kaos ve gerilimden, yalan ve çarpıtmadan, iftira ve tehditten bir “örgüt” yarattılar. Tüzük ve hukukun üstüne basarak iktidarlarını kurdular. Ancak hatırlatmak isteriz ki; bu yöntemle kurulan hiçbir örgütün ömrü çok uzun olmamış, yere çakılması fazla zaman almamıştır. Çünkü politikada dürüst olmak birçok şeyden daha önemlidir. Lenin bu gerçeğin altını şöyle çizer: “Siyasette dürüstlük güçlülüğün, iki yüzlülük ise zayıflığın ürünüdür.”

Son üç yılda, savaş alanında DAİŞ çeteleri ile yaşanan çatışmalarda yaralanmayan neredeyse tek bir yoldaşımız kalmadı. Şehit ve gazilerimiz oldu. İçimizde en gözüpek, en korkusuz, en birikimli ve deneyimli komutanımızı, Partimizin Örgütlenme Komitesi üyesi olan Nubar Ozanyan yoldaşımızı Ortadoğu halklarının özgürlük davasına şehit verdik. Son yıllarımızın en birikimli, en deneyimli, savaş ve sabotaj ustasını kaybettik. Darbeci tasfiyeciler utanmadan, yüzleri dahi kızarmadan Nubar yoldaşımız için “eski parti üyemiz” dediler. Elbette ki savaşmayanlar, savaşanlara “eski” diyebilirler. Elbette ki savaş alanında olmadan örgütü yönetmeye çalışanlar, savaşanlara “eski” diyebilirler.

Ancak pratik… Pratik tüm denilenlere rağmen ortadadır, değil mi?

Yoldaşımızın arkasından kaleme aldıkları o vesika da ortadadır. Daha kanı kurumadan kaleme sarılan ve onu “eski” ilan edenler, aslında partimizin eski tarihinde kalmışlardır.

Nubar Ozanyan yoldaşımız yaşamı boyunca Kaypakkaya’nın en vefalı ve en sadık öğrencisi ve de savunucusu, halk savaşı stratejisinin en fedakar uygulayıcısı oldu. Darbeci tasfiyecilerin yoldaşımızın ölümsüzleşmesi karşısındaki duruşları ve aldıkları pozisyon, burjuvalaşan geçici-eski yol arkadaşlarının yozlaşan ve bozulan gerçekliğinin en açık örneğidir.

– Nubar Ozanyan’ın partinizin birliğini sağlamaya katkı sunmak için Dersim’e gittiğine dair bilgilerimiz var. Buna ilişkin ne diyeceksiniz?

– Bahsettiğiniz meseleden de önce Nubar Ozanyan yoldaş, Rojava’da askeri ve ideolojik olarak eğitip Dersim alanına gönderdiği savaşçılarla açık bir mesaj da göndermişti; “Bizler parti birliğinden yanayız. Dersim’deki gerilla gücünü askeri gücümüz olarak görüyoruz ve Rojava’daki askeri gücümüz, Dersim’deki gerilla gücünün mütevazi bir bölüğüdür.”

Nubar yoldaş o kadar samimi bir şekilde savaşçı yoldaşları eğitip Dersim’e gönderdi ki; DAİŞ çetelerinden ele geçirdiği patlayıcıları günlerce titiz bir şekilde parçalayarak, sökerek içindeki patlayıcı malzemeleri ve fünyeleri hazırlayarak yoldaşlarının çantalarına birer birer yerleştirdi. Birçok askeri malzemeyi özenle ve itinayla yoldaşlarının çantalarına bizzat yerleştiren, mutlaka Dersim’e ulaştırılması talimatını veren bir yoldaştı o…

Ve evet, Nubar yoldaş da başka yoldaşlarımız da alınan karar doğrultusunda, Dersim’deki parti ve askeri gücümüzle buluşmak, tartışmak, birliği güçlendirmek için alana gitti. Ancak Dersim’deki parti ve savaş gücümüzle buluşamadık/buluşturulmadık. Nubar yoldaşımız orada yoldaşlarıyla buluşup kucaklaşıp silah çatamadı. Ancak içimiz rahat, çünkü o, partimizin ve savaş gücümüzün birliği için büyük bir çaba ortaya koydu. Ve şehit düşüşüyle de bütün yoldaşlarına açık ve yalın bir birlik mesajı verdi. Yoldaşımız darbeci tasfiyecilerin ihanetinin ortasında şehit düşerek, partiye ve ona gönül vermiş yoldaşlarına, taraftarlarımıza, kitlemize, emekçi halkımıza açık ve net bir mesaj verdi.

– Onun bu çabası birliğe dair bir sonuç vermedi mi yani?

– Evet, başta Nubar yoldaş olmak üzere partinin ideolojik-politik hattında ısrar eden bütün yoldaşlarımızın çabası sonuçsuz kaldı. Daha önce de dediğim gibi, 2015 operasyonuyla parti tarihimizde, burjuva ideolojisi için belki de hiç olmadığı kadar uygun bir zaman ve bulunmaz bir fırsat doğdu. Teori ve stratejimizin özüne uygun şekilde kavranıp uygulanmaması, bunun bir çizgi haline getirememesi, etkili müdahale etme pozisyonu ve yeteneğine sahip bir önderliğin yaratılamaması sonucu burjuva çizgisi etkili oldu. Ve sözde Kaypakkayacı özde burjuva tasfiyeci bu çizgi uygulanmaya çalışıldı! Bu duruma parti içinden itirazların yükselmesi kaçınılmazdı! Nitekim, öyle de oldu?

Buna rağmen partiyi sahiplenen, ilkeleri ve tüzüğünün uygulanmasını isteyenleri “hizip”çi olarak tanımlamak, üstelik de on yıllardır partiyi sağ tasfiyeci bir hatta yönetip, gelinen aşamada bu çizgiyi eleştiren, sorgulayan ve muhalefet eden yoldaşları “sağ oportünist” olarak değerlendirip propaganda etmek ancak ve ancak burjuva politikacılara özgüdür! Zaten az önce de bu benzerliğin altını çizmeye çalışmıştım. Ve bunun tesadüf olamayacağının…  Bütün bu propagandalara inanan var mıdır bilmiyoruz ama, yıllardır sağ oportünist bir çizgi izleyerek, şimdi kendilerine “programcı”, “gerillacı”, “Kaypakkayacı”, “önder” diyenlerin bu durumu eleştirenlere sağ oportünist diyebilmesi hata ve zaaflarının sonuçlarını kabul edecek yetilerinin gelişmemiş olması bir yana şaka gibidir! Bizce sağ oportünist çizgilerini sol söylemlerle maskeleyip, kendi suçlarını gizlemeye çalışanlar, hesap vermekten kaçanlar fena halde yanılmış ve hesapları tutmamıştır.

– Geçen yıl da alanınızdan, ilgili bölgeye gidildiğini öğrendik…

– Evet, yoldaşlardan gelen bilgi ile toplantı için ilgili alana gittik. Ve her türlü ikna çabasını samimiyetle ortaya koyduk. Ancak çabalarımız sonuç vermedi.

Bilinir ki, Parti içi sorunların çözümünün bir yolu, yeri ve yöntemi vardır. O da partinin tüzüğü-hukuku ile belirlenmiş çerçevesi ve iradesidir. Ve bunlar istisnasız herkes içindir.

Partimiz uzun süredir, ciddi ve ağır ideolojik-politik-örgütsel ve yönetsel sorunlar yaşıyordu. Çözüm için toplanılması ve merkezi görevlerin yerine getirilmesi gerekiyordu. Ancak toplantı örgütlemek için küçük bir adım dahi atmıyorlar, bu adımı atmaya çalışan yoldaşların çabaları ise karşılıksız kalıyordu. Herhangi bir komünist parti bir sorun yaşadığında tek çözüm, ilgililerinin toplantı yapıp eleştiri ve özeleştiri temelinde sorunlarını masaya yatırmasıdır. Bu en temel devrimci ilke ve kurallar dahi darbeci tasfiyeci klik tarafından çiğnenmiş, sorunlar çözülmeyerek kriz ortamı yaratılmış ve kaos süreğen hale getirilmek istenmiştir. Sonuç olarak parti tarihimizin belki de en derin bunalımını yaşattılar ve çapsız bir grup olarak partimizden koptular.

Bu durumda ilgili alana o dönem içinde giden ve yanyana gelebilen yoldaşlar olarak üç konuda hem fikirlik sağladık. “HBDH meselesinde Partimiz içinde farklı görüşler mevcuttur ve yeni bir merkezi irade oluşturuluncaya kadar HBDH içinde kalınmaya devam edilecektir”, “Mevcut MK önderlik yetkisini kaybetmiştir. MK adına, parti adına açıklama yetkisi ve hükmü kalmamıştır” ve “tamamlanmayan toplantı … tarihlerinde gerçekleşecektir.” Bütün yoldaşlar bu konuda bilgilendirilecek ve bu bilgiler üzerinden parti birliği esas alınarak hareket edilecekti. Ancak çok üzülerek belirtmek istiyorum ki, bu başlıklar ve kimi başka başlıklarda da hemfikir olduğumuzu düşündüğümüz alandaki bazı yoldaşlarımız bu kararlara uymadılar.

Bu parçalı ve bölünmüş durum, kendi kararlarının arkasında durmama hali kaosu büyüttü. Ve darbeciliğe güç verdi. Hiçbir hukuk ve tüzüğe dayanmayan, haklılığı ve meşruluğu kalmamış olan ve buna rağmen parti yönetimini on bir yıldır elinde tutan azınlık üyeler, bu burjuva politikalarına karşı çıkan ve darbeci kararlarına uymayan yoldaşlarımıza şiddet uygulamak yolunu dahi seçtiler. HBDH’den ayrıldığımızı açıkladılar ve kararı tanımayan yoldaşlarımızı teşhir, karalama, tecrit ve tehdit yolunu seçtiler. Partiyi tam bir kaos içinde bırakarak kriz üzerinden yönetmeye çalıştılar. Kendilerine yakışır bir yönetsel çizgi izlediler.

“Partiye mi darbeciliğe mi katılım?”

– Bu kesimin verdiği bir röportajda partinizin Rojava gücüne de bir çağrısı oldu. Bu konuda ne demek istersiniz?

– Tek cümleyle ifade edecek olursam: Partiye mi darbeciliğe mi katılım?

Bizimleyken başka, arkamızı döndüğümüzde başka davrananların Rojava’da savaşan TİKKO gücünü “parti ve savaş çizgisinde konumlanış almaya” çağırması bizce ucuz bir propagandadan ibarettir. Bunu samimiyetsiz buluyoruz açıkçası! Biz zaten partimizin savaş çizgisindeyiz. Dün de böyleydi bugün de böyle. Konumlanışımızda bir değişiklik olmadı yani. Bizler TKP/ML’ye bağlı TİKKO savaş gücü olarak 8. Konferans’ımızın gerilla savaşı yaklaşımı-açılımı doğrultusunda Ortadoğu’da savaş ve parti görevlerimizi gerçekleştirmek için konumlandık. Dört yıldır Ortadoğu’da, Rojava’da parti ve savaş çizgisi temelinde konumlanmış durumdayız ve TC devletine-DAİŞ çetelerine karşı savaş pratiği içindeyiz. Bu süre içinde ne acıdır ki, parti ve savaş çizgimize karşıt yönde hareket eden, savaşın dışında konumlanan, devrim ve savaş sorumluluklarını yerine getirmeyen burjuva yönetimin sayısız yıkıcı pratiğine maruz kaldık.

Parti tüzüğümüzde son derece açık olan maddeleri çarpıtan, işine geleni uygulayan işine gelmeyeni uygulamayan; ayak oyunlarıyla “çoğunluğu temsil ediyoruz” yalanına başvurarak örgütü yönetmeyi ısrarla sürdüren, yetkisi olmamasına karşın yönetici komiteler atayan, ayrı bir gençlik örgütü kuran vb. darbeci tasfiyecilerin sayısız yıpratma saldırısıyla karşılaştık. Bu saldırılar yeni değildir. Ancak itiraf etmeliyim, kendi tanımlamasıyla DPK Siyasi Komiseri’nin yaptığı türden bir çağrı ile daha önce karşılaşmamıştık!

Ancak yukarıda da özet yaptığımız gibi partimizin içinde düşürüldüğü krizden devrimci sonuçlarla çıkması için elimizden gelen çabayı sarf ettiğimizi düşünüyoruz. Alınan kararların uygulanması noktasında ısrarcı olduk, bunun risklerini göze alarak adımlarını attık, sorunu ve iç tartışmalarımızı son ana kadar kamuoyuna açmadık vb. Partinin karar aldığı ve belirttiği savaş çizgisinde savaşımızı vermeye devam ettik, parti güçlerini iç sorunların yumağında boğmaya çalışan anlayışa inat sınıf mücadelesinin görevlerine yoğunlaştık. Yani yapmamız gerekeni yaptık. Bu anlayış doğrultusunda çalışıyor ve savaşıyoruz. Büyük bedeller de ödedik. Parti içi sorunlar konusunda zamanında ve yerinde gerekli çaba ve hassasiyeti sergilemeyen, sorumluluklarını yerine getirmeyen, sağduyulu davranmayan, ikili bir karakter sergileyen, ortak olduğu kararları uygulamaktan dahi aciz olanların, alana gelişimizi görmezden-sesimizi duymazlıktan gelerek adeta ölü taklidi yapanların çağrılarını tam da bu nedenle samimi bulmuyoruz. Ve anlamakta ve anlamlandırmakta da zorlanıyoruz açıkçası.

Şimdi bize, bu koşullarda “konumlama ve katılma” çağrısı yapanlar, birlikte alınan kararları hayata geçirmemek için bizimle iletişim kurmayan, yoldaşlara ulaşma ve onlarla tartışmamızı bilinçli olarak engelleyenlerle aynı kişilerdir. Üstelik biz alınan ortak kararların uygulanması için girişimlerde bulunur ve partinin birliği için samimi bir çaba harcarken, bu sırada yoldaşlarımıza şiddet ve taciz devreye sokulmuş ve bundan dahi medet umulmuştur. Tüm bunların bilgisine ve gerçekliğine şehitlerimiz, savaşçılarımız ve halkımız tanıktır.

“İhbarcılık diye diye ihbarcılığa devam etmek!”

– Tüm bu ifade ettiklerinize rağmen bu grubun çeşitli açıklamalarında devrimcileri ihbarcılıkla itham ettiklerine tanık oluyoruz. Buna dair bir şeyler söylemek ister misiniz?

– Biraz önce de söylediğim gibi bu anlayış sahipleri gerçekliği ters yüz edip çarpıtmak konusunda oldukça ustadır. Yalanda ustadırlar. Sorduğunuz soruda da benzer bir durumla karşı karşıyayız Parti içinde yaşadığımız diğer sorunlarla benzer bir durum bu da. Çünkü aynı ideolojik bakış açısının ürünü. İlk önce sorunu yarat, sorunu çözmek için çaba harcayanlara yanıt verme, yani çözümsüz bırak sonra sonuçlardan nemalanmaya çalış!

Sürecin başından itibaren her fırsatta yoldaşlarımızı sosyal medya üzerinden üstelik de dönem dönem açık kimliklerini yazarak deşifre edip, ihbar edenler bunlardır. Çok geriye gitmeye gerek yok! Son olarak TC faşizmine iade edilmek istenen Turgut Kaya, bedenini açlığa yatırmışken dahi, eşine az rastlanır bir gözüdönmüşlükle onun hakkında karalama -deşifrasyon- kampanyası yürüten, hakkında sayfalar dolusu yazılar yazıp onu objektif olarak düşmana ihbar edenler de onlardır. Turgut Kaya hapishanede; yoldaşları sokaklarda, alanlarda mütevazı ama sürecimiz açısından bir o kadar önemli bir direniş destanı yazarken dahi bu grup öfkesine engel olamamış, deşifrasyon ve karalamalarına devam etmiştir. Bizlerin buradan dahi coşku ve gururla izlediğimiz, elimizden geleni yapmaya çalıştığımız ve de her samimi ve dürüst devrimcinin de aynı coşku ile katıldığı ve izlediğini gördüğümüz, bundan emin olduğumuz böylesi bir tabloda saldırganlığın bu denli hakim hale gelmesinin yorumunu okuyucularınıza bırakıyorum.

Örnekler çoğaltılabilir ancak yeterince deşifrasyon olduğu için, tekrar ederek bunlara katkı sunmamak adına, ayrıntıya girmemek devrimci bir tutumdur.

Şimdi de hala benzer meseleler üzerinden devrimcilere, yoldaşlarımıza saldırıyorlar, ihbar ve tehdit etmeyi sürdürüyorlar. Doğrudan doğruya yoldaşlarımızın isim ve faaliyet alanlarını şu ya da bu amaçla yaptıkları açıklamalarda kullanarak aslında düşmana ihbar ettiklerini görüyoruz. Deyim yerindeyse ihbarcılık diye diye ihbarcılık yapmaya devam ediyorlar.

Mesele aslında devrimci komünistler açısından son derece basittir. MLM’ler için oldukça basittir. Maoist olduğunuzu iddia ediyorsanız, parti içi eleştiri, itiraz ve görüşleri hasır altı etmeye çalışmazsınız, hele hele şiddeti halk içindeki çelişkileri çözmede devreye sokmazsınız, görevi başındaki devrimcileri ihbar niteliğindeki açıklamalar yapmazsınız, kurumları gasp etmezsiniz vb. vb. Eğer bunların tersini yapıyorsanız kendinize Maocu diyebilirsiniz ama Maoist olamazsınız… Çünkü hangi örgüt olursa olsun onun niteliğini belirleyen şey, o örgütün eylemidir.

Gerçekten sorun mu çözmek istiyorsunuz? Bunda samimiyseniz, örneğin gasp ettiğiniz kurumları devrimci (partimizi devrimci ilan ettiklerine göre!) sahiplerine iade edin; yaptığınız açıklamalarda devrimcileri ihbar etmeye son verin; sınıf mücadelesine, kendi gündemlerinize yoğunlaşın; işinizi yapın vb. Ama bunların hiçbirini yapmayacaklarını biliyoruz. Çünkü sorunun kendisi olanlar sorunu çözemezler! Kendi varlık gerekçelerini, politikalarını partimiz üzerinden, partimize saldırarak var etmeye çalışanlar bunu yapmayacaklardır. Bunu biliyoruz. Gerisi bolca hamasi nutuklarla bezeli açıklamalar, ellerinde “devrimci ölçer”le herkese ders vermeye çalışmalarıdır. Bu yaklaşımı kimsenin ciddiye aldığını sanmıyoruz. Çünkü halkımızın güzel ifadesiyle ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz…

Kendi çözümsüzlüklerini ve iktidar hırslarını devrimci kurumları basıp gasp ederek tatmin etmeye, eğer varsa devrimcilik iddialarını sınıf mücadelesi içinde konumlanmayla değil bir başka devrimci örgüt üzerinden tanımlayıp, düşmanlaştırma siyaseti üzerinden kendini var etmeye çalışan bu anlayışı bizler yakından tanıyoruz. Ve aslında bu geri ve apolitik yaklaşımla pek de ilgilenmiyoruz. Devrimciliği kendi iktidar hırsımız için yapmıyoruz. Bütün çabamız partimize ve halkımıza verdiğimiz sözü yerine getirmekten ibarettir. Hal böyle olunca kimin ne kadar devrimci olduğuna sınıf mücadelesi ve sosyal pratik karar verecektir, buna inanıyor; sınıf mücadelesinin süzgecine ve elbette kendimize güveniyoruz.

– Partinizin darbeci tasfiyeci süreci yaşamasında sizin payınız nedir?

– Elbette ki, bizler aktif ideolojik mücadeleyi, etkili sorgulamayı başaramadığımız; hata ve zaaflarımıza karşı köklü bir mücadele çizgisi yürütemediğimiz; eleştiri-özeleştiriyi uygulayıp geliştiremediğimiz; derinleştirip etkili bir yöntem ve çizgi haline getiremediğimiz için burjuva çizgi saflarımızda bu denli etkili oldu. Bizler partinin ideolojik-politik hattında silahlı ve illegal faaliyeti esas alan zeminde, devrimci bir önderlik anlayışı çizgisini etkili kılamadık. Küçük burjuva anlayış üzerinden yükselen pratik ve faaliyetçi-kadrolara karşı etkili, değiştirici-dönüştürücü ve geriletici bir mücadeleyi geliştiremedik. Hem dışımızdaki hem de kendi içimizdeki küçük burjuva anlayışlarla uzlaştık. Parti içinde uzlaşmanın, küçük burjuva çizgiyi açığa çıkartıp mücadele etmemenin, ne kadar kötü sonuçlar doğurduğunu gördük ve yaşadık.

Görev alanlarında uzun yıllarca sağlam bir komite bile kurmayan, örgütü bir adım bile ileriye götüremeyen, en asgari devrimci görevini bile yerine getirmeyen anlayışlarla ve bozulmuş kadrolarla uzlaştık. Hata ve zaaflara karşı eleştiri ve özeleştiri silahını yeterince aktif kullanmadık. Ve burjuva çizgi, kendini her başarısızlığımız içinde adım adım, yeniden örgütledi.

Partimizin kendini örgütlemesine, yenilemesine ve sınıf mücadelesinin ihtiyaçlarına göre konum almasına önderlik yapamadık. Bu şekilde de kitlelerin örgütsüzlük içinde sömürü ve zulmün vahşeti altında uçurumun dibine yuvarlanmasına göz yummuş olduk aslında. Aslında üzüntümüz buna dairdir! Kendimize kızmamız bununla ilgilidir. Çünkü biz biliyoruz ki, yerine getirilmeyen her görev düşmana hizmet demektir. Aynı zamanda tasfiyeciliğin örgütlenmesine, örgüt içinde güçlenmesine hizmettir. Her küçük hata ve zaaf süreç içinde gelişip büyüyerek tasfiyeciliğin zemini haline gelebilir.

Kısacası ciddi ideolojik hatalarımız var. Bunlar üzerinde ayrıntılı ve titiz bir inceleme yaparak, durmak, anlamak ve çözmek istiyoruz. Yani iğneyi karşımızdakine batırırken çuvaldızı kendimize batırmaya çalışıyoruz. Doğru ve devrimci olanın bu olduğuna inanıyoruz. Aktif ideolojik sorgulama, her ayrıntıda, her pratikte çok yönlü ve derinlikli sorgulama içinde, özümüze ve gerçekliğimize, dayandığımız devrimci temele dönmek istiyoruz. Bu çabamız güçlüdür.

Üstelik bu süreç, tüm geri noktalarına rağmen Partimiz içinde “yeni”nin filizlenmesine de yol açmış ve bu yürüyüşün en önünde kadın ve genç yoldaşlarımız yer almıştır. İşte tam da bu, kazanacağımıza dair umutlarımızı tazelemektedir. Çünkü partimizin yarını bu yoldaşlardır. Bizler inanıyoruz ki, özgürlük ve devrim isteyenlerin gücü hata ve zaaflarını alt edecek güçtedir. Biz bunu başaracak güçte ve iradedeyiz. Teorimiz-stratejimiz- şehitlerimiz-yoldaşlarımız-halkımız bizden başarıyı bekliyor. Başarının partisini, zaferin kadro ve militanlarını yaratmayı bekliyor. Başarmak zorundayız ve kimsenin tek bir kuşkusu olmasın ki biz bunu  başaracağız.

– Son olarak ne söylemek istersiniz?

– Partimize gönül vermiş devrim ve özgürlük arayan her yoldaşa, militan emekçiye, halkımıza diyeceğimiz şudur; Kendi gücümüze, devrime, özgürlük savaşımımıza ve partimize inanalım, güvenelim. Her şeyi neden ve sonuç ilişkisi içinde ve çok yönlü sorgulayalım. Partimiz ve onun önderliğindeki ordumuz, devrimci savaşa önderlik etme yeteneğine sahiptir. Biz partimize ve kendimize güveniyoruz.

Zorlukların bilincindeyiz; Son söze Lenin’e bırakırsak “… güçlük, olanaksızlık demek değildir. Önemli olan şey, seçilen yolun doğru bir yol olduğuna inanmaktır, bu inanç mucizeler yaratabilen devrimci enerjiye ve devrimci enerjiyi ve devrimci coşkuyu yüz kat artırır.”

 

Bir doğal muhabirimizin gerçekleştirdiği röportajın üçüncü ve son bölümü ise bir Türkiye İşçi Köylü Kurtuluş Ordusu komutanına ayrıldı. Komutan Nubar Ozanyan, Serdar Can, Güzel Ana yoldaşları anan komutan ile Ortadoğu tablosu ve parti içerisinde yaşanan süreç başlıkları değerlendirildi. Sürecin Ozanyanlaşılarak aşılacağını belirten komutan “Biz partimize güveniyoruz. Çünkü bizi biz yapan partidir. Her bir yoldaşımızı safları sıklaştırmaya, mevzilerimizi doldurmaya davet ediyoruz” diyor. Röportaj şu şekilde:(3)

“Gerçek partili, gerçek TİKKO savaşçısı ve komutanı olma nirengimiz komutan Nubar Ozanyan’dır”

Siyasi Komiser’le olan sohbetimizin ardından kayıt cihazımızı Türkiye İşçi Köylü Kurtuluş Ordusu komutanlarından birine uzatıyoruz.

– Merhaba, öncelikle Ortadoğu’nun kaotik ve çatışmalı tablosunu ve burada olmanızın nedenlerine dair neler söylemek istersiniz?

Türkiye İşçi Köylü Kurtuluş Ordusu Komutanı: Merhaba…

Her halükarda ülkemizin ve coğrafyamızın devrimci ateşi partimizi de sarmalına alarak, partimizin yönelimini sözsel düzeyde değil, sınıflar mücadelesi arenasının örsünde sarsılmaz bir sağlamlıkta şekillendirmemize imkanlar sunmaktadır.

1. Emperyalist Paylaşım Savaşı sonrası, emperyalist devletlerin cetvel ile sınırlarını belirlediği tüm devletler, yeniden günümüzün emperyalist-kapitalist devletlerinin açık ya da dolaylı müdahaleleri ile altüst oluyor. Ortadoğu’nun enerji yatakları yeniden paylaşım masasına yatırıldı. Diğer yandan mezhepsel, dinsel ve ulusal çelişkiler, emperyalist güçler tarafından silahlı çatışmaların, savaşın vazgeçilmez bir argümanı olarak pervasız bir şekilde kullanıma sürüldü. Emperyalistler için çok yönlü imkanlar bağlamında Ortadoğu halkları kan gölüne hapsedildi. Enerji yatakları yağmalanıyor, dev silah tekellerine muazzam pazarlar yaratılıyor, yıkımlarla birlikte hayata dair en temel tüketim metaları fahiş fiyatlardan piyasa ediliyor… Emperyalizm ve onların bölgesel işbirlikçisi yarı-sömürge devletlerin komprador burjuvazileri üzerinden Ortadoğu’nun yoksul, emekçi halklarının mahkum edildiği bu yıkımın, dehşetin, vahşetin bir de tersten etkileri ortaya çıkıyor.

Kürt Ulusal Hareketi’nin öncülük ettiği ve bölgenin ezilen, sömürülen, katledilen halklarının ortak devrimci karşı koyuşunun örgütlendiğine tanık oluyoruz. İşte tam da bu noktada emperyal kanlı-kirli hesapların arasından, halkların devrimci ve ortak mücadelesinin yükselişini yaşıyoruz.

Biz Türkiye Komünist Partisi/Marksist Leninist, Türkiye İşçi Köylü Kurtuluş Ordusu gerillaları olarak bu süreçte üzerimize düşen görevi tereddütsüz, canla-başla yerine getirmeye çalışıyoruz. Gücümüz oranında, bu savaşın bir öznesi olarak; partimize yakışır bir cesaret ve tutarlılık ile üzerimize düşen sorumluluğu taşımaya devam ediyoruz.

Coğrafyamızdaki gelişmeleri MLM perspektif ile analiz ettiğimizde, ülkemizde ve komşu ülkelerde devrimci durumun, muazzam bir gelişme biriktirdiğini söylemek abartı olmayacaktır. Güney komşu ülkeler ile sınırlarımızın, beton duvarlara rağmen halklar açısından, objektif anlamda kadükleştirildiği ortadadır. Yüz binler, milyonlarca insan, savaş şartlarından dolayı en yakın ülkelere geçmiştir. Sıfırdan, en ağır sömürü ve her türlü suistimal şartlarında yeni bir hayat kurmaya çalışan milyonlarca yoksul, emekçi insan gerçekliği, herkesin görüp kabul ettiği bir realite haline gelmiştir.

Diğer yandan Kürt Ulusal Mücadelesi ülke sınırlarını çoktan aşıp neredeyse tüm dünyanın kabul ettiği büyük bir Ortadoğu değişiminin, halkların demokratik, özerk yeni yönetim deneyiminin, stratejik bir coğrafyada göz alıcı bir örneğini örmektedir. Türkiye Devrimci Hareketi’nin ezberlerini bozan, muazzam bir bölgesel devrimci konjonktürün hızla yükselişine tanık oluyoruz.

Parti olarak bu sürecin, nesnesi olmamızı değil, Demokratik Halk Devrimi’ni gerçekleştirme perspektifi ile öznesi olmamızı, bizim açımızdan, benzersiz bir yükselen devrimci dalga ivmesine kendimizi sürat ile uyarlamamızı şart kılıyor.

Bölgedeki kaotik savaş konseptinin salt askeri çerçevede bir görevi değil, siyasi, sosyal görevleri de acil bir biçimde partimizin omuzlarına yüklediğini düşünüyorum.

– Partinizin yaşadığı süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?

– Öncelikle, yakın zamandaki değerli kayıplarımız, şehitlerimiz, Komutan Nubar Ozanyan, Serdar Can, Güzel ana yoldaşlarımız şahsında tüm Parti ve Devrim Şehitleri’ni saygı ile anıyorum.

Partimiz önderlik krizi üzerinden yaşadığı tarihsel statükoculukta demirleme komplosunu bertaraf etti. Şu aşamada, ilgili herkesin sürece dair yeterince bilgi sahibi olduğunu ifade edebiliriz. Dolayısıyla bu bağlamda güncel mesele parti önderliğinin devrim ve devrimci savaş derdi olmayanlar ile söz kalabalığına mahkum edilmek istenmesine, “kim daha İbrahimci” polemiğine takılıp kalınmasına, Demokratik Halk İktidarı kurma misyonunu devre dışı bırakma hesaplarına ihtiyacı olmadığıdır. Bunları boşa çıkartma; görevi ile yüz yüze olduğumuzu görmemiz ve kavramız gereklidir.

Partimiz, önderlik gaspı hesapları üzerinden, söylemde sol, pratikte ise sağ marjinallik batağına çekilmek istenmiştir. Ancak evdeki hesap çarşıya uymadı ve tüm bu entrikalar partimiz ve geleneğinde tutmadı. Zira devrim diye bir dertleri olmayanların, ne savaş alanlarında ne de kentlerde dişe dokunur, samimi bir çabalarının söz konusu olmadığını ve asla olamayacağını biliyoruz. Bilakis tüm devrimci üretken çabaları, sorunları aşma, ileriye doğru sağlam adımlar atma umutlarını da yağmalamaya çalıştılar. Bu tarz traji-komik hayallere kapılanların hevesleri kursaklarında kaldı.

Bugün partimizin yaşadığı sancının, sadece yakın zamanın sonucu ve sorunu olmadığının altını çizmek, geleceğe dönük bütünlüklü, öngörülü ve gerçekten komünist bir yönelim belirlemek için hayati derecede önemlidir. Sorunun kaynağı, hemen hemen son otuz yılımızı ince ince işleyen, statükoyu korumayı ya da gerilemeyi nesnel şartlar izahı ile partililerimize empoze eden, uzunca bir süre kesintisiz önderlikte yer alan sağ liberal “önder” kadroların basiretsizliğidir. Bahsini ettiğimiz bu önderlik, Marksizm’in bir reçete değil devrimci bir eylem kılavuzu olduğu, toplumsal devrim bilimi olduğu düsturunu ciddi anlamda bilince çıkartamadı, kavrayamadı, içselleştiremedi. Ustaların klasiklerine çalışmayı “okumak-ezber etmek” düzeyinde ele alan, günceli MLM perspektif ile tahlil edip doğru siyaset geliştiremediği gibi pratik bir yönelim, ileri doğru gerçekten devrimci yönelim gerçekleştirebilmekten uzak düşmekten kurtulamamıştır.

Yaşanılanlardan doğru temelde gerekli dersleri çıkarmak elzemdir. Geçmişimiz ve bugünümüzle yüzleşerek, Demokratik Halk Devrimi güzergahında sarsılmaz adımlar ile ilerleyeceğimizin bilinmesi gerekir. Eski tarz önderlik, orta düzey kadroluk ve parti üyeliğinin, partimize yaşattıkları üzerine, başlı başına bir eğitim süreci öncelikli görevlerimiz arasında ilk sıralarda yer alıyor.

Bugün yaşadığımız tasfiye ve darbe girişiminin kodları daha önceki tarihlerde de mevcut. Bunu görmemek imkansız. Yeniden ayağı dikilmeye dair albenili cümleler kurmayı doğru bulmuyorum. Zira tarihimiz bunun örnekleri ile dolu. Fakat belirtmeliyim ki artık bu ve benzeri girişimlerin parti önderliğimize dek nasıl çöreklenebildiğini gerçekten tarihsel arka planı ile siyasal, ideolojik ve örgütsel boyutu kapsamında, çok ciddi anlamda ele alıp değerlendirme yapmamız, hayati derecede mühim bir görev olarak önümüzde duruyor.

– Son olarak ne söylemek istersiniz?

– Son söz olarak, Partimiz Türkiye Komünist Partisi/Marksist Leninist, ordumuz Türkiye İşçi Köylü Kurtuluş Ordusu ve gençlik örgütümüz Türkiye Marksist Leninist Gençlik Birliği ve de tüm parti örgütlerimiz sürecimizden gerekli dersleri çıkartarak kendini yeniden örgütlüyor. Bu çok sancılı süreç, bir bütün olarak parti tarihimiz ile dolaysız şekilde kolektifimiz ile her bir parçamız ile kendimiz ile yüzleşmemizi şart kıldı. Hiç kimsenin bundan yana kaygısı olmasın. Partimize, Demokratik Halk Devrimi’ne gönül veren herkes bilmeli ki; söylemsel zeminde değil, pratiğin harlı ateşinde, komünist iradesi çelikten biçimlenen, dinamik, cesur, kararlı ve hiç hesapsız partililerimizin cüretine tanık olacaktır.

Parti üyeliğine, kadroluğuna ve savaşçılığına, savaşta kurmay kadro olmaya verilecek en yakın ve anlamlı örnek Nubar Ozanyan yoldaşımızdır. Gerçek Partili olma, gerçek Türkiye İşçi Köylü Kurtuluş Ordusu savaşçısı ve komutanı, militanı olma nirengimiz Komutan Nubar Ozanyan’dır. Ve bu süreci Ozanyanlaşarak aşacağız.

Biz partimize güveniyoruz. Çünkü bizi biz yapan partidir. Her bir yoldaşımızı safları sıklaştırmaya, mevzilerimizi doldurmaya davet ediyoruz.

Bitti 

Türkiye Komünist Partisi/Marksist Leninist /Türkiye İşçi Köylü Kurtuluş Ordusu Rojava Komutanlığı : “Partimiz ve onun önderliğindeki ordumuz, devrimci savaşa önderlik etme yeteneğine sahiptir!” (1)

Bir doğal muhabirimiz Türkiye Komünist Partisi/Marksist Leninist Türkiye İşçi Köylü Kurtuluş Ordusu Ortadoğu Bölge Komitesi Üyesi ve Türkiye Komünist Partisi/Marksist Leninist Türkiye İşçi Köylü Kurtuluş Ordusu Rojava Komutanlığı Siyasi Komiseri ve bir halk ordusu komutanı ile röportaj gerçekleştirdi. Elimize e-posta yoluyla ulaşan röportajı üç bölüm halinde yayımlayacağız. İlk bölümde halk ordusunun Rojava Komutanlığı Siyasi Komiseri ile Proletarya Partisi içerisinde yaşanan süreç, HBDH gibi başlıklar konu edinildi. “Söz eğer gerçeği yansıtıyorsa anlamlı ve değerlidir. Eğer her söz gerçeği-gerçekliği yansıtıyor olsaydı ne bilime ne de biz sınıf bilinçli proleterlere fazla iş düşerdi” diyen Siyasi Komiser’in açıklamaların şu şekilde:

Doğal Muhabir: Öncelikle bizimle röportaj yapma teklifimizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz. Bize kendiniz tanıtır mısınız?

Siyasi Komiser: Ben teşekkür ederim. Sesimizi ve elbette görüşlerimizi Türkiye devrimci ve demokrat kamuoyuna ve dünyaya duyurma imkanı verdiğiniz için. Partimiz Türkiye Komünist Partisi/Marksist Leninist’in Ortadoğu Bölge Komitesi üyesi ve Türkiye Komünist Partisi/Marksist Leninist Türkiye İşçi Köylü Kurtuluş Ordusu Rojava Komutanlığı’nın Siyasi Komiseri’yim.

– Partinizde 2015 yılından itibaren bir süreç yaşandı/yaşanıyor. Doğrudan sorarsak, Partinizde neler oldu? Gelişmeleri kısaca özetleyebilir misiniz?

– Aslında yaşanan sorunlar ve nihayetinde Partimizin darbeci tasfiyeci bir saldırıya maruz kalması yeni bir süreç değil. Parti içinde kökleri uzun bir geçmişe dayanan küçük burjuva dünya görüşü, ille de bir tarih vermek gerekirse, 2015 yılında partimize yönelik gerçekleştirilen merkezi operasyon sonrasında, kendini parti iradesine dayatarak, bir bütün olarak partimizi ele geçirmeyi ve böylelikle partimizi sınıf mücadelesinden alıkoyup, emperyalistler ve Türk hakim sınıflarının sınıf işbirlikçisi, oportünist bir çizgide konumlanmasını sağlamayı amaçlıyordu. Neden böyle diyoruz? Çünkü partimize yönelik darbeci tasfiyeci saldırıya önderlik edenleri yakından tanıyoruz. Devrimciliği algılayışlarını, dünyaya, sınıf mücadelesine ve yoldaşlarına bakış ve yaklaşımlarını, partiyi kavrayışlarını yakından biliyoruz.

Partimize yönelik darbeci tasfiyeci saldırıya önderlik eden bu unsurlar, partimizin yaşadığı krizi komünist platformlarda çözmek, bu platformlarda hesap sormak ve hesap vermek yerine, kendilerini partiye dayattılar. “Parti iradesini biz temsil ediyoruz” diyerek, Partimizi kendi işbirlikçi, dogmatik-statükocu, bürokrat çizgileri doğrultusunda tümden ele geçirip, iktidarlarını sürdürme ve böylelikle Türk hakim sınıflarının ve onların devletinin bir aparatı haline getirmeyi amaçladılar.

Partimize yönelik geçmişte de yaşadığımız örneklere benzer şekilde, “72 programcılığıyla”, “Kaypakkaya yoldaşı savunmak adına” (oysa parti içinde böyle bir tartışma yoktu!) en keskin sloganlarla, küçük burjuva fokocu bir  çizgide, Türk devletinin sınıf işbirlikçisi bir noktada konumlanması amacıyla gerçekleştirilen bu saldırıya karşı temel örgüt ve organlarımız biraya gelerek bir duruş sergiledi. Ancak daha o aşamada bile partinin birliği yönündeki umudumuzu koruduğumuz için, sorunlarımızı komünist platformlarda çözme yaklaşımımızdan hareketle, kamuoyuna yönelik herhangi bir açıklama yapmadık. Ancak darbeci tasfiyeci “kast kliği”n, parti organlarımızı (Geçici Yurtdışı Komitesi) kamuoyunda teşhir edip, tasfiye ettiğini açıklamasının ardından parti güçlerimizi temsil eden organlarımız ve faaliyet alanlarımız (Ortadoğu Bölge Komitesi, Kadın Komitesi, Geçici Yurtdışı Komitesi, Yayın Komitesi ve TMLGB) tarafından bir açıklama yayımlanmak zorunda kalınmıştır. Kalınmıştır diyoruz çünkü o tarihlerde -darbeci tasfiyeci anlayışın bütün saldırı ve provokasyonlarına rağmen- Partimiz süreç tamamen sonuçlanmadığı için bir “ayrılık” ilanı yapmamış, aksine parti güçlerinin birliği için çalışmaya devam etmiştir.

Ancak sonuç olarak bunda maalesef başarılı olunamamıştır. Darbeci tasfiyeciler, işledikleri suçların hesabını vermemek, 8. Konferans’tan günümüze izlemiş oldukları sağ oportünist çizginin özeleştirisini vermemek için partiyi darbelemeyi ve bölmeyi tercih etmişleridir. Bu süreçten sonra parti güçlerimizi temsil eden organlarımız ve faaliyet alanlarımızı temsilen, parti içindeki MLM güçler kendi aralarında bir örgütlenmeye gitmiş ve Parti irademizi temsilen bir Örgütlenme Komitesi kurmuşlardır.

Partimizin yaşadığı darbeci tasfiyeci saldırıya ilişkin bu komitemiz gerekli açıklamayı yapmıştır. Partimiz gerekli gördüğü durumda ve koşullarda, bu gruba dair yaklaşımını açıklamaya devam edecektir. Ancak yaşananlar ve özellikle bu grubun tavrı, devrimci demokrat kamuoyuna, devrimci örgüt ve partilere bir şeyler anlatıyor. O nedenle aslında uzun uzun anlatmak gereksiz. Görüyorsunuz!

– Ancak yine de bir tanımlama yaparsanız ne diyebilirsiniz?

– Kuşkusuz ki partimize, partinin birliğine yönelik, bu kast darbesini gerçekleştirenlere yönelik değerlendirmelerimiz mevcuttur. Bu değerlendirmelerin sentezlenmesiyle oluşacak sonuçları, gerekli koşullarda elbette kamuoyuna açacağız.

Bizim hassasiyetimiz tamamen güvenlik kaygısı ve deşifrasyona izin vermemek üzerinedir. Bunun altını özellikle çizmek istiyorum. Zira bu grubun, parti içi kaosun başından itibaren meylettiği ve medet umduğu yöntem, faaliyet yürüten yoldaşlarımızın isimlerini vererek yapılan dedikodu, karalama, hakaret, tehdit vb.lerinin yanında tüm bunların hiçbir devrimcilik kaygısı güdülmeden sosyal medya üzerinden sürdürmektir.

Şimdiden söyleyebilirim ki; partimize yönelik bu darbeci tasfiyeci saldırıya önderlik edenler, maalesef uzun bir süredir partimizin önderlik kademesinde yer alan ve yine uzun bir süredir bırakalım komünist bir kimliği devrimcilikleri dahi partimiz, halkımız ve taraftarımız nezdinde tartışma konusu olan; ideolojik olarak bitmiş, politik olarak tükenmiş, kültürel olarak yozlaşmış kişiliklerdir.

Uzun uzun anlatmaya gerek yok, ancak şunu söylemeliyim; Biz Partimizin yaşamak zorunda bırakıldığı bu süreci kişilerle açıklamıyoruz. Kuşkusuz kişilerin de önemli bir rolü vardır. Ancak asıl belirleyici olan, partimizin uzunca bir süredir ihmal ettiği Türkiye ve Ortadoğu koşullarında yaşanan değişimleri inceleyerek, buna göre taktik politika üretmemesi, kitlelerle ve kitle hareketleriyle yeterince buluşmaması, bunda ayak diremesi, pratikte devrimci olmayıp statükoyu koruması, savaş ve savaş gerçekliğiyle kendini örgütlememesi ve Halk Savaşı stratejisiyle birleştirememesi vb.dir. Bu süreç, tüm bunların doğal bir sonucu olarak boy vermiştir.

Bu tecrübeyi şu an bulunduğumuz Rojava sahasında çok net yaşadık ve gördük. Partimizin kararı doğrultusunda alanda konumlanmamıza rağmen, parti önderliğinde yer alan bu kişiler, alanımıza yönelik tam bir tecrit ve tasfiye politikası izlediler.

Sonuçta bir tanımlama yapmak gerekirse eğer; darbeci tasfiyeciliği ideolojik olarak, küçük burjuva dünya görüşünden hareket eden, kendi iktidarını korumak için parti birliğini parçalamaktan dahi çekinmeyen, önderlik krizini partiye dayatan ve buradan saflaştırıp partiyi bölen; politik olarak bırakalım sınıf mücadelesine ve partiye önderlik etmeyi, yaşanan gelişmeleri tahlil etmekten aciz, inceleme ve okumaktan uzak; örgütsel olarak bürokrat ve kariyerist, kendine liberal partiye ve yoldaşlarına sekter bir örgütsel çizgi; askeri olarak ise, Halk Savaşı çizgisi yerine fokocu bir tarz izleyen, bununla kalmayıp, önderlik olarak savaşa uygun konumlanmayan, savaş alanlarında konumlananları ise teşhir ve tecrit eden bir anlayışla karşı karşıyayız.

 

“Sözde Kaypakkaya yoldaşı savun! Pratikte tam tersini yap olan ve yapılan tam da budur!”

– Partinize yönelik “hizip” tanımlaması yapılıyor. Bununla yetinilmeyip, “parti kaçkını”, “savaş kaçkını”, “sağ tasfiyeci” vb. kavramlar kullanılıyor. Bu propagandaya ilişkin ne dersiniz?

– Gülüyoruz! Ama acı acı! Parti kim? Hizip kimdir? İsterseniz bu soruların cevaplarını Kaypakkaya yoldaştan beraber okuyalım, bakalım uzatmaya gerek var mı?

Ne diyor İbrahim yoldaş:

Bütün eleştirilere rağmen hatalarını düzeltmeyenler, düzeltmemekte ısrar edenlerdir.

Hizipçi ve bölücü olanlar, samimiyetle özeleştiri yapmak yerine, sadece çok sıkıştıkları zaman, revizyonist özü yeni bir biçimle kamufle edenlerdir. Hizipçi olanlar, kendilerine eleştiri yönelten kadrolardan örgütün imkânlarını esirgeyenler, kendilerine yağcılık ve dalkavukluk yapanlara bütün imkânları sergileyenlerdir. Hizipçi ve bölücü olanlar, örgüt içinde körü körüne itaati, dalkavukluğu, sırt sıvazlamayı teşvik edenlerdir. Hizipçi ve bölücü olanlar, kendilerine gelince her şeyi iyi, başkalarına gelince her şeyi kötü gösterenlerdir. Hizipçi ve bölücü olanlar, örgüt içi eleştiriyi bastırmaya çalışanlardır. Kendilerine yönelen eleştirileri kadrolardan gizleyenlerdir. Hizipçi ve bölücü olanlar, kendilerini eleştiren kadroları iğrenç bir iftira ve dedikodu kampanyası ile yıpratmaya, diğer kadroların gözünden  düşürmeye, tecrit etmeye çalışanlardır. Hizipçi ve bölücü olanlar, eleştiri mekanizmasını işleten kadrolar aleyhine sinsi plânlar hazırlayanlardır. Bu gibi kadrolara silahlı komplolar düzenleyenlerdir. Hizipçi ve bölücü olanlar, hem demokrasi hem de merkeziyetçilik ilkesini çiğneyerek kendilerine en aşırı demokrasiyi, Marksist-Leninistlere de en aşırı merkeziyetçiliği uygulamak isteyenlerdir.

Gördüğünüz gibi Kaypakkaya, bir dönem aynı parti içinde faaliyet yürüttüğü ve kendisine en keskin Maocu diyen Perinçek çizgisini böyle tanımlıyordu. Şu anda yaşadıklarımızla büyük bir benzerlik var aslında. İbrahim yoldaşın söylediklerine ek olarak bugün bu tavırlara, HBDH kapsamında belgede sahtecilik, kalpazanlık vb. De ekleyebiliriz. Örnekleri çoğaltabiliriz yani. Sanırız buna gerek yok. Burjuvazinin parti içindeki yöntemleri duruma göre çeşitlilik gösterse de özünde aynıdır.

Görünen o ki, bizler darbeci, hizipçi vb. değiliz! Partinin tüzüğünü uygulayan, hukukuna, ilkelerine sarılan, bunu hayata geçirmeye çalışanlardan bahsettiğimiz bilinmelidir. Zira tüzük ve ilkeler varsa parti vardır. Tüzük ve ilkeler yoksa olsa olsa bir “kast”, bir “şef örgütlenmesi”, deyim yerinde ise bir “başkanlık rejimi” vardır.

Bizler biliyoruz ki, hizipçi ve bölücü olanlar hakkı ve yetkisi olmamasına karşın on bir yıldır konferans yapmayanlar, parti yönetimini hile ve entrikayla gasp edip elinde tutanlardır. Parti tüzüğümüz gereği hakkı ve yetkisi olmamasına rağmen görevi başındaki MK üyelerini yaptıkları toplantıya çağırmayanlar, yedek üyeleri oluşan irade yitimini gidermek için aktifleştirmeyen ve yaptıkları toplantılara katmayanlardır. Kendi “adam”larından oluşan komiteler kuranlar, yoldaşları ve faaliyet alanlarını karşı karşıya getirenlerdir. Belgelerle oynayarak, sahtekarlıkla HBDH’den çıkma kararı alanlardır. Yoldaşlarına-devrimcilere şiddet uygulatanlar, örgütü bölerek düşmanlaştıranlardır. Partiyi savaş alanlarında inşa etmeyenler; işçiler, emekçiler, tüm ezilenler içinde partiyi örgütlemeyenler, korunaklı alanlardan partiyi yönetmek isteyenlerdir. Tüzük ve hukuku çiğneyen, çeşitli gerekçelerle kendi aldıkları kararlara dahi uymayan, belgelerde-yazılarda-imzalarda sahtecilik yapan; partiyi çözümsüz bırakıp kendi iktidarı uğruna gözlerini karartan ve savaş alanlarında yoldaşlarını yalnız bırakanlardır. Daha ne diyelim!

Partinin tüzüğünü uygulamak, hukukuna-ilkelerine sarılmak hizipçilikse biz bu ithamı seve seve kabul ederiz. Parti sorunlarının çözüm yolu için komünist platformları, toplantıları işaret etmek ve bunun için çalışmak hizipçilikse, bu “suç”u da kabul ederiz.  Çünkü biz Kaypakkaya yoldaşın mütevazi birer öğrencisi olmaya çalışıyoruz ve onun Perinçek ve tayfasına karşı yürüttüğü mücadeleden öğreniyoruz.

Söz eğer gerçeği yansıtıyorsa anlamlı ve değerlidir. Eğer her söz gerçeği-gerçekliği yansıtıyor olsaydı ne bilime ne de biz sınıf bilinçli proleterlere fazla iş düşerdi. Unutmamak gerekir ki; sadece egemen sınıflar gerçeği çarpıtmıyor ara bir sınıf olan küçük burjuva sınıf da gerçeklik sınıf çıkarına dokunduğu an, çok rahat ve kolay bir şekilde gerçeği çarpıtıp adeta bir bezirgan tüccar gibi yalanı gerçek diye piyasaya sürebiliyor.

İçimizdeki burjuvalar da, son birkaç yılda yaşadık ve gördük ki; bu konuda oldukça eğitilmiş ve ustalaşmışlardır. Yaman birer gerçek çarpıtıcıları olmuşlardır. Neyse ki kamuoyunun ve halkımızın, kitlemizin tanıklığı bizimledir ve tüm bu sahtekarlıklar belgelidir.

Teorimizi ve stratejimizi sözde kabul edip pratikte devrimci sorumluluklarını yerine getirmeyen, savaş görevlerini kabul etmeyen, görevlerini layıkıyla yerine getirmeyip savsaklayan, sınıf savaşımında gerektiği gibi konum almayan, hadi öncesi bir kenara, partimizin 8. Konferans’ını yaptığı Ocak 2007 tarihinden bugüne yönetimde olup merkezi toplantıyı bilinçli bir şekilde örgütlemeyen ve bu yönde en asgari bir çabayı bile ortaya koymayanlar; şimdi kalkmış, bizleri “hizipçi”, “parti kaçkını”, “savaş kaçkını” diye mahkum etmeye çalışıyorlar!

Bugün yaman partili, keskin İbrahimci ve savaşçı kesilen bu unsurlar; Rojava’da parti gücümüzü neden “yalnız” bıraktıklarının, Dersim’de son on yıl içinde gerilla gücümüzün deyim yerindeyse neden kendi kaderiyle baş başa bırakıldığının, Batı’da ciddi bir kitle tabanımız olmasına rağmen bunun neden örgütlenemediğinin, savaş bölgelerine aktarılmak istenen yoldaşlarımızın enerjisinin neden bu kanallara akıtılmak istenmediğinin, silahlı ve illegal mücadelenin önem ve gerekliliğinin etkili bir propaganda ile güçlü bir kitle çalışması için neden kullanılamadığının, işçiler-emekçiler-kadınlar içinde neden devrimci komiteler kurulamadığının ve bunlar aracılığı ile savaşın neden bütünlüklü geliştirilemediğinin açıklamasını yapmalıdır. Görünen şudur ki; gerçekliğimize, sürece ve sınıf mücadelemizin ihtiyaçlarına uygun, belirlenmiş bir plan ve yönelim içinde hareket etmediler, edemediler ve şimdi bu tablonun hesabını vermekten bile acizler.

Silahlı güçlerimiz olarak bakıldığında Dersim’deki gerilla gücümüze karşı nasıl bir  sorumsuzluk ve vurdumduymazlık içinde hareket ettilerse, benzer burjuva anlayış ve tutumu Rojava’da parti ve savaş gücümüz için de gösterdiler. Bizlere tam bir tecrit politikası uyguladılar. Olmadık yalan ve iftirayı atarak parti kitlemizi, devrimci güçleri aldatmaya ve taraflaştırmaya çalıştılar. Partimizin merkezi kararı olmasına karşın Ortadoğu’ya, Rojava’ya ne eğitim amaçlı ne de savaş amaçlı katılım sağladılar. Bilinçli ve planlı bir şekilde bu tür pratikleri engellediler, bir bütün partinin alandaki konumlanışını engelleme yoluna gittiler. Ortadoğu’da, Rojava’da ortaya çıkan muazzam devrimci enerjiyi ve olanakları demokratik halk devrimi lehine değerlendirmede bu sorunlardan kaynaklı eksik kaldık. Bu bizim açımızdan çok acı bir durumdur. Ortaya çıkan tarihsel fırsatı maalesef ki kaçırdık. Alanda “örgütsüz” ve “hareketsiz” bıraktırılarak geriye çekilmek istendik, hiçbir bilimselliği ve gerçekliği olmayan şoven politikalarla HBDH içinde yer alışımız engellenmeye çalışıldı. Hatta sahte belgelerle kamuoyuna partimiz adına bir açıklama yaparak HBDH’den ayrıldığımızı duyurdular. Ortadoğu’nun barbar gericiliğine karşı savaşta Kürt halkının haklı mücadelesinin yanında  olmadılar. Oysa unutmamak gerekir ki; “Ya mazlumların safındasındır ya da zalimlerin!” Pratiklerinin gösterdiği şudur ki, içimizdeki Türk şovenistleri Rojava Devrimi’ne yaklaşımlarıyla objektif olarak egemen Türk komprador burjuvaların safında yer almışlardır! Bu gerçekliği Ortadoğu’da, Rojava’da parti ve savaş gücümüz biliyor.

Gerilla savaşını tasfiye etmenin, savaşı büyütmemenin en etkili yolu gerilla alanını yalnız bırakmak, savaş gücünü tecrit etmek, parti ve devrime olan inancı parçalayıp demoralize ederek savaş gücünü içten darbelemektir. Şimdi yaman partili ve savaşçı kesilen, keskin Kaypakkayacı olan bu unsurlar; tam da bunu yaptılar! Partimize bir imha ve yıkım süreci dayattılar. Sadece partimizi darbelemekle kalmadılar, halkımızın, taraftarlarımızın partimize olan güvenini, devrimcilere olan inancını da sarstılar. Kanımızca bu istenen ve hedeflenen bir şeydi.

Sözde Kaypakkaya yoldaşı savun! Pratikte ise tam tersini yap! Olan ve yapılan tam da budur bizce…

Devam Edecek 

TKP/ML Kadın Komitesi :Kadınlar ve kadın mücadelesi KBDH ile daha güçlü

“Kadın sorunu” olarak tarif edilen cinsiyet sorununa giriş, kadının binlerce yıllık süreçte köleleştirilmesi, sömürülmesi, emeğinin, cinselliğinin, kimliğinin baskı altında tutulması, yok sayılması vs. ile yapılır. Bu elbette doğrudur, ancak eksik bir yaklaşımdır. Zira kadının tarihi (kimi sosyalizm ve demokratik halk iktidarları deneyimlerinde bu zincirlerin belli oranlarda da olsa zayıflatıldığı süreçler hariç) aynı zamanda direnişin, mücadelenin, bedel ödemenin ve ödetmenin de tarihi olarak anılmalıdır. “Baskının, zulmün, köleliğin olduğu her yerde başkaldırı da vardır” ve kadınların tarihi, üzeri örtülmeye, yok sayılmaya çalışılsa da bunun örnekleriyle doludur.

Yüz binlerce yıl süren ve cinsiyet eşitliğine dayanan anaerkil ya da anasoylu toplumsal yapıdan, bir cinsin (erkek) başka bir cins (kadın) üzerindeki tahakkümü olarak tanımlanabilecek olan ve sadece on bin yılı kapsayan ataerkil/patriarkal sisteme geçişin kadının rızasıyla gerçekleştiğini düşünmek eşyanın tabiatına, maddenin hareket tarzına aykırı olmaz mı? İlk köleleştirilen kadınsa, ilk direniş ateşini de kadınların yaktığını söylemiş olmuyor muyuz aslında?

Neolitik çağın sonlarına doğru tanrıların, tahtını yıkıp yerine geçtiği tanrıçaların direnmeksizin o tahtı onlara verdiğini düşünebilir miyiz? Ne diyordu tanrıçaların son direnişçisi İnanna, “Tanrılar serçedir. Ben ise bir şahin”… Ortaçağ karanlığı, anaerkil dönemin kalıntılarını silmeye çalışırken yaktığı binlerce cadının ateşe yürüyüşü “kaderine razı gelmenin”in değil, isyanının ayak sesleri değil miydi aynı zamanda? Kapitalizmin ortaya çıkışıyla birlikte kadın ve çocuk emeğinin fabrikalara taşınması ve fakat yarıdan da az ücrete ve günün yarıdan fazla zamanında çalıştırılmaya rıza göstermelerinin istenmesine karşın kadınların 8 Mart’ı da yaratan direniş ve isyanına tanıklık etmedik mi? Kadınlar bir yandan oy vermek gibi vatandaşlığın temel haklarından birinden mahrum bırakılarak yok sayılırken, diğer yandan süfrajetler “Kaderimizi belirlemek için, biz kadınların sahip olduğu gücü asla hafife almayın… Biz her evdeyiz, insan ırkının yarısıyız. Hepimizi durduramazsınız” sözleriyle var olduklarını ve var olacaklarını dile getirmiyorlar mıydı?

Ortadoğu’nun emperyalistlerin ve yerli figüranlarının paylaşım ve savaş alanı olarak çizilmiş “kaderi”, Leyla Kasımların, Leyla Halidlerin, Rachel Corrielerin, Zelal Mugrabilerin vd. kadın direnişçilerin mücadelesiyle şekillendi aynı zamanda. Bugün de başta Rojava toprakları olmak üzere ezilenlerin kalbinin attığı bölgelerden biri Ortadoğu… Ve yine kadınların direnişi Arinlerle, Avestalarla, Eylemlerle, Raperinlerle, Annalarla vücut buluyor bölgede.

Kısacası baskı-sömürü-cinskırım vb. madalyonun karanlık yüzüyse kadınlar için, diğer yüzü direniş ve mücadeledir.

Elbette bu kadar direniş, isyan ve mücadeleye ataerkil sistemin de bir yanıtı olacaktı. Nitekim bütün sınıflı toplumların ezenleri, sömürenleri kendisine karşı direnişi, isyanı bastırmanın akla gelebilecek tüm yollarını denemişlerdir, denemektedirler. Şiddet, katliam, hapis, işkence vs. yöntemlerin yanı sıra, en çok kullanılan yöntemlerden biri de “böl-parçala-örgütle ve yönet”tir. Bu politika, toplumsal alanda belki de en çok kadınlar içinde yaşam şansı bulmuştur dersek, abartmış olmayız. Zira, bin yıllardır, birbirine yabancılaştırılan, düşmanlaştırılan, rekabete zorlayan, bölen bu politikalar kadınların da en zayıf noktasını oluşturmakta, hatta doğal derisi gibi üzerine doğduğu an giydirilmekte. Kadınların bölünüp parçalanmışlığı öyle bir noktadadır ki “birbirinin kurdu” olarak tariflenmekte bir beis görülmemektedir. Oysa kadınların birbirinin kurdu olması, yani yabancılaşması, kimliğine, kendine, varlığına yabancılaşması anlamına gelir ki, egemen ataerkil sistemin istediği de tam olarak budur.

Kadınların en zayıf noktası, bölünmüşlüğü ve birbirine yabancılaşması ise, özgürlüğümüz için bizim en güçlü yanımıza vurgu yapmamız ve kurtuluşumuzu orada aramamız da en doğru olandır. Bu da, bölünmeye ve yabancılaşmaya karşı kadınların birliği ve dayanışması ve ortak mücadelesidir hiç kuşkusuz.

İşte Kadınların Birleşik Devrim Hareketi, en başta bunun için çok değerli, anlamlı ve geleceği olan bir projedir. Biz TKP/ML Kadın Komitesi olarak KBDH’ı kadınların birliğini, dayanışmasını sağlamanın ve mücadelesini ortaklaştırmanın bir aracı olarak bugünün ve eğer hep birlikte tüm gücümüzle yüklenirsek geleceğin özgürlük projesi olarak görüyoruz. Dünyaya bakışımızdaki farklılıkların üzerinden atlamayarak ve fakat ortak yönlerimizi öne çıkartarak bu birlikteliğin emekçi, ezilen, baskı altında tutulan, yok sayılan vs. kadınların ortak bir mücadele platformu olma özelliğinin altını doldurabiliriz. Yani birincisi, farklılıklarımızı bastırarak, görmezden gelerek değil, birlikteliğimizin dinamiği haline getirirsek, ikincisi ortak yönlerimizi yani kadın kimliğimizi ön planda tutarsak başarıya ulaşmamak, hedeflediklerimizi yerine getirmemek için önümüzde engel olmayacağına inanıyoruz.

Bilinir ki, “bütün”; kendisini oluşturan parçaların basit aritmatik toplamından ibaret değildir, bu toplamın çok daha fazlasını ifade eder. Bu parçalara dayanan ve fakat onları da aşan bir nitelik ve niceliğe sahiptir. Bunun olmadığı yerde, bütün’den, bütünleşmek’ten, birlik’ten bahsetmek mümkün değildir. Peki gerçek bir bütünleşmeyi, birliği nasıl sağlayabiliriz? Kanımızca bunun en emin ve doğru yolu, güçsüzlüğümüzü değil gücümüzü birleştirmekten geçmektedir. Yani KBDH, en güçlü yanlarımızın ortaklığı olmalı ki, bütünleştiğimizde çok daha büyük bir nitelik ve nicelik ortaya çıkartabilelim. Bir kadın olarak da, (bundan bağımsız olmamakla birlikte) kadın örgütlenmeleri olarak da güçsüzlüklerimizin, ataerkil sistemin üzerimize giymeye zorladığı toplumsal cinsiyet rollerine uygun şekillenişlerimiz, sınırlarımız vs. olduğu açıktır. Ama bir de yine kadın olarak ve kadın örgütlenmeleri olarak gücümüz vardır ki, işte açığa çıkartıp birleştirdiğimizde muazzam gücü, özgürlüğümüzün yolu olan birliğimizi sağlayacak olan da budur. KBDH, bu gücü açığa çıkarmanın hem vesilesi ve hem de sonucu olmalıdır ve bir araya gelişimiz dahi bunun bir adımı olarak son derece değerli ve anlamlıdır.

Birlik ve dayanışma, var oluş koşulumuzsa, bir de bu birlik ve dayanışmayı kadınların özgürlüğüyle taçlandırmanın yolu olan ortak mücadele üzerine birkaç şey söylemek gerekir. Ataerkil sistem ya da patriarkanın, ezilenler ve ezilenin ezileni biz kadınlar da dahil olmak üzere tüm toplum üzerindeki tahakküm gücü ortadadır. Bu güç ise kaynağını, aile, okul, din, medya vb. ideolojik araçlardan olduğu kadar; ordu, asker, polis gibi şiddet araçlarından ve bunların tümünün üzerindeki devletten almaktadır. Bu da doğal olarak kadının kurtuluşunun silahlı mücadele olmaksızın kazanılamayacağının açık ifadesidir. Tüm alanlarda kadınların ortak mücadele hattı ve birliktelikleri son derece önemliyken, son tahlilde bu kaynağı esas kurutacak olanın kadınların da kendi maddi gücüyle katıldığı/katılacağı silahlı mücadele olduğu açıktır. Dolayısıyla Kadınların Birleşik Devrim Hareketi, bu mücadelenin ortaklaştırılması ve daha güçlü bir şekilde icra edilmesi açısından da önemli bir adımdır. Üstelik bu mücadeleyi, devrim yapmayı hedeflediğimiz ülkenin de bir parçası olduğu Ortadoğu’dan geliştirmek, oradan beslenmek, Ortadoğululaştırmak üzerinden tartıştığımız oranda çok daha büyük bir gücü temsil etmeye aday olduğumuz görülecektir.

Son olarak, TKP/ML Kadın Komitesi olarak “kadın alanları” yaratma perspektifimiz açısından da bu birlikteliği çok önemsediğimizi ifade etmek isteriz. Erk zihniyetin hakim olduğu, cinsiyete dayalı hiyerarşik yapılanmanın görünür-görünmez birçok unsurunun katı bir şekilde yaşam bulduğu “kamusal alanlar” dışında, erk’siz, tahakküm ilişkilerinden arınmış, kadınların kendini özgürce ifade edebileceği, gelişip güçlenebileceği kadın alanlarının yaratılmasının kadınların ve kadın mücadelesinin gelişmesinde çok önemli olduğunu düşünüyoruz. KBDH, aynı zamanda bu tür alanların yaratılabildiği bir birliktelik olarak bizim açımızdan özel bir yere ve öneme sahiptir.

Ve nihayet, sonuç olarak TKP/ML Kadın Komitesi olarak, kadınların birlik, dayanışma ve silahlı mücadele başta olmak üzere tüm mücadele biçimlerini ortaklaştırmanın adı olan özsavunmanın bugün açısından en somut, en güçlü adımı olarak Kadınların Birleşik Devrim Hareketi’nin bir parçası olmaktan gurur duyduğumuzu söyleyebiliriz.

TKP/ML Kadın Komitesi

Kasım 2018 

Ankara’nın grisinden dağların yeşiline dört mevsim…(SEFAGÜL ASLAN)

Medya Savunma Alanları’nda bulunan TİKKO gerillalarından Sefagül Aslan, 23 Ekim 2015’te, Dersim-Şahverdi’de Cengiz İçli (Ünal) ve Hakan Çakır (Yurdal) ile birlikte şehit düşen TİKKO gerillası Özgüç Yalçın (Sefkan); 23 Nisan 2018’de Dersim-Aliboğazı’nda şehit düşen Gül Kaya (Nergiz) ve Hasret Tanrıverdi (Çiğdem) ile 18 Ağustos 2016’da Colemerg-Qilaban’da şehit düşen Şakir Ek (Arhat Ba)’yı anlattı. Onlar için “Önce bir yokladı dağ, ne korkuları vardı onların, ne de tek bir tereddütleri. İnmek için tek bir adım dahi atmadılar” diyen ve elimize e-posta yoluyla ulaşan yazıyı haber değeri taşıdığı için paylaşıyoruz:

Dört mevsimi Ankara’nın griliğinde yaşamış, başka bir mevsim görmek yaşamak için farklı zamanlarda yönünü dağların yeşiline çeviren dört gerilla: TİKKO gerillaları Hasret, Gül, Özgüç ve HPG gerillası Şakir (Arhat)…

Hayatlarının bir döneminde binlerce devrimcinin, siperdaşın oturup bir çay sohbeti yaptığı Sakarya Caddesi’nden “onlar” da geçtiler.

Ankara’nın en güzel yanının, İstanbul’a dönüş yolu olduğunu söyleyen Ankara karşıtlarına inat, en güzel yanının dağa gidiş yolu olduğunu gösterdiler. Ankara’da yaşamayıp da birkaç günlüğüne gelenlerden en çok da bu söz duyulur. “Siz nasıl yaşıyorsunuz burada” diye. Üniversite için gelenler ilk yıllarında sevmeseler de sonrasında ilginç bir kopamama hali baş gösterir her birinde. Ve Ankara savunmaları başlar.

“Ankara devrimciliği”nin elbette incelenmesi gereken kendine has özellikleri vardır. Sanki kocaman bir şehirmiş, insanlar hiç vakit bulamıyormuş gibi eylemlerde yaptığın sohbetleri Sakarya yada Yüksel Caddelerinde bir kafede yada barda sürdürürsün. Herkesin iç içe olduğu bu iki cadde arasında sıkışan devrimciliği bir şekilde üniversiteyi bitirene kadar sürdürürsün. Sonrası fani dünyanın fani işlerine kaptırıp gidersin kendini…

Yaz oldu mu boşalır Ankara. Sonbaharın gelmesiyle devam edersin kaldığın yerden.

İşte bu dört arkadaş, dört mevsimin -belki de bulsalardı beşincisinde de- devrimcilik yapmak için Yüksel-Sakarya arası sınırlı yürüyüşlerini, dağlarda sınırsız bir yürüyüşe çevirmenin arayışı içinde oldular. Bu öylesine bir arayıştı ki sistemin kalbinden çıkıp, yine sistemin kalbini durdurmaya çalışan mücadelenin parçası kılmaktaydı, arayanı, arayış derdine düşeni…

Daha özgür bir hayatın kapıları…

Şu meşhur TC helikopterinin vurulduğu sırada gerillanın sarf ettiği “Kobra ket, kobra ket saet xweş” sözlerinin sahibi Şakir Heval, Amed’den üniversite okumak için geldiği Ankara’da -belki de okuduğu bölümden olacak- felsefik tartışmaların içinde hakikati arıyordu. Bir arayış içerisindeydi, bu süreçte yolları Özgüç, Hasret, Gül yoldaşlarla da kesişti. Mücadele üzerine derin sohbetler yapıldı orada.

Herkes yaptığı sınırlı devrimcilikten rahatsızdı. Daha yüksek, daha ileride bir mücadeleye ihtiyaç vardı. Alışıldık, bilindik, sınırlı bir devrimcilik belki herkes için bir başlangıçtı Ankara’da. Ama bazılarının payına ya ileriye atılmak ya da üniversiteler bitene kadar böyle devam etmek düşer. Onun için çabuk davranmak gerekir. Başka türlü başladığında başladığın noktanın da gerisine düşersin.

Ankara’daki üniversiteler, bir başlangıçtır devrimcilik için, bazense bir bitişidir devrimciliğin.Rahatlıktır ama bazen de düşmanın en denetimli olduğu yerde hareketsizlik, sınırlılıktır. Bunun için üniversitede yaptığın tercihler gibi bir tercih daha yaparsın bu aşamada. Bir sınav daha verirsin. Ama bu sefer önünde daha sınırsız, daha özgür bir hayatın kapıları açılır. Ve her zaman olduğu gibi istekler kendilerine bir yol bulur. Amacını büyütenler, ona ulaşmak için araçlarını yaratır. Önce Özgüç, ardından Hasret, sonra Şakir, en son Gül…

En son mu? Yok hayır doğru değil bu söz. Gül’ün ardından da gidenler ve onları yazanlar var. Ancak ne kadar yazılsa da en güzel sözler, savaş alanlarında söylenir.

Kimse efkarlanmasın, herkesin yeri hazır…

Özgüç, zayıf bedeni yaralı, faşizmin zindanlarında işkencede tıpkı önderi Kaypakkaya gibi tek bir söz etmedi. Yaralı bedeni işkenceyle daha da kötüleşti. Ancak bilinci ayaklanmıştı. Belki sadece gülümsemek gibi en ciddi şeyi yaptı, kim bilir… Özgüç anlatılsın genç işçilere, emekçilere, “o bizim kardeşimizdi” densin. “Küçücük bedeniyle tüm işkencecileri, işkenceleri paramparça etti” densin.

“Sizin dağ dediğiniz bizim oralarda tepedir” demişti bir Dersimli yoldaşına. Belki de işkencecilere de “sizin işkenceniz, benim bedenimde açan bir güldür sadece” demiştir kim bilir… Zindanda, dağda faşizmin yenilemeyeceğini söyleyenlere Özgüç’ü anlatacak tarih.

Hasret, militanlığıyla yaşarken anlatılırdı. Ölürken, daha da büyüğünü yaptı. Yetmedi üniversiteler, Ankara sokaklarında yaşanan çatışmalar… Hep daha fazlasını istedi mücadelede. Düşmana teslim olmamak için kalan tek kurşununu da kendine sıkan Hasret, ölürken de büyük öldü. Aslında bu cüreti gösteren ilk devrimci değildir o… Kendisinden önce düşmanın eline geçmemek için kendilerini uçurumlardan atan kadınların devamcısı, takipçisidir o, şimdi…

Gül, daha çocuk olmadan büyümüş, çok genç yaşında gençliğin önder kadrolarından biri olmuştu. Şakir’in dağa çıktığını ilk duyduğunda “Helal olsun” demişti. Kendisi için efkarlanmıştı. O da efkarını Munzur’a akıttı. Politik derinliğini, eylemle-gerillayla buluşturmak için çıktı Dersim’e. Şimdi onun da ardından “Helal olsun” denilsin. Ama kimse efkarlanmasın, herkesin yeri ve silahı hazır, dağ başlarında.

Şakir, çok sevdiği felsefik tartışmaları amfilerde sürdürmek istemeyenlerdendi. O hakikat derdi hep, bazen gündüz gözüyle sokaklarda fenerle dolaşan Diyogen’e anlam veremeyenlere inat insanları, hakikati bulma çabası hiç bitmedi.

Tesadüf odur ya, 24 Nisan’da başlattığı gerilla yürüyüşünü, hem silahı hem kamerasıyla sürdürdü. Devletin bas bas arızadan kaynaklı helikopterin düştüğü yalanlarını, o gerilladaki silahı olan kamerasıyla “Kobra ket, saet xweş” sözleriyle alt üst etmişti. O kamerasıyla, savaş alanlarında, devletin yalanlarını paramparça eden gerilla gerçekliğini bir fener gibi aydınlatıyordu.

Kim diyebilir öldü onlar diye. Şimdi onlar, Sakarya ya da Yüksel’de bir yerlerde oturmuş, ikna ediyorlardır birilerini ya da faşizmden kaçanlara “gerçek kurtuluş bu değildir” diyorlardır belki de.

Üst araması yapar dağ

yüreğine, korkularına varana kadar yoklar

durur, bir daha yoklar

ya çıkarsın

ya gözleriyle takip eder seni

inene kadar…

Önce bir yokladı dağ, ne korkuları vardı onların, ne de tek bir tereddütleri. İnmek için tek bir adım dahi atmadılar. Dağlar, hayran kaldı onların yiğitliklerine. Şimdi onların ardından gelen herkese bu dört yiğidin kahramanlıklarını anlatır dururlar.

Sayfalar